Bu kadar güzel bir kalem bulmasaydım yazmaya başlamazdım.Çok güzel bir kalem. Bütün aksamı demirdenmiş gibi.Ama kediyi uyardım. Yazarken rahatsız etmesi durumunda gerçekten demir olup olmadığını en iyi o anlayacaktı.Daha akıllı-uslu şeyler anlamayı tercih etti sanırım ve açık olan pencerenin iç taraftaki geniş pervazına kıvrılıp, göremediğim (perdeden dolayı) ama tahmin ettiğim şekilde uzanmış, geceye bakıyordur herhalde (romantik oldu bu).Aslında genç ve meraklı bir kedi olduğu için endişelenmeliyim ama sineklik teknolojisi içimi rahatlatıyor.Meraklı bir kedi, dördüncü kattan sırf aşağıdaki ışık hareketlerinin ne olduklarını yada nereye gittiklerini merak ettiği için atlayabilir.Kedinin dördüncü kattan atlaması için gerçekten meraklı olması gerekir, evet. Meraklı olması için illâki genç olması gerekli şeklinde bir durum söz konusu değil ama. İnsan ırkı ile karşılaştırıldığında orta yaş denilebilecek bir yaşta, mesela dört yaşında bir kedi de atabilir kendisini camdan.sırf meraktan.Evet.Kalem güzel ama aslında bahsetmek istediğim şeyi unutmamam gerek.Geçmişi merak ediyorum. ‘Geçen zaman’ içinde neler olduğunu değil. Akışkanlık örgüsüyle zerre kadar ilgim yok.Geçmişi düşünüyorum.Anlamaya çalıştığım; ‘geçen zaman’ geçmeye başlamadan önce olanlar.Nesneleri hep böyle mi algıladı insanlar? En başından beri?Çok fazla eski.. Geçmiş kavramının olmadığı zamanlar.Etrafımızdaki ‘şey’ lere şimdi verdiğimiz anlamları mı veriyorduk?Işık (dolayısıyla renkler), deniz, gün batımı, ağacın üstünde duran ve ötebilen şey…Kuş..bütün bunları algıladığımızda şimdikiyle aynı anlamlar mı beliriyordu beynimizde?Kuş.. ilkönce isimler mi vardı, anlamları mı?Hangisi hangisini doğurdu?Çok merak ediyorum. Ama asla anlayamıyacağım.Bilindik-bilimsel gerçeklerle açıklanamıyacağı için, bütün bunlarla ilgili söylenebilecek herşey, birileri tarafından kurulan ve bazıları diğer insanlara anlatılmaya değer görülen fantaziler olmaktan öteye geçemiyecek.En başından beri düştüğümüz tuzağa düşer miyiz acaba? Birilerinin fantazilerine inanmak..Yada üstesinden gelemeyip kabullenmek.Rakamlar kimin fantazisiydi?’Sıfır’ diye birşey olmadığını anlayan ve bu olmayanlık durumunu hiçlik ifade eden bir anlamla isimlendiren kimdi? Kim ki?Olmayanı belirtmiş ve olmayanın olmadığını sembolize etmiş.İnsanlar ne yaptı peki?’Olmayanlık sembolü’ nü alıp, onu varmış gibi algıladıktan sonra onu matematiklerinin başlangıç noktası ilan ettiler.Sıfır…Herşeyin durduğu yer. Hiç olmayan yer.Akıcılık fikrinden uzaklaştılar sonra. Sıfır a saplandılar. Hiçbir zaman hakkını vererek algılayamadıkları sıfır a.Hakkını veremediler çünkü diğer bütün şeyleri olduğu gibi sıfırı da kendilerinden önceki kuşakların birikimlerinin toplamında anlamaya çalıştılar.Sorgulamadan.Ateş yakar, elektrik çarpar, ışık görmeni sağlar, böcekler iğrençtir.İnsan bilinci şartlanmaya çok müsait.İki sayısının üç sayısıyla toplandığında nasıl beş ettiğini, iki ve üç ün nasıl sınıflandırmalar olduğunu, toplama işleminin nasıl bir hareketliliği olduğunu anlamak yerine, bize öğretilen mantığı dimağımıza kazıyıp, iki ve üç rakamlarının arasında toplama işlemini sembolize eden işareti görür görmez sağ taraflarına ‘eşittir’ işareti ve beş rakamını yazmayı tercih etmişiz.Köpekler gibi.’otur!’ ses kodlamasının karşılığı oturma pozisyonu. Eğer eksiksiz yerine getirilirse karşılığında süper leziz bir ödül tableti.Gerekli “eğitim” i almış bir köpek, -evde kapalı kaldığında- sidik kesesi içeride infilak etse bile tuvaletini yapmaz. Çünkü şartlandırılmıştır. Eve tuvaletini yaptığında cezalandırılmıştır. Eğer eve tuvaletini yaptığında cezalandırılıyorsa tuvaletini dışarı yapmalıdır. Bu durumda ödüllendirildiği düşünülürse köpek anlar : ‘Eve tuvalet yapmak kötü, dışarıya tuvalet yapmak iyi birşeydir.’Bu algılama aşaması.Aradan iki yıl geçtiğinde köpek ölümüne kendini tutar ve eve tuvaletini yapmaz. İşin komik yanı, artık neyin iyi neyin kötü olduğunun hiçbir önemi olmamasıdır.Buda şartlanma aşaması.Yada 2 + 3 = 5.İş merak etme yeteneğini kaybetmemekte. Kediler gibi, ne olduklarını (tek başına) anlamak için dördüncü kattan araba ışıklarına atlayabilme yeteneğini kaybetmemekte.Evet.Bu durumda köpeklerle büyük benzerlik gösterdiğimiz söylenebilir. Tek fark : kimin götünü yalayacağımızdan pek emin değiliz.Neyse.Kalem çok güzel ve kedi halâ camda.
yorumlar
harika.. küçük bir ek yapayım müsadenle.. görelilik asla unutulmaması gereken şeylerin en en en başındadır bana göre.. insan bilinci asla unutmamalıdır tüm algıların, kavramların, şartlanmaların, bilişlerin hülasa herşeyin göreli olduğunu.. yani tek bir bilinç yok evrende..benim bakışıma, algıma göre beş olan sana göre beşbin olabilir.. neden çünkü sen metresin ben milimetre.. ikimiz de haklıyız.. ama kendimize göre.. bu çok önemlidir kanaatimce.. buna bir örnek de renk körlüğü denen rahatsızlıktır.. bazı renkleri farklı tonlamalar olarak görürler.. mesela turuncuyu gri gibi görebilir, veya pembeyi açık yeşil.. ama “benim turuncum doğru onun grisi yanlış, bu ölçü beşbin, beş de nerden çıkıyor..vs” deme hakkına sahip olamaz kimse teknik olarak.. çünkü algısı kadar bilmektedir.. onunla sınırlıdır..iyi, kötü, doğru, yanlış, güzel, çirkin..vs tüm tanımlamalar kullanmaktan kaçınılması gereken tanımlamalardır.. çünkü asla kesin bir hükme ulaşmak mümkün değildir.. ve takdir edilecektir ki, yanlış olması muhtemel hükümlerden kaçınmak, gelişmek isteyen bilincin kaçınması gereken şeydir.. hüküm vermek yerine bilgiyi algılamak ve algı nisbetince, kapasitesince yorumlamaktır belki olması gereken.. doğruyu yanlışı bilmek çok zor.. en basit sandığınız şeyde bile çok zor.. bilmekten ziyade şartlanırsınız çünkü.. ve bu da büyük hataların en büyük giriş kapısıdır vesselam..
şahsi algılaların neticesinde bilinçlerde yeşeren özerk anlamların genel-geçer olamıyacagını bende kabul edebilirim. hatta olması gereken budur bile diyebilirim. fakat derimin altındaki bütün sakatatı birbirine düğümleyen bir durum var ;benim hubble tadında br teleskobum olmadı hiç.yada mutfagımda karbon testi yapamadım.eh bu durumda, bütün ömürlerini belli bir alanda uzmanlaşmak adına geçiren insanların gerekli maddi destekleri de arkalarına aldıktan sonra o alanla ilgili yapacakları yorumları tek gerçeğim olarak kabul etmekten başka şans tanımadım kendime. (hemen herkes gibi.)ömrüm yetmez çünkü bütün bilimler konusunda uzmanlaşmaya.ekonomik davranıp paketinde malzemeleri perakende satış fiyatına satın almak tabii ki daha mantıklı. seri üretim eheh.inandım onlara.Newton un elmasına da inandım, Tales in kehribarına da.Gerçeğim oldular sonra. Gerçek oldular. İnandığım şey.Olur. Olsun. Sorun değil.Şimdi ‘Amerika yı tekrar keşfetmek çoksaçma değil mi zaten’ şeklinde yada yakın anlamlarda düşünceler geçebilir insanların kafasından.Anlatmak istediğim ; Öğrenmemiz gerekenin Amerikanın coğrafi konumu değil, o coğrafi konumu belirleyen insanın bunu yaptığı anda nasıl bir bilinç halinde olduğudur.Bütün kitapları yakmalıyız evet.
habılı olanlar da kesin yargılara varamamakta, hala bilememekteler tüm kainatı oluşturan %96’lık “dark metter“ ın ne olduğunu.. nivton abimizin elmasının yetersizliği, 4 boyutlu (geçen senelerde 11 boyuta kadar çıktı bu) evren modelinde açıklanmaya çalışılıyor.. daha kütle çekimin ne mene bir şey olduğunu tam olarak bilemiyorlar ki.. elma ne yapsın.. =))lâkin aslında bunlar örneklerden ibaret.. bilimle, edebiyatla, felsefeyle, tarihle uğraşan insanların hepsi elbet kendi kapasiteleri kadar bilgi aktarabilirler.. bilgiyi alırken bunu göz önünde tutmak lazım kanaatimce.. o yüzden pek çok tez ve anti-tez mevcut.. bu karmaşa içinde (kendimizce) doğru yolu bulabilmek ise işin en zor tarafı sanırım..