Coast Guard
Coast Guard

2002′ de ”The Coast Guard” ise akıllara J.J.Rousseau’nun, İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı eserinde geçen ünlü sözünü getiriyor; “Bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “bu bana aittir” diyebilen, buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. Bu sınır kazıklarını söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da hemcinslerine “bu sahtekâra kulak vermekten sakınınız, meyvelerin herkese ait olduğunu, toprağın ise hiç kimseye ait olmadığını unutursanız mahvolursunuz” diye haykıracak olan adam, insan türünü nice suçlardan, nice cinayetlerden, nice korkunç olaylardan esirgemiş olurdu!”Yönetmen bu filmde de kendi hayatının beş yılını verdiği Deniz Kuvvetlerinde biriktirdikleri üzerinden girişir sorgulamaya, kendi içinde çatışmalar yaşayan bir sahil koruma müfrezesi ikiye bölünmüş Kore’yi simgeler gibidir.

Spring, Summer, Fall, Winter and Spring
Spring, Summer, Fall, Winter and Spring

Militarizme ağır bir eleştiri yolladığı bu filmde, Kuzey Kore’ li casusların ülkesine girmemesi için gece devriyesine çıkan ve milliyetçi duyguları son derece ağır basan bir asker sahilde sevişen bir çifti malum düşman zannederek ateş eder ve çiftten erkek olanı öldürür. Cinayetle birlikte askerin ve sevgilisi öldürülen genç kadının hayatı birbirine ölümle, suçla, suçlulukla, korku ve paranoyayla, nefretle bağlanmış olur. Üniforma ve sınırlar, devletin resmi aygıtları bir tarafta dururken sınırların anlamsızlığı ve insan hayatının değeri de öbür tarafta durmaktadır.2003 yılında çektiği “Spring, Summer, Fall, Winter and Spring” yönetmenin seçtiği resimlerin insan ruhunda bıraktığı o haz sebebiyle oldukça beğeni topladı.Kendisinin de orta yaşlı bir Budist Rahibi’ni oynadığı bu filmde metafor mevsimlerin kendisi oluvermişti. Seyirciye ise bir ömür yüreğinde taşıyacakları taşların ağırlığı kalıyordu salonu terk ederken.2004 yılında ” Samaritan Girl” ile Berlin Uluslararası Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülünü alan yönetmen yine benzersiz kadrajlarla, son derece provoke edici bir hikayeye imza atmıştı.

Fedakar Kız
Fedakar Kız

Üç bölümden oluşan ve Hıristiyan ve Budist kültürü tek bir hikayede iç içe geçiren filmde, derinlemesine bakabilen izleyici vicdanında çok ağır bir sorgulamayla baş başa kalıyordu. Jean Paul Sartre’nin dediği gibi; İnsan ancak özgür iradesiyle davranarak kendi varoluşunu gerçek kılabilir. Sınırsız olmayan, sorumlulukla belirlenmiş bir özgürlüktür bu. İnsan insanlığını kendi gerçekleştirir, değerlerini kendisi yaratır, yolunu kendisi seçer ve sorumluluklar da kendisine aittir. Ancak ve ancak hür iradesiyle yaptığı seçimlerin sonucuna katlanabilen bireyin erdeminden bahsedilebilir Sartre’a göre. Ve bu filmde de başrolde gördüğümüz kızımız kendi eylemlerinin sonucuyla karşılaştığında ruhunu özgürleştirmek için toplumun günah dediği şeyi daha çok ve daha çok işlemek zorunda kalır. Genç Yojin film boyunca bazen Hz İsa, bazen Samiriyeli Kız, bazen Vasumitr , çok az zamanda ise Yojin olabiliyor.İkinci kez Venedik’te En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren film; “3 iron” oldu.

Boş Ev
Boş Ev

Tanımadığı insanların, onlar tatildeyken evlerine giren genç adam bir süreliğine yaşadığı bu “başkalarının hayatı” nın bedelini de onların bozuk eşyalarını onararak öder. İz bırakmadan da ortadan kaybolur. Toplumun dışında kalmış bu genç adam hayalet olmayı öğrenmek zorunda kalmıştır. Ve yolu bir gün kocasından gördüğü ataerkil şiddet yüzünden hayaletleşmiş olan eski modelle kesişir. İki hayalet, küçücük ve bize kadar sandığımız kentli hayatlarımıza yaramaz çocuklar gibi girip çıkarlarken özel mülkiyet kavramımızı da adeta paramparça ederler. Bizim özel mülkiyet kavramımız parçalanırken ikisinin aşkı suç ortaklığından ve benzer acılardan güç alarak devleşir. Aşkı, toplum dışına itilmeyi, bedensel ve ruhsal şiddeti, özel mülkiyeti ve insan bedeni üzerinde bir başkasının hak idda edip edemeyeceğini tartışmayı bize bırakır yönetmen.2005 yılında metafor olarak yaşlı bir balıkçının son derece ustaca ok atabildiği bir “Yay” görürüz.

