Kurmaca yazınlarda öğretmek, eleştirmek ve mesaj kaygısı taşımaktan çok daha öte sanat eseri oluşturmak, özgürleştirmek, felsefi bir yol çizmek, keşfetmeyi sağlamak, yakalamak amaç olarak algılanabilir. Bir sanat eseri yalnızca akılla değil, duygularla ve bedenle de anlaşılabilir. Aslında sanatın kendisi ruhun, bedenin ve düşüncenin algılarını anlatmak için kullanılan bir dildir. Öykü anlatmak, kısacası bu sistem, kim olduğumuzu sorma ve söyleme yoluyla içinde yaşadığımız toplumları bir arada tutmamızı sağlar ve bir bireyin kim olduğunu, yaşamın ondan neler isteyebileceğini ve bu isteklere nasıl karşılık verebileceğini keşfetmek için kullanabileceği en iyi araçlardan birisidir.Öykü anlatmak, yazınsal yapı inşa etmek anlam oluşturmak için en yararlı yoldur. Bir düşüncenin doğruluğunu kabul etmek diğer sanatlar söz konusu olduğunda daha kolaydır. Bir dansın, bir manzara resminin ana düşüncesinden çok bizde uyandırdığı duygulardan söz ederiz. Ya da müzik: bir şarkının bizim için taşıyabileceği anlamların hepsini dile getirmenin hiçbir yolu yoktur, biliriz, çünkü anlam, derinden duyumsandığı – duygularımızla ve bütün bedenimizle duyumsadığımız – ölçüde akla uygun değildir ve aklın dili bu algıları tam olarak anlatamaz.Bu durum dans, müzik ya da resim için olduğu kadar edebiyat için de geçerlidir. Ne var ki kurmaca yazının, sözcüklerle yapılan bir sanat olduğu için, anlamından hiçbir şey yitirmeden başka sözcüklere çevrilemez. Nitekim yazınsal kurmaca sistemi’nin ana bileşenleri karakterler, ilişkiler, olay dizileri, mekanlar, arka plan vs olarak sıralanır ve öykü sizin için her hangi bir ana düşünce ile karşılaştırılamayacak kadar sınırsız anlama gelebilir. Size güzellik katabilir. Acınızı katlanır hale getirebilir. özgürlük ifade edebilir. ve onu her okuduğunuzda farklı anlamlar kazanabilir. Ursula Le Guin’in dediği gibi “okumak tutkulu bir iştir”. O öykü sizin öykünüzdür.Yazınsal bir eser ortaya koymak, bu sistemi oluşturmak belli sistemlerden temellendirilerek yapılabilir. Bu temellendirme doğrultusunda bu sistemleri yazınsal kurmaca’yı besleyen girdiler ve alt sistemler olarak algılayabiliriz.Bir yazın oluşturmak için gerekli olan en önemli sistem dildir. Kurgusal bir anlam oluşturmak, zaman, mekan, olaylar, karakterler, ilişkileri betimleyebilmek, tasvirler yapabilmek ve onları algılamak için yazar ve okuyucu arasında bir ortak payda olmalıdır. Bu ortak paydanın en temel direği dildir. Dil olmazsa ne yazınsal kurmaca sistemi ne de ona bağlı diğer etmenler olacaktır.Edebiyat, bir yazınsal kurmaca düşünüldüğünde arka planda yazar tarafından özümsenmiş olması gereken bir sistemdir. Anlatı sırasında örneğin hayattan bahsedilirken sadece “hayat” denilebilir, ama ona sıfat eklemek, onu güçlendirmek, his uyandırabilmek için “acı hayat” denir ki burada söz konusu – daha karmaşık ve güzel – güçlendirmeler edebiyatın aslında kendisidir. Bu noktada okuyucunun algısına doğrudan nüfuz edebilmenin ilk ve en önemli yoludur edebiyat. Bu sayede sınırsız anlam yolunda olmazsa olmaz’lardandır edebiyat.Yaratıcılığı tetikleyen, kurgu ile doğrudan bağlantısı olan ve ders çıkarma amacı yolunda yazarın ve okuyucunun ilgili olması gereken sistem girdisi ise tarih bilgisidir. Geriye dönülüp bakıldığında hem yaşadığınız dünyada hem de kurmaca