Kamp ateşinin sönmeye yüz tutan ışığı, varlığını sürdürmek için son çırpınışlarını sergiliyordu. Vilyım, elindeki uzun sopayla ateşi karıştırdı. Birkaç kıvılcım havada dans edip yok oldular. Canıtın, oturduğu kayadan ani bir hamleyle kalkıp, kollarını iki yana açtı ve uzun uzun gerindi. Bu hareketi öyle uzun sürdü ki, kolları birkaç santimetre uzamış olmalıydı. Yere eğildi ve eline küçük bir taş alıp ateşe fırlattı. Kıvılcımlar bir dans gösterisi daha sundular ve sessiz sedasız sahneden ayrıldılar. Canıtın Vilyım’a döndü.- Dostum, geç oldu ha. Yatalım artık istersen.- Git yat sen. Ben biraz daha oturacağım.- Kevın nerede?- Çadırda. Horul horul uyuyor bir saattir. Bu sesi duymuyor olamazsın.- Kamp yapma fikrine önce olumsuz bakmıştım ama beni ikna etmene sevindim. İlk günümüz gayet eğlenceli geçti.- Daha dur. 4 gün daha buralardayız. Yarın nehir kıyısına inip, balık avlayalım diyorum.- Güzel fikir. Ayı falan var mıdır acaba?- Senden ala ayı mı olur oğlum. Varsa da ya senden kaçarlar ya da sen hemen anlaşır bizi bırakıp onlarla gidersin.- Ho ho ho. Ben yatıyorum. Sen de çok fazla oturma, gidip dinlen. Yarın erken kalkalım.Canıtın’ın son cümlesi biter bitmez çadırdan yükselen çığlıklar bütün ormanda yankılandı. Dallardaki baykuşlar, yarasalar birden havalandılar. Birbirlerine endişeli gözlerle bakan iki arkadaş hemen çadıra doğru koştular. Çadırın girişinde yere damlayan sıcak kanın kokusu, burunlarına kadar geliyordu. Çadıra yaklaştıklarında çadırın her yanının kana bulandığını artık net bir şekilde görebiliyorlardı. Beyaz çadır kumaşı neredeyse tamamen kırmızıya dönmüştü. Vilyım elindeki sopayı daha da sıkı bir şekilde kavradı. İçeriden gelen sesleri kısa bir süre dinledikten sonra hızlı bir hareketle çadıra girdi. Arkasından Canıtın daldı. Karşılaştıkları manzara ikisini de birer adım geriletti. Canıtın önce öğürmeye başladı. Kısa süre sonra kusmaya. Vilyım ağzı açık ve donuk bir ifadeyle yerde yatan Kevın’a bakıyordu. Neredeyse bir dakika ifadesinde bir değişiklik olmaksızın boş gözlerle, yerinden hiç kıpırdamadan on yıllık dostuna baktı. Ya da ondan geriye kalanlara. Kevın’ın yüzü, sağ ayağı ve sağ kolu tamamen parçalanmış, göğüs kafesi açılmış, iç organları dışarıdaydı. Vilyım, Kevın’ın sol elininde kalan üç parmaktan bir tanesinin titrediğini farketti. Belki de öyle sandı. Beyin parçaları çadırın bez duvarlarına sıçramış ve yapışmıştı. Bazı noktalarda jöle kıvamındaki parçalar yavaş yavaş aşağıya akıyordu. Çadırın ortasındaki ipe asmış oldukları fener, bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Canıtın, çömeldiği yerden doğruldu ve etrafa saçılmış et parçalarına basarak adeta donmuş olan arkadaşı Vilyım’a doğru yürüdü. Omuzundan tutup sarstı ve arkadaşını çadırın dışına çıkarttı.Yirmili yaşlardaki üç arkadaş birbirlerini ilkokuldan bu yana tanıyorlardı. Kevın içlerinde en sessiz ve uysal olanıydı. Sarı kısa saçları, mavi gözleri ve düzgün fiziğiyle yakışıklı da bir gençti. Kampa çıkmak konusunda iki arkadaşını yoğun ısrarları neticesinde kandırıp, onları daha önce hiç gelmedikleri bu ormana sürükleyen Vilyım, ellerini iki yana açıp havaya kaldırdı. Başını gökyüzüne çevirdi ve yüzlerce yıldıza bakarak bütün gücüyle bağırdı.- Nedeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeen……..!