Gereken şey, sadece bir konu aslında bize. Bir şey bilmemize gerek yok konuşabilmek için. Konuştuğunu duyabilmek var bir de ama önemsiz bir ayrıntı o da sadece bize. Vaazlar veriyoruz karşımızdakilere, kafamızdakileri anlatıyoruz hararetli bir şekilde savunuyoruz bildiğimizi ya da inandığımızı. Hele birisi karşı çıksın bakalım fikrimize sıralıyoruz arka arkaya kötü özellikleri ya da yetersizlikleri onda ki. Kendimizdeki harikaları da eklemeyi unutmuyoruz arasında sohbetin, aldığımız övgüleri büyük bir alçak gönüllülükle savıyoruz başımızdan, olur mu öyle şey diyoruz ve başlıyoruz karşımızdaki insanın harikalarından, takdiri hak eden eylemlerinden bahsetmeye. Övdüğümüzde, kınadığımızda aynı insan oluyor bazen, umursamazca çelişiyoruz kendimizle, olabildiğine erdemli olan biz, bu hareketimizi de yine yüksek karakterli bir insan oluşumuza bağlıyoruz yüzsüzce. Aslında keşfedilmemiş bir cevheriz biz doktorla doktor oluyoruz, yazarla yazar, gazeteci mi o? E ne duruyoruz o zaman sıralayalım haydi bildiklerimizi. İyi niyetli bir övgü mü duyuyoruz, yarın falancaya doktor beyin nasılda ona saygı beslediğinden, her zor vakada gelip fikrini sorduğundan bahsediyoruz, tabi ki yüce gönüllülükle hiç geri çevirmiyoruz bu isteklerini. Ya da aslında hayatımızı yazsak ne çok saygı duyulan bir yazar olacağımızdan bahsediyoruz. Peki, neden ihtiyacımız var tüm bunlara? İçten içe aslında şu hayatta hiçbir başarımız olmadığını bildiğimizden ötürü mü bu uğraşımız, insanlar gözünde kazanacağımız ufacık bir statü mü istediğimiz? Yoksa sadece bizim yaptıklarımızı yapan başkalarını gördüğümüzde söylediğimiz gibi, deli miyiz? Sokak da üstü başı yırtık giysiler içinde elinde şarap şişesi ile gezerken, Napolyon olduğunu iddia eden deliden çok mu farklı yaptığımız? Daha mı inandırıcı bizim yalanlarımız onunkinden? Peki ya hangimiz daha deliyiz?