İçinde kendini keybetmiş hissetmesine sebep olan bu duygunun adını henüz bulabilmişti,içerisinde neler döndüğünü bilmiyordu,sanki duygularına ,hislerine hakimiyetini kaybetmiş gibi..Depresif düşünme diyorlardı onlar bu duruma,peki bunun hakimiyeti kimdeydi,kendinde mi?Hislerinin derinlerinde boğulduğunu düşünüyordu çoğu zaman belkide duygularını bu kadar depresifliğe iten şey buydu.Kendi kendine, kendi derinliğinde boğulduğunu biliyordu. Dışarıdakiler kendini iyi yada kötü bir ruh haline sokabilecek kadar derin hislere sahip değildi beklide..Onu bu denli koparan noktada buydu bizlerden,ruhunu keşfedememiş, onlarla yaşamayı bilmeyen,birbirinin aynısı bir klon topluluğundan ibaretti gördükleri.Aynı şeyi yiyen, aynı şeyi içen, aynı olaylar zincirinde yaşayan ve aynı tepkileri veren bir klon ordusu..Anlaşılamamaktan öte anlatamamak daha korku vericiydi. Yolun sonunda odadaki tüm aynalar orda olduğunu bildiğin halde yansıtmıyordu bedenini, daha ileri bir anlatım yoktu. Çok yüzeysel olduğunu düşünüyordu yaşanan olayların ve her şey fazlasıyla sisteme dayalıydı artık… Aşklarımız,sevgilerimiz,aldanışlarımız,sonumuz,başımız, bakışlarımız bile..Ruhumuzu çoktan teslim etmiştik bu sistem denen düzene,ne kadar somut, ne kadar plana yönelik yaşarsak o kadar uzaklaşıyorduk kendimizden …Ve o kadar başarılı oluyorduk düzen içinde.. Tatminsiz mutluluklar yaşıyorduk mutlu olmayı başardığımızı sandığımız o küçücük mantığımızda!mantık…Beyin sinirlerimizin vurduğu ilk nokta olmuştu, biraz daha gerilerde durması gerekirken belkide…Hislerin derinlerine bir kere indimi insan bir daha toparlayamıyordu kendini, kendi ile birlikte bu sonu olmayan yolda ruhunu çözmeye çalışıyordu,bu bir inişten çok düşüştü belkide, düşüşün sonu yoktur derler ya.Belki de tüm sorun kendi ruhumuza gerçekleştirdiğimiz bu ani düşüştü.Tıpkı bir uyuşturucu gibi müptelası oluyordu kendinin.Bu yolculukta kendi kendini çok kurcalıyordu, kim bilir kendi ruhunu deneme yanılma yoluyla öğrenebiliyordu, beklide yarar değil zarar veriyordu yaşamına,ama yaşamın çok bir önemi yoktu ,bu yolda yaşam çizgisini ne kadar değiştirdiğinin de çok bir önemi yoktu..Bakışların, hissetmenin çok da kayda değer olmadığı anda yaşantısının nasıl gittiğinin bir önemi olabilir miydi?Her şeyin bir kalıba sokulduğu bu hayatta yazdığı bu yazının bile stil,şekil,yazı karakteri,konu gibi bir ton kalıba sokulacağının farkındaydı..Okyanusta bir yelkenlinin kaptanıydı o..Pruvada öylece sonsuzluğun mavisine bakan ama karaya inanan biri..Gemisine yön veren ne kendi nede dümeniydi ,rüzgarı hissetmeye çalışıyordu nerden gelip nereye gideceğine rüzgarla birlikte karar verecekti,dümen sadece doğru ve dengeli bir şekilde gitmesine yarayacaktı..Belkide içinde yaşadığı o yoğun hazzı dışarıdakilerde göremiyor, dışarıda bulamıyordu,anlaşılır gibi değildi.. Sanki insanları kendi kendinden uzakta yaşatmak için yılar öncesinden tasarlanmış bir senaryo gibiydi yaşam.İnsan psikolojisi bir bireyin en hassas noktasıdır.O halde ustaca şekillenmeliydi, zaten her insanda bunun meyvelerini göremiyordu.Yanlış arayışlar yanlış yolculuklarla kendi kendinin en hassas olduğu noktayı bozabilirdi,tıpkı bilinçsiz ama meraklı bir çocuk edasıyla, tornavidayı kaptığı gibi oyuncağını sökmesi,arabasını kullanırken kurduğu hayallere zıt bir metal yığınıyla karşılaşması gibiydi bu..Onu, kaldırımın üstünde sürme hazzını yeterince almadan büyük bir doğaliteyle açmak istemesi sonucunda bozabilir hatta toparlayamayabilirdi.Biz bir çocuğun tamamen bilinçsiz tertemiz olan duygularıyla mı yaklaşıyorduk ruhumuza?onu şekillendirmek yerine nefes alış verişimiz kadar doğal,sorgusuzca mı yaşamalıydık yoksa hislerimizi?bir çoğumuz ruhumuzu olumsuz yönde etkileyen problemlerle karşılaştığı zaman yanımızda iki çift dertleşmek isteyeceğimiz bir dost,yada iki kadeh içki ararız ,kimilerine göre bir rahatlama, iç huzura kavuşma biçimidir.Alkolün maalesef duygularımızı daha açığa çıkarttığı bir sistemdir yaşadığımız düzen..Meyler içilir sohbetlerimiz olması gerektiği hali alır; derinleşir..Asıl konuşmak isteyipte nedense es geçtiğimiz sohbetlere gelir sıra,gözlerimizden iki damla yaş süzülür belkide muhabbet koyulaştıysa..Sığınacak bir liman, sarılacak bir omuz ararız..Kim bilir belki de o an hissetmek isteriz değil mi? Dostluklar pekişir her gün saatlerini yan yana geçirdiğin insana onu ne kadar sevdiğini anlatmak ve ona sarılmak istersin… Günün yüzeyselliğini, hislerin ve içinin derinlerinden gelen duygular almıştır.Sonra itiraflar başlar,kendi kendimize yalan söyleyerek günlük hayatta dışladığımız ve hep itmeye çalıştığımız o hisler..Acılarımız,kinlerimiz,eski sevgiliyle otobüsün içinde yolladığınız o sıcak bakış gelir aklınıza?halbuki ne kadarda kısa bir anı değimli?Tabiri caizse saliselerin bir kovalamacası kadar kısaydı..-O anı diğerlerinden özel kılan ve şu an beynime kazınmasına yol açan şey ne ey tanrım? diye düşünmeden edemezsiniz değil mi?Yanındaki dostumuza bizim için ne kadar değerli olduğunu, elini tutarak,sırtını sıvazlayarak söylemekte bu zamana kalmıştır,ve daha neler neler.Annelere onların ne kadar mükemmel bir insan olduğunu söylemek,anne şefkatinin, anne olmanın nasıl yüce bir duygu olduğunu düşünmek ve daha binlerce şey.hep bu zamanda mı gerçekleşir?Yanımıza gelen köpek,üzerine oturduğumuz otlar,karşında sana gözleriyle ilham veren dost,gün boyu attığımız binlerce boş bakışın içinde ufuğa bakan o düşünceli gözler..Artık bize çok uzak olduğunu bildiğimiz halde, sesini duymak, gören bakışlarla bakmak,ne olduğunu tanımlayamadığımız kadar yüce duygularla, hissetmenin o müthiş keyfini aldığımız dokunma eylemi…Hayalimizden hiç çıkmamış,hiç çıkmayacak olan o hayal ürünü aşk meleklerimiz..Sabah olupta kafamızı yastıktan kaldırdığımızda her şeyin bitmiş olduğunu anlarız nasıl olursa.Kafamızın içi bize anlamsız gelen karmakarışık şeylerle doludur, alkolün verdiği o iğrenç baş ağrısını hepimiz hissederiz değil mi? Aklımıza o zamandan kalma birkaç bukle şey geldiği zaman kimimize saçma, kimimize komik gelir. Kimimizde ufak bir suçluluk duygusu, pişmanlık ve utanmışlık olur değil mi? Hemen kafamızdaki şalteri kaldırır işimize gücümüze bakarız, koşar adımlarla tıpkı kaçar gibi. Kim bilir ben şalterini kaldıramayanlardanım belki de. Bu yüzden hayata monaliza gülüşüyle, dışarıya pamuk ipliğiyle bağlıyım…Hikâyenin sonuna varılmıştı artık, o duygularıyla yaşamanın yolunu arıyordu, bu yolda kaybettiklerinin çok bir önemi yoktu. Kendisini heyecandan tirtir titreten şeyden öte bu duygu selini çözmeye yönelikti arayışı, belkide titremesine sebep olan şey her hangi bir şeydi birçoğuna göre. Duygularını açığa çıkartmak için alkole, içindeki aşkı dile getirmek için aşk şarkılarına, nede başka bir etkene gerek kalmayacaktı bu saatten sonra.O ruhunun derinliklerine inen bu yolculukta hepsinden çok daha fazlasını bulacaktı…