YAY
YAY

Aynı yay yürek dağlayan ezgiler çalınan bir müzik aletine de dönüşürken insanın sanat ve cinayet arasında ne kadar ince bir çizgide var olduğuna tanık oluruz ister istemez. Yine kendince seven bir adam vardır, toplumun uygun gördüğü biçimlerden bağımsız olarak sevmektedir. Ve bu film de yıllardır Selvi Boylum Al Yazmalım filmini kendine rehber edinmiş Türk seyircisi için bile demir leblebi olmaktan kurtulamaz. Aslında Asya’nın seçimi içten içe melodrama alışmış Türk seyircisinin hoşuna gitmediği içindir bu sonuç. Filmin toplumsal olarak bu kadar ruhumuza işlemesinin sebebi sevgi ve emek üzerine sosyalist kültüre dair bir algılamamız olduğundan değil; hepimize koskocaman bir “Ah ulan, keşke…!” hediye ettiği içindir. Kim Ki Duk’ ta Yay’ da bunu son derece kendine özgü gerçekleştirir. Yay’ da ki Ahmet Mekin öyle bir çıkartır ki kendini hikayeden, işte tokat o zaman patlar beynimizde.2006 yılı “Shi Gan” yani Zaman ile tanıştığımız yıldır.

ZAMAN
ZAMAN

Post modern zamanların estetik , güzellik, saplantıları üzerine giden filmde her filminde azalarak ya da biçim değiştirerek görmeye alıştığımız şiddet bu kez gerçek ameliyat sahneleriyle yer değiştiriyor ama yönetmenin önemli silahlarından biri olan şok yine sağlanmış oluyor izleyici açısından. Çok daha yakın tarihli bir film olduğundan fazla bilgi vermemek doğru olur diye düşünüyorum. Ancak sonu ile ilgili kafası karışabilecek olanlar için şimdiden paniklememelerini öneririm. Yönetmen Kim Ki Duk bile olsa Kuantum’a göre nasıl olsa her şey aynı anda ve aynı yerde olur ya da yaşadığımız bu post modern ve güzellik takıntılı yüzyıl aslında fasit bir dairedir diyip kurtulmamak lazım.Zaman’ın finali nazar boncuğu olsun diyorken 2007’de Nefes’le bize de nefes aldırıyor usta yönetmen.

NEFES
NEFES

Tamamen renksiz ve ruhsuz mobilyalarının arasında, giderek yaşam sevincini kaybeden, kaybettikçe kocası ve kızıyla iletişimi kopan, koptukça yaşam sevincini kaybeden yani düşmeye başlayan bir kadın. Ta ki haberlerde bir idam mahkûmunun idamının onaylandığını öğrenene kadar. Bunu da filmi izleyecekleri düşünerek burada bırakmak ve film tanıtım ve eleştirisi yazılarına bırakmakta yarar var.Kalan iki filmi 2008 yapımları olan “Güzel

GÜZEL
GÜZEL

ve “Rüya”…

RÜYA
RÜYA

Usta yönetmen Güzel’de bambaşka bir pencereden Zaman filmiyle tartıştıklarını da masaya yatırıyor demek mümkün. Rüya ise zaten sitemizde çok güzel anlatılmış. Buyurun:)Tüm bunlara ek olarak, Kim ki Duk’ un en önemli özelliğinin sessizlik olduğunu belki bir kez daha yinelemek gerek. Sinema sanatının aslında hareketli resim sanatı olduğu gerçeğinden bakarsak bir nevi köklere dönme isteği de göze çarpabilir. Ancak asıl mesele yalınlık ve gerçekçilik diye düşünüyorum. Kaldı ki bu kadar savaş, bu kadar açlık, yoksulluk, çevre felaketi, ölüm, paranoya kusan bir dünya da söz ne işe yaramış ki? Etkileyici resimler, rahatsız edici, sorgulatıcı hikâyeler ve çığlıklarını susarak atan karakterler, sinema salonlarında kullanmaya alışık olmadığımız beyin hücrelerimizi kullanmaya zorladığı ve o hücreleri ölümden kurtardığı için Kim Ki Duk’a bir teşekkür borçluyuz bence.Hatta bir adım daha ileri gidip tüm filmlerine daha derinlemesine bakmalıyız ki iğdiş edilmiş beyinlerimiz tekrar sağlığına kavuşsun ve bununla da kalmayıp yeni nöron bağlantıları oluşsun.