Hangi soruyu sormalısın?Bir oda düşün. O odanın içinde hapsedilmiş durumdasın. Bunu kimin niye yaptığına dair en ufak bir fikrin bile yok, zaten bunun önemi de yok. Odada iki papağan ve iki kapı var. Ve bir de yerde bir not. Notta şöyle yazıyor:“Önündeki iki kapıdan birinin ardında seni özgürlüğüne kavuşturacak yol var. Diğer kapının ardında ise seni işkencelerle dolu bir ölüm bekliyor. Ve sen hangi kapının seni özgürlüğe kavuşturacağını bilmiyorsun. Sağdaki kapı da olabilir, soldaki kapı da… Odadaki iki papağandan biri ne sorarsan sor sana sürekli “doğru”yu söylüyor. Diğeri ise her koşulda “yalan” söylüyor. Ve sen hangi papağanın doğrucu, hangisinin yalancı olduğuna da bilmiyorsun. Sana bu papağanlara sorulmak üzere tek bir soru hakkı veriyorum. Öyle bir soru bulmalısın, öyle bir soru sormalısın ki hangi papağana sorarsan sor sonuçta özgürlüğe gidecek kapıyı bulabilesin. Şansın açık olsun.”Kendinizi, cevabı bir yana bırakın, sorulacak soruyu bile bilemeyecek bir durumda bulduğunuz olmadı mı hiç. Ya da yanıtını bildiğiniz, hem de çok iyi bildiğiniz soruları inatla sormadınız mı, belki bu sefer farklı bir yanıt alabilirim umuduyla…22 Mart 2004. Hiç bir özelliği olmayan, alelade bir gün. Hayatım boyunca 29 adet 22 Mart’ı geride bıraktım, hiç birinde de bugün baktığımda hatırlayabildiğim, ya da hatırlamaya değer bir şeyim olmadı.21 Mart. Yenigün, Nevruz, Newroz, Nevroz… Sonuncusu psiko olanından. Bahar gelmiş. Bu sene de haberim olmadan geleceğini düşündü sanıyorum ama ben bu kez faka basmadım. Evimin balkonundan gelişini izliyordum. Sokağı dinliyordum. Ona dedim ki “Burada dingin bir yalnızlık var”. Dedi ki o da “Buradaki dinmeyen bir yalnızlık”. Dışardan bakılınca herkesin hayatı ne kadar yolundaymış gibi görünüyor değil mi? Oysa yaldızı kazıdığınızda altından çıkan trajedi çoğu kez kanımızı donduracak kadar şedit ve acımasız olabiliyor.Doğru yanıtı bulmak için doğru soruyu sormak gerekir.Nedir istediğim?Yepyeni bir dünyaya girmiştim. İnsanların uzun yıllardır çalışıkları ve çok uzun zaman önce kanıksadıkları bu atmosferde gördüğüm her şey benim için derin bir hayretin kapılarını açıyordu. İlk karşılaşmamızda saçma bir alet yüzünden (kim kullanacak, kimin sırası, kimin işi daha acil) küçük bir artışma yaşadığımızı hatırlıyorum. O kadar utanmıştım ki aslında, aylarca yüzüne bakamadım. Sonra, renkler soldu, geceler gündüzleri kovaladı, mevsimler yıllara bağlandı… Zaman aktı saçlarımın arasından, ellerim yoruldu, gözlerim yoruldu, başka denizlere açtım yelkenlerimi, başka fırtınalara yakalandım, bir kaç kez keskin ağızlı mercan kayalıklarının üzerinde nihayete erdi arayışım, bir keresinde bir deniz kızına aşık oldum, canım fedaydı ona, o ise yaşamamı istedi, köle olarak!Aşkla beslenen esaretler kadar can yakanına rastlamadım bugüne kadar.Aradan zaman geçti, bir hayli uğraştım esaretin yaralarını sarmak için. Sonra zaman hiç bir şeyin ilacı olmadı. Ne yaralar kabuk bağladı, ne acılar dibe çöktü. Yüreğimin hiç bir köşesini unutmadığım için, bir saniye bile vazgeçmedim hesaplaşmalarımdan.Ne yapmam lazım?Eğer ilkeli olmaya çalışıyorsanız işiniz bir hayli zor demektir. Çünkü hayat her fırsatta sizin bu ilkelerinizi sınamak için elinden gelini yapar, en karmaşık, en çapraz, en çıkmaz durumlara sokar sizi.Çıkmaz, daha fazla çıkmaz…Ne yapmam lazım?