Dilimiz uzun süredir bir şapka krizi yaşıyor. ‘â,û’ gibi sesli harflerin üzerinde kullandığımız ‘^’ işaretibazı dil bilimciler için Türkçe’den çıkarılmalı, bazıları için ise asla! Eşyazımlı birçok sözcüğüayırt edebilmemiz için ise bu işaret gerekli.
Bunun üzerine iki dilbilimci arasındaki tartışmayı size aktarıyorum. Bir üniversitede profösörlerden birisi ‘^’ işaretini Türkçe’de kullanmamız gerektiğini savunuyormuş. Diğer zeki profösörümüz inkar eden hocamıza ‘Kârını benimle paylaşır mısın?’ diye bir örnek göstermiş. E tabi şapkayı kabul etmeyen hocamız mecburen dona kalmış. Kabul etmese… Daha sonra salonu terk etmiş. Neyse yorumu size kalmış.
yorumlar
İster kaldırsınlar, ister kaldırmasınlar, çok önemli değil. Türkçe’de olmayıpta kullandığımız okadar çok yabancı kelime varken kimse sallamaz şapkayı. Eğer kaldırırlarda sonra biri bana bu başlığı şapkasız kullanırsa kafasını patlatırım olur biter..
Böylece ortak olmuş oluruz. Tabii üretimimizi de arttırmak için beraber çabalar ve daha kuvvetli hakimiyet sağlayabiliriz. Önümüze çıkan engelleri bir bir aşarak üretimimizin her türlü sonucuna da katlanmamız gerekir ama. Hadi gel, birlikten kuvvet doğar!
bunun için şöyle bi çözüm önerisi biliyorum; yukarıdaki gibi bi durumda, yani a’nın şapkalı ve şapkasız kullanılmasının iki ayrı şey anlattığı durumda (hala-hâlâ örneğin, alem-âlem, adet-âdet vs vs), şapkayı kullanmalıyız. ama (aklıma pek bişey de gelmiyor şimdi) kağıt mesela.. bunu kâğıt diye yazmanın bi âlemi yok :))
öyle diyorlar işte.. fark yaratıyorsa kullan, aşikarsa kullanma.. işte herkes bunun aaşikâr diye okunacağını biliyor ve kısa ve kalın a’lı aşikar diye de başka bişey yok..
kesinlikle
mesela artık “İMKB’de kar beklentisi” gibi şeyler yazılmasın. sanki brokerlar işi gücü bıraktı kar bekliyo ki tatil olsun piyasalar. KÂR! KÂR! KÂR!
Burası Türkiye, bu ülkenin dili de Türkçe olduğuna göre arapça imler kullanılmayacak. Bu kadar kolay. Arap yalakaları “KÂR” yazıp, okuyabilirler. Beni bağlamaz. İnceltme imi olmadan yazmak bozuyorsa arkadaşları bir daha “KÂR” sözcüğü yerine Türkçesini kullanırlar olur biter. Hani şu songoku denen kafatasçının türünden olanlar derler ya : “Ya sev ya terket”. Arabistana vize almak o kadar zor olmasa gerek. Bir an önce alsınlar vizelerini, arabistana çekip gitsinler. Nasıl ki Türkçe’de ingilizceden gelme sözcüklere karşıysam arapça sözcüklere de karşıyım.
Evet sert oldu ama bugünlerde patlayacak yer arıyorum zaten. Birilerinin dini kaygılarla anamın dilini ya da kimliğimi pazarda satılığa çıkarmasına karşıyım. Evet, dini kaygılar yazdım. Bu sanal tartışmaları çıkaran, Türkçe ile dalga geçip arapçayı özendirenler aslında şu bizim yobaz diye adlandırdığımız, Türkiye’de şeriat isteyenler. Akılları sıra önce kimliği, dili yozlaştırıp sonra kolayca yönetime de gelecekler. Bir de kafa karışıklığından bunları izleyip onların sanal tartışmalarını başka kafası karışıklara iletme görevini gören bilinçsizler var.
Bu arada arapçayı aşağıladığım sanılmasın. Arapça kendi toprağında konuşulsun. Öğrenmek isteyen öğrensin. Ama benim dilimi bozup yerine onu geçirmeye kalkana da “DUR” derim.
birader ne alakası var arap faşizmiyle şeriat isteyenlerle.
sen güzel Türkçe’mizi, Türkçe karşılığını kullanalım diyorsun, ya iyi de bunun Türkçe karşılığını Türkler bile kullanmıyor ki . TDK’nın uydurduğu terimleri Türkler kullanmıyor henüz . Ben e-mail’a elmek demedim mesela , ya da Cd’ye teker . “Dilimiz elden gitti vay anam vay ” demek mantıklı gözüküyor bir ölçüde… çünkü bu bir öze dönüş ve kafayı kumdan kaldırmayı ifade ediyor ama dilden önce çok daha önemli özelliklerimizi tırpanladılar bizim emperyalist düzenciler.
