Hafızam hiç iyi değil, hele ki son 1-2 sene içinde… En yokluğunu hissettiğim zamanlar da deniz kenarında sonsuz mavinin önünde olduğum zaman ya da bir otobüste gözlerimle taradığım yüzlerce hayatın arasında olduklarım. Anlık yaşadığım gibi gözlerim de an ile sınırlı kalıyor ve belki de üzerinde milyonlarca güzel çağrışımın yürüyebileceği düşünce matruşkaları aracı gözüm ile beynim arasındaki köprüler kalemsizlikten kırılıyor,yerle bir oluyor.Her seferinde bir kağıt ile kalem bulunduracağıma dair kendime hatırlatma yapıyorum, fakat bunu hatırladığım zamanlar ise gene ya bir otobüse ya da denizin önüne denk geliyor…Ve her seferinde kendimi tekrarlıyorum,biraz daha sert vurarak kafama.Gözlerin beyne kayıt yapabileceğine dair bir haber de okumuştum fakat kendimi biliyorum ki(!) bu çok daha fazla acı verecektir bana, derdime devanın teknoloji ile bütünleştiği zamanlar ne kadar işimi halletmiş olmanın mutluluğunu hissetsem de,içimi nedenini işte yeni anladığım bir burukluk kemirmiştir hep,aklıma tükürmüştür sonra da. Ve köpüklü sular altında kafamın daha da ağırlaşması bundandır,anladım…Ne diyordum… Kalemin, en çok da kendimi,ana dair hissettiklerimi anlamada bana en çok yardımcı olan 2. dostumun,en ihtiyacım olduğu zamanlarda, olmadığını görmek kendimi daha da işeyaramaz hissettiriyor.Kızarım çok,sağa sola bakınırım çünkü,o olmadan arabaların önlerine konulan,kafaları saniyede 1200 kez öne arkaya sallanabilen süs köpeklerine benzerim sahillerde,hatta çok daha işlevsiz. Gözlerim bayram eder sade, tanıdık bir yüz görmenin sevinci ile;beynime gidemez hiçbirşey,çapı 100 cm. olan kocaman delikli elekler hükmediverir beynime,hiçbirşey ayırt edemem.Bakarım…Uzağı da çok seçemem ama,en farketmediği zamanlardır zaten.Ve denizin uzağı hep bulanıktır zaten… Otobüslerde ya da cadde üzerindeki boş banklarda oturur vaziyetteyken tabi,çok daha lanet edesim gelir az ışıkta inatla okumaya çalıştığım kitaplara. Daha yakından incelemek istediğim,yorgun bedenlerin ait oldukları simalara bakış süremin iki insan arasındaki normal bakış süresini fazlasıyla aştığım; her ne kadar ,çok göremesem de karşı taraftan yanıp sönen bir soru işareti aldığımı sezdiğim an da kızarım, falan…Diyeceğim şu ki; denizin önünde düşünemezken ve gözlerime ihtiyaç da duymazken,otobüslerde ve saire “ah nerde gözlerim” moduna girebiliyor ve gene de düşünebiliyorum aslında,kalabalıklar beynimi yorup üretken olmamı sağlıyor ;fakat bunu önüme serili,sağı solu aynı olan mavi sularla kendim yapamıyorum. Artık kalbime tercüman olma yetisini kazanmış ceplerim de bir telefon yerine eminim ki kağıtla kaleme çok daha fazla ihtiyaç duyuyor,çığlıkları gelir kulağıma hep.”Biraz para veriyorum,susuyorlar” diye bir espri de yapmayacağım:Dher ne kadar para lanetinin en berbat espirilerin konusu olmayı hakettiğini düşünsem bile…Çok da yüklenmemeye çalışıyorum kendime,en iyi eserlerini ve ünlerini köşe bucak gezerek ortaya çıkaran şairleri bir nevi teselli yapıyorum…2 adım gerisi aptal motor seslerinden ve hava kirletme cihazlarından,gene birbirinden yokolasıcası aptal yüksek binalarla bezeli yapay caddelerden ve hemen de önümde işte;aptal bir kadının çıtlattığı aptal çekirdek kabuklarının denize atılış manzarasından ibaretse ya da binlerce aptal bira kutusu ya da gene onların cam kırıklarından ya da aptal sevgililerin aptal sevgi gösterilerinden; çok da haksızlık etmek istemem kendime..Düşünmek istemem bile bir mucize…İyi bir taraf bile çıkarırım,dünya benim dünyam değil mi? Şöyle ki…”Tek akıllı ben”cilik oynarım,üstelik 2 dakika öncesine kadar unutkanlığım ile aklımı dövüp,sövüp sayarken,hemen şimdiye onu dünyanın en akıllısı,en işleri yapmak..İşte asıl en aptala döndüğü zamanlar da böyle zamanlardır..:) Dengesizliğim bundandır… Öyle bi oynarım ki onlaa… Gözlerimi kapadığım anda,kocaman bir dağın tepesinde “ben he-man iimmmm”diye bağırırken de görmüşlüğüm yok değildir beni,ürkek kaplanım ise kalbimi oynar.(kaplan mıydı o:S) Sürekli birşeyleri oynar işte..Ama kalemden yapılma suflörlerim hep eksik kalıyor bir yerlerde…Klavyelerin kalp atışları olduğu yerde şimdi çok ütopik kaçacak bir fikir buldum; üzerimize geçirdiğimiz kıyafetlerin yırtılmayan kağıttan olduğunu düşündüm de bir an…Kolay silinebilir kalemlerle yazılan kağıttan giysiler…Elinin altında bi dolu döşeyecek boş alan…Kalp atışlarını,uzaktan geçen mütevazı balıkçı motorunun sesine benzeten biri için çok da uçuk değil ama… Yok ya,fazla saçma… Ki zaten şimdi düşündüm de,kese kağıdından kıyafet tasarlayan modacılara gözümün çarpmışlığı var sanırım,sonra sene sonlarında birbirlerinin gömleklerine dilekler yazan öğrenciler falan…Hımmm.. Daha Orijinal olmam lazım…Kafamın içinde bişiy benle dalga mı geçio???