içerisinde sebep ve sonuç ilişkisini kurabilmek, öyküleri bir nedene oturtmak kaygısı okuyucuyu tarihçiliğe soyundurur ki kurmaca içerisinden çıkıldığında gerçek dünyada hayatınızın geri kalanında bu tarihçilik ışığında daha kararlı bir yaşayış ve duruş içerisine girersiniz. Bir anlamda karakterinizde bazı yontmalar ya da eğilip bükülmeler olur. Bu durum, kurmaca oluşturulurken tarih girdisinin okuyucuda bir yansıması, çıktısıdır. Aynı zamanda uzun vadede düşünüldüğünde iyi ve kötüyü ayırt edebilme yeteneğinin toplumsal bir refleks haline dönüşmesidir.Kurmaca sistemi’ni ve alt alanlarını bir anlamda çevreleyen önemli bir kavram kültürdür. Kültür, alt kültürlerin bir arada oluşturdukları bir sentezdir. akdeniz kültürü, doğu anadolu kültürü, orta anadolu kültürü vs. birleşerek ortak bir tabanda türk kültürünü oluştururlar. Tıpkı anglo-sakson kültürü, ispanyol kültürü, kuzay avrupa kültürü vs.nin avrupa kültürünü oluşturduğu gibi. Bu bağlamda bir kurmaca sistemi yaratılırken yazarın hem kendi kültürünün bileşenlerini yaşıyor olması hem de diğer kültürlerin bileşenlerini biliyor olması o kurmaca sisteminin bileşenlerini (karakter , olay, zaman, mekan, ilişkiler) yaratmakta doğrudan etki eder. okuyucu da içine girdiği dünyanın felsefi bir tabana oturtulmuş bir geçmişten geldiğini anlayabilir ve gerçekle bağlantı kurar. Hem tarihte hem de kültürde olduğu gibi önemli bir nokta başka bir dünya ile gerçek dünyanın arasında bu anlamda bir benzerlik kurmanın karşısında olma gereğidir. Aksi takdirde o kurmaca öykülerde sonsuz anlam taşıma kavramını çöpe atabilirsiniz. “Tolkien orklar ile nazileri anlatmaya çalışmış” demek kökünden yanlış bir iddiadır. Alegori kurmaca sistemine girdiğinde o sistem çok faza ayakta kalamaz ve göçer. Hem yazar hem de okuyucu tarafından önemli olan anahtar cümle, hiçbir şekilde öyküler sınırlandırılmamalıdır. Aksi bir durum güncel tarihi bağlamaktan öteye gidemeyen bir sistemi işaret eder.Ahlak kavramı ilk çağdan bu yana oluşagelmiş bir kavramdır. Düşünebilen bir yapıya sahip olan insan elbette hayvandan farklıdır. Eğer günümüzde mahrem yerlerimizi toplum içinde iken örtme ihtiyacı hissediyorsak bu bir ahlakın meydana gelmesi ile olmuştur. İlk çağda ise böyle bir durum yoktu. Bir arada yaşamak gerekliliği ile birlikte toplumsal yaşam beraberinde ahlakı getirir. Çünkü ahlak insanların bir arada yaşamasını sağlar. Zarar veren şeyler zamanla yok olmuş ya da yasak hale gelmiştir. Kimse ahlakın olmadığı bir yaşayış düşünemez, anarşi de bir düzen olduğuna göre ahlak her türlü sistemde vardır. Dikkat edilirse bir hobbit eskisi olan 500 yaşındaki gollum bile örnek verdiğimiz noktadaki konuda olduğu gibi örtünme ihtiyacı hisseder. Aslında yozlaşmış ve mağaralarda tek başına 500 yıldır yaşamaktadır. Gollum’da değişmeyen tek şey ahlaktır. Kurmaca bir sistem oluştururken dahi göz ardı edilemeyecek bir kavramdır ahlak. Çünkü okuyucu ahlakın var olmadığı bir yaşayış düşünemez.Yazarlar neden karakterler ilişkiler, olaylar, mekanlar ve buna benzer bir sürü şeyi uydurma zahmetine giriyor ya da söz konusu sistemi oluşturmaya çalışıyorlar? Neden sadece ana düşünceyi iletmiyorlar? Öykü, içinde bir düşünceyi saklayacak bir kutu, yalın bir düşünceyi sevimli gösterecek gösterişli bir kostüm, acı bir düşünceyi yutmayı kolaylaştıracak bir şeker tabakası mıdır? Kurmaca yazın, nihai gerçekliğini ve varlık nedenini oluşturan akla uygun bir düşünceyi, bir ana düşünceyi gizleyen süslü bir laf kalabalığı mıdır? Öykünün anlamının bir nasihatte değil dilin kendisinde, okunurken öykünün akışında, yaratıcılıkta, kültürde, sanatta, yenilikte, gelenekte, tarifsiz bir keşif duygusunda yaşatıyor olmasıdır kurmaca sistemi’nin işleyişi. bu işleyişin böyle olması, öykünün bir ana düşünceye sahip olması ile aynı şey değildir. Üzerinde düşünmeyi gerektiren bir öykünün ya da romanın karmaşık anlamları ancak öykünün kendin özgü diline katılımla anlaşılabilir. O anlamları bir ana düşünceye dönüştürmek ya da bir söyleve indirgemek onlara ihanet etmek, onları çarpıtmak ve yok etmekle sonuçlanır. böyle bir indirgemede zaten sistem kurulmuş olmaz.Kurmaca ile oluşturulmuş bir dünyada günümüz dünyasında fark edilmeyen ( veya fark edilmesi bir şekilde engellenen) birçok kavram, olgu, olay, sebep, sonuç fark edilebilir. İyilik diye bir kavram olduğunu ve bunun için çaba sarf etmenin, bunun tarafında olmanın bedeli ve getirileri çıkarsanabilir.Sözü geçen tarifsiz keşifler ile özgürlük kavramı ortaya çıkar. öykü sizin öykünüz olduğundan dolayı birçok keşif yapabilir o uydurma dünyada keşke’lerinizi yaşarsınız. Kısıtsız, tabusuz, önyargısız bir hayatta büyüdüğünüzü hissedersiniz. Kurmaca sistemi sizi büyütür. çünkü sadece iyiliğin, güzelliğin özgürlüğün yaşandığı yer değildir orası. Düşünen bir insan olarak bakıldığında elbette kötülük de vardır. Zaten iyilik kötülükle anlam kazanır. İyinin karşısındaki kötünün yanında insana dair kötü olan kavramlar da bu keşfe dahildir. Mesela yüzüğe duyulan aşırı ilgiden dolayı bir yüzük fetişizminin söz konusu olması gibi. Gerçek hayatımızda sadece bir eşya olmaktan fazla bir anlam ifade eden “yeni alınmış bir koltuk takımı”, bir “pantolon” bu durumla benzeştirilebilir. Değer yargılarının üzerine çıkan maddi “şey”ler hayatımızı mahvetmektedir. Bu ve bunun gibi keşifler doğru yolu arayan için özgürlüktür.Kutsal kitaplar insanlara dini empoze etmeye çalışmıştır. Bunun nedeni dinin insanları bir araya toplama ve doğru yolu gösterme hedefi ile bir zemine oturtulabilir. Doğru yolu gösterme işini yaparken birçok olaydan zamandan mekandan bahsedilir. Belli toplumların belli şekilde davrandığını ve bu nedenden dolayı ceza verildiğini, bazılarınınsa iyiliğin yanında olup refaha ulaştıkları gibi birçok olay anlatılır ve örneklendirilerek kural konur. Kutsal kitapla gelen bu kurallar aslında birer dogmadır ve sorgulanamaz. İnanç bu noktada devreye girer. En önemli kurmaca sistem denilecek “orta dünya” birçok benzer olaya sahne olur. Fakat herhangi bir empoze çabası yada kural konmaz, dogmalar yoktur. O kurmacaya girersiniz ve kendi gözlemlerinizle,kendi çıkarımlarınızla doğruyu yakalayabilirsiniz. Bana göre kutsal kitaplardan daha iyi verilmek istenen mesajı veren bir kitaplar dizisidir tolkien’in orta dünya’sı. Bu noktadan bakıldığında bir kurmaca sistem oluştururken ve o sistemin getirileri düşünülürken kaçınılmaz olarak din devreye girer ve dinsel bir takım kavramlar sistemin içerisinde yer alır. Günümüzde insanların bir arada yaşayabilmesini sağlayan en önemli unsur olan dinin yani ilahi varlığa inancın kurmaca’ya girmemesi şimdilik bir eksikliktir.