dil eğer biz kendimiz, kendi benliğimize sahip çıkarsak , kendi kendimize yetersek zaten doğru dürüst kullanılacaktır . içine başka şeyler katışsa bile , ki bu gayet normaldir , özü bozulmadan kulanılacaktır . “ya ne lightsın , akşam çok speed yaptım arabayla” gibi ne idüğü belirsiz cümleler olmayacaktır .ama bizde böyle bir silkinme kendimize gelme yok henüz , çorbacı lokantasını chorbachi olarak gormeye daha çok devam ederiz bu gidişle.
hele olayı “şeriatçılar bunu yapanlar” diye yorumlarsak daha da çok devam ederiz.
bu dona kalan hocamiz, hoca olmu$ ama agzi pek laf yapmiyor galiba. Diyememi$ mi “hehe kelime oyunu yaptim” diye sevinen obur profesore “ki$in sokakta kari gorunce icin seviniyor musun peki sen” diye.
Veya “seste$ kelimeleri okurken kafam kari$iyor” fikrinden yola cikmanin sakatligini aciklasa da olurdu. Oldu olacak denizdeki yuzmeden bahsederken u’nun uzerine ~, surat anlamindaki yuzden bahsederken u’nun uzerine -, sayi olarak yuzden bahsederken u’nun uzerine 3 nokta 1 virgul, deri yuzmekten bahsederken z’nin altina cengel ( evet yeni tatlar ariyorum, evet daha gider bu ) koyalim, kimsenin akli kari$masin.
IMKB’de kar beklentisini gorunce brokerlarin kardamadam yapasi gelmi$ saniliyorsa, IMKB’de toplu sati$lari gorunce de akillara “dort lot alana FeverNova bedava” mi du$uyor yoksa? IMKB’de tõplu alimlar yazalim, hic problem kalmaz.
PS: Profosor degil, profesor (son o noktali).
Walla arkadaslar.Bir cok insan gibi
bende turkceye yabanci kaynakli
kelimelerin girmesine karsiyim.Ama
boyle bir durumda ne yapilacagi cok
karIsIk.Oyleki yanlis hatirlamiyorsam
ilk yapilan harf inkilabinda olan bi
sey bu sapka olayI.Yani cok eskiden
halledilmis olmasi gerekirdi.Arti
olarak Turk Dil Kurumu denen bir
kurum(!) var.Bu gibi seylerle onlarin
ugrasmasi gerekmezmi? Siz neden
guselim kafanIzI boyle abidik
gubidik seylere yoruyosunuz ki?
Saka bir yana eger kalmasi gerekiyorsa
kalmasindan yanayim.Ve yukarda ki
ornege bakinca sanirim kalmasi
gerektigini dusunuyorum…:)
Soru eki olan butun mi’ler mu’ler ayri yazilsa, hayat bayram olacak inanci ta$irim ben, ondandir bu cabam. Arti olarak, eksi olarak budur butun niyetim.
Not: Ilk yazida icinlerden birini unutmu$um, “ki$in sokakta kari gorunce icin seviniyor musun peki sen” olan yerin, “ki$in sokakta kari gorunce icin icin seviniyor musun peki sen” olmasi gerekiyordu.
Arapça imler mi?
Araplar im filan kullanmaz ki, Arapçada da yoktur böyle şeyler.
Bu arada türkçeye dini terminoloji arapçadan değil farsçadan girme bu yüzden İran’a gitmeli bunlar. Mesela; Namaz, abdest bunlar farsçadır. Bunun gibi bir çok var. Bunları kullananları İran’a sürelim.
Ayrıca faşoluk yapacaksanız bilgi sahibi olduğunuz konularda yapın.Kulaktan dolma dötten sallama bilgilerle faşoluk yapılmaz.
Montag451’ın ahkamı üzerine birkaç şey söylemek ihtiyacı hissettim…
Türkçemizin en büyük özelliği ve güzelliği, yazıldığı gibi okunması ve okunduğu gibi yazılmasıdır. Başka hiçbir dilde ilk kez duyduğunuz bir sözcüğü (%100 doğru telaffuz edilmesi şartıyla) %100 doğru bir biçimde kağıda dökemezsiniz. Bu özelliği korumak lazım.
Başka dillerden sözcükler almak, bir dili öldürmez, zenginleştirir. İngilizler ve Fransızlar Latince’den aldıkları binlerce sözcük için gocunuyorlar mı? Bizim Farsça, Arapça ve Fransızca’dan aldığımız sözcüklerin kime ne zararı var? Türklüğümüzü mü yitiriyoruz? Bunların anlamlarını %100 yansıtan, öz Türkçe karşılıkları var mı ki? Türkiye’de konuşulan Türkçe’deki sözcüklerin sadece %10 gibi bir kısmının öz Türkçe’ye dayandığını biliyor muydunuz? Şapkalı a problemini ortadan kaldırmak için Arapça sözcükleri dilimizden çıkaralım da “gak” bile diyemez hale gelelim bari 🙂
Biraz konu dışına çıkıyorum ama; günümüzde kullanılan Türkçe’de keşke olsa diyeceğim üç şey:
1. â kullanımı şart hale getirilse. Hatta â’nın kullanılması gereken yerlerdeki farklı a sesleri için alfabemize a’dan sonra gelen 2-3 harf daha eklense (atıyorum; à, æ, â falan).
