yalnız ama dimdik
yalnız ama dimdik

Bir gün daha bitmişti işte.Aynaya baktı, kendinden önce, arkadaki masasının üzerinde duran kaktüsü gördü. Sonra bir daha kendine baktı. Galiba bir kaktüse benziyordu ve belki o kaktüsten bile daha kaktüstü.Çoğu zaman bir kaktüsten çok daha fazla kaktüs olabiliyordu. Çok daha fazla dikenli,çok daha fazla can acıtan,çok daha dayanıklı,daha çirkin ve daha…Evet, dünyaya birdaha gelse,kesinlikle bir kaktüs olarak gelirdi.Bir daha gözlerini dikti bilgisayarının yanına kondurulmuş minik sevimsiz bu bitkiye.Tesadüfi değildi konuşlandığı yer,şu, radyasyonu kendine çektiğine dair popüler bilgiye kulak asıp satın almıştı onu ve bu minik ve çirkin şeyin üzerine,aynı zamanda altından kalkamayacak kadar fazla sorumluluk da yüklediğini düşünerek,ve sürüye uyarak, tam da bilgisayarının yanına koymuştu onu.Düşündü biraz sonra,kendisi de gidip nerede kötü düşünce varsa üzerine yapıştırmıyor muydu işte,içine girdiği ortamlarda tüm belaları mıknatısla kendine çekip diğer insanları arındırmıyor muydu olası felaketlerden? Düşünceleriyle aksilikleri çağırmak onun işi değil miydi? Evet. Tıpkı bir kaktüs gibiydi işte;üzüldü düşününce bunları,gözleri doldu,dikenleri kalbine batmış olmalıydı.Bir daha gözlerini kaydırdı sonra bu sözde radyasyon vakumuna; üzerinde durup hiç solmayan yapay çiçeğine odaklandı. Nasıl da inanmıştı, satın almak üzere kaktüsünün çiçeğinin rengini seçerken, o çiçeklerin,o renklerin gerçek olduğuna… Gözleri parlayarak,heveslice sarfettiği “ne güzel,rengarenk açmışlar” cümlesinin ardından,satıcının, “ne açması abla,bu mevsimde açmaz bunlar böyle, yapma çiçek bunlar” diyerekten gözlerinin ferlerinin önüne indirdiği perdeyle nasıl da kaçmıştı tüm hevesi… Aslında tam da yüzleştiği sırada bir bitkinin gerçeğiyle, kendi ile bu bitki arasındaki benzerliği fark etmişti ,ilk kez. Bunca zaman,yakından gördükleri arasında tabiatın en sevimsiz bitkisi olarak addettiği bu canlıyı,üzerlerindeki rengarenk çiçeklerle birlikte görmek onu fazlasıyla mutlu etmiş ve hatta kaktüslere karşı bir şevkat duymasına vesile olmuştu.Çirkin ve dikenli bedenlerin tepelerindeki rengarenk

çiçekler…Demek ki sevimsizlikten ibaret değildi bu bitkiler,demek ki kendi içlerinde sevimli bir amaçları vardı, gözlerden uzak, senede birkaç defa içtikleri suyu demek bu çiçekleri için tasarruf ediyorlardı.Demek hiçbirşey göründüğü gibi değildi,bu kendilerine yaklaştırmayan dikenli vücutların gayesinde, doğuracakları narin bir çiçeği koruma güdüsü yatıyordu.Demek bütün kaktüsler, şevkatli birer anne idiler; diye düşünüyordu ki işte, satıcının acımasız gerçeği savurdu dört bir yana tüm yumuşak hislerini. Zaten o gerçeği duyduktan sonra,kendisi ile kaktüs arasındaki yakın benzerliği hissetmiş olmalıydı ilk defa.Kendisinin de, bedeninin en görünen yerinde koca bir yapaylıkla ortalarda gezindiği gerçeğini duyumsadı.Tıpkı bir kaktüsün, sanki zorlu bir harp sonrası elde ettiği,dışarıdan her an kırılmaya meyilli,narin mi narin gözüken ama dokunulduğunda yapaylığın o çıtır çıtır sesiyle beslenen ganimetini iki eliyle,onu kutsallığa boğarcasına yukarı kaldırıp en görünen yerine koyduğu gibi ,ya da yıllarca bir erkek oğlanı olmayan babanın sonunda muradına ermesiyle, alıp onu göklere çıkarması,cümle aleme duyurması gibi; bir kaktüsten farksız kendisi de,ona ait olmayan ne varsa hep en görünüründe sergilemişti sanki.Sanki; ona uzaktan bakanlar,onu uzaktan izleyenler, her seferinde yumuşak hissiyatlarla izlenimlerini yönetmişler de , yakınına geldiklerinde, dokununca gıcırdayan naylondan yapma hissiyatları,o canlı renklerin ardındaki siyah fonu ayırt etmişlerdi her seferinde.Sanki o da bir kaktüs gibi hakiki çiçeğini,yılın belli zamanları,kısa süreliğine açıyor,sadece belli zamanlarda gerçek yüzünü gösteriyordu;bütün bir yılını,o tek bir an için harcıyor,bu süre içerisinde dikenli zırhlarıyla ne kimseyi yanına yaklaştırıyor ne de bir tebessüm ediyordu.O tek bir andan ibaretti,o tek bir rengin sahibiydi, ve etrafından edindiği olumsuz izlenimler,hakkında söylenen can acıtıcı sözler sanki yakında rengini gösterecek çok daha dayanıklı bir çiçeğin teşekkülüne destekti.Yatağına yatıp uykuya dalmadan önce,son olarak ,bir kendisine baktı aynada, bir de,sanki bütün düşüncelerini okumuş da kendisine benzetilmek onu kibirli ve gururlu bir havaya sokmuş ,dikenlerini daha da keskinleştirmiş gibi ,çok daha sevimsiz gözüken kaktüsüne.Ve şükretti sonra, her bahar hevesle açıp aşktan yoksun sözde aşıkların ellerinde harab olan,yaprakları seviyor-sevmiyor uğruna etrafa savrulan bir papatyaya benzemediğine,bir kaktüs gibi dikenleriyle kendini gözü dönmüşlerden müdafaa edebildiğine.Bir papatya gibi çok güzel,narin ve beyaz olmak, her bahar aşkla gelip nice aşklar uğruna yok olmak , ya da bir kaktüs gibi bu acımasız dünyaya tüm gövdene hamilik ederek hazırlıklı gelip,kimseye sevdirmeden kendini ve aracılığınla kimseyi de kimseye sevdirmeden,çiçeğinle mutlu mesut rengini yaşamak.Yani aslında kaktüs olabilmek,başlıbaşına bir sanat.