Arabada gittiğimiz anları hatırlıyorum. Yüzüne bakamadığım anları…Duyduğum melodiyi hiç unutmayacağım. Ne çok yerde duymaya başladım o an sonrasında.Belki kaçıyorum senden doğru. Düşünmemeye çalışıyorum. Belki de çok da düşünmüyorum. Hal bu ya, düşünsem dertlendirmezdim seni bu denli. Git istememiştim, güzellik. Bazen boyunduruğumuz altına almaya çalışıyoruz, belki fark ederek belki de fark etmeyerek.Şu saatlerde sıcak bir şehre giderken, yüzün gülmüyorken ve sebebi benken; bilmiyorsun bizim şarkılarımızdan birini dinlediğimi.Çiçeklerini red ettim, doğru. ‘Seni görmek istemiyorum’ dedim, doğru. ‘Sarılmak istemiyorum, git’ de, dedim.içmiş araba kullanamaz haldeyken ve gecenin yarısında ‘Gel al beni arabayla dediğinde’; ‘Kılımı kıpırdatmam’ dedim, doğru. Ama tüm bunlar ‘İyi ki varsın’ demekten alıkoymuyor beni.Bazen sözcükler çok azdır, sen bunu hiç anlamayacaksın; çoktan anladım. Çünkü sen benden de daha, daha işitselsin.Lavanta kokuları duyuyorum, güzellik… Mor lavantalar. Bakışların kadar samimi ve sıradan olmayan…İlk sarılışında öyle olmadığını anlamıştım/k. Tüm bunlar bunu anladığımız için zaten.Sarıldığımız o ilk gece ne komik, ne enterasandı. Film karesi gibi. Filmde görsek, ‘Abartı’ derdik. Senin bana sarıldığında, kapı önünde, birden o tanıdıklağı fark etmenle/mizle anahtarı çevirip çıkışını görülmeye değerdi. Yazdığın mesaj ya, neydi öyle? Farkındalığın resmi. Ne sen kaçabildin sonuçta bu farkındalıktan ne de ben?
Blogunda yazdıkların birden bire, nasıl da anlamlandı,içinde benim olmam sana maneviyat katmadı desek; yaalannn! Açık. Savunmasız açık.Arabada saçlarımı savuruşumu hatırlıyorum. Senin mutluluğunu benim mutluluğumu…Millet anlamasın diye sana bakmadığımı onca ortamda; ‘Anladılar mı?’, bilmem…Benim için herkesi iptal etmen randevularından, sendeki benim varlığımı anlatıyordu, sessizce…Şimdi sessizce ıssızlığa kavuşması için ruhunun, uzak ve sıcak bir şehre gidiyorsun, bilmem kaçıncı koltukta; benden uzak olduğunu ve benim seni düşünmediğimi sanarak. Yaalann!Bebek -tekamüle müdahale etmezsen şayet- savurduğum saçlarım ve onca fotoğraf çektiğimiz tablo bini bulur, derim.Ve kızıl dinginlik, rengarenk oluruz biz. Oluruz ki, hiç bitmez rengarenkliğimiz, sen ben de, ben sen de olduğumuz müddetçe.Gözlerinden öpmedim hiç. Git başka bir şehre, sorun yok bebek. Kızılım, bakışı güzelim; iyi ki varsın. Romantik deli! Bunca yalnız olmaktan hoşlanan ben, biriyle birlikte uzun uzun kalmaktan bunca hoşnutsa fark vardır; derinde yankı vardır, sayın huzur.Öpüyorum avuç içlerinden. Sessiz ol, fırtınalara koyvermeye kalsak, bu alem yeter zaten. Ruhun huzur dolsun, içe- içine bak, bebek. Niye sen, niye ben? Neden tanıdıklık? Neden kaçtık bu kadar? Tanıdıklığı fark etmesek, tutan da olmazdı elbet.Siyah gökyüzünün altında, bilmem kaç numaralı koltukta benden uzaklaşıp, başka bir şehre giderken; beynin ve kalbinde ben varım ve belki sol yanağından yaş akıyor, sol yanına doğru. Biliyorum. Ve sen bebek, şu anda benim bu satırları yazıp seni düşündüğümü düşünmüyorsun.Sabah vardığında uzak bir şehre, gün domuş olacak; yüreğimiz gibi güzellik, aydınlık ve birbirine dönük.Sakinlik ve sukut; iyidir bazen.Bazen ulaşmak kafi değil, nafile olandır. Anlamak, derinden ve anlamaktan öte olmalı; ona akan.Sessiz fırtına, ‘Dur gözlerinden öpeceğim‘demedim. O zaman, sessiz ve huzurlu olmak zamanıdır. Kafidir zamanın kendisi. Çünkü zamanın kendisi dinginleştirendir, yoran değil; oluşturandır bebeğim, sıcağım.
Çok az söylediğim sözler var ya, seninle…Otantik şehirden dönerken biz, biz olacağımızı daha bilmezken, bebek; henüz gözlerinden gözlerimi kaçırırken ve sen söyleyeceğin onca sözcük tam da diline gelmişken, o an için tümünü kendine saklarken; yine de satır aralarında, belki bir rakı kadehini tokuştururken fark ettiğim binlerce an/ısın mor lavantam.