2. Tarih yazarken önce gün, sonra ay yazılsa da tarih birimleri hiyerarşisi doğru sırada olsa (ay/gün/yıl yerine gün/ay/yıl).
3. Küsurat ayracı virgül değil de nokta olsa. Basamak gruplama ayracı da nokta yerine virgül olsa. Batı dilleriyle aramızda olan bu uyumusuzluk özellikle bilgisayar sektöründe olanlar için tanıdık gelecek birtakım problemlere yol açıyor 🙂
Öte yandan, hiç önemli şeyler değil aslında bunlar… Ana dilimin dünyadaki en mantığa dayalı, en matematiksel ve sözcük türetimi açısından en esnek dil olmasından dolayı çok rahatım ve de ayrıca gururluyum 🙂
Ama,
“e-mail” yazılıp da “imeyl” diye okunduğu için “e-mail” lafının devlet kurumlarınca bile kullanıldığı halde Türkçe’ye yerleşmiş kabul edilmesine karşıyım. Dilimizden def edilmesi gerekiyor. Ben elimden geldiğinde e-mail yerine e-posta yazarım. Türkçe karşılığı olan bir sözcük varsa (mesela kelime demiyorum bakın), Türkçesini kullanmayı tercih ederim. Server yerine sunucu derim, download yerine indirmek derim. Ama mesela “default” yerine kullanabileceğim %100 aynı anlamı taşıyan bir sözcük henüz bilmiyorum ve bunu kullanıyorum.Ama e-mail örneğinde olduğu gibi, yalama bir şekilde herkes tarafından kullanıldığı için dilimize girmesi artık farz olmuş sözükleri, yabancı yazılışları ile değil, Türkçe okunuşları ile yazmalıyız bence. Gördüğünüz gibi benim taktığım nokta, Türkçe’nin yazılış/okunuş bütünlüğünün korunması gerektiği 🙂 e-posta yerine e-mail kullanılacak ise, “imeyl” yazalım bari. “offshore banka hesabı” yerine “ofşor banka hesabı” yazılsın. Ciddiyim…
Bildigim kadariyla, Turkce’de tarihler zaten gun/ay/yil diye yaziliyor. ( Kontrol etmek icin TDK’nin web sitesine ugradim, pi$man oldum. )
PS: Ben de ba$liksiz yazi yazmak istiyorum 🙂
ama mesela diyorsun acimadan 🙂
Ben yuzyillardir girmi$ butun kelimelerin e$anlamlisi bulunup kovulmasi taraftari degilim. Hem mesela hem ornegin guzel kelimeler. Ama bu saatten sonra biri cikip ben de bay eksempil, tsum bay$piil derim derse ona da tuhaf bakarim.
Default yerine zaman zaman dogu$tan diyorum, cok memnunum, hic bir sorun cikarmadi.
Bu metnin yazılma amacı hiçbir sağ ya da sol görüşü savunmak veya hiç bir çevrenin taraftarı olmak değildir. Sadece kendimce önemli bulduğum bir konuyu öne sürmek istemiştim. Ayrıca bu kadar tepki toplayacağını bilmiyordum. (Ayrıca belirtmek istiyorum. Bu metnin kaynağı bizim edebiyat hocasıdır. Bizzat derste dinlediklerimi kaleme aldım.)
şapkalı a (klavyede nasıl yazıldığını bilemiyorum, öğrenmek lazım hemen), inceltmekle beraber uzatmak için de kullanılabiliyor; o bakımdan türk dilinde kullanılması gerektiğini düşünüyorum. pek çok kelimede telaffuz hataları ortaya çıkıyor çünkü…
bir de, kelime-sözcük örneğinden hareketle, eğer benzer anlamlı kelimeler uzun zamandır dilde yer etmiş ise, kelime dağarcığının geniş olması bakımından her ikisinin de kullanılmasında herhangi bir yanlışlık görmüyorum. eğer böyle elemeler yaparsak neticede kısıtlı sözcük sayılarıyla başbaşa kalırız gibi…
paranoyak kokten laikci monşer montag’in gene laiklik elden gidiyor sendromu tutmus anlasilan, Allah selamet versin,
songoku beye kafatasci demen de hic yakisik olmamis ama, neticede senin ondan bi farkin yok ki..ikinizde kafatascisiniz,ikinizde size benzemeyenleri bir yerlere gonderme telasi icindesiniz degil mi??
Konuyu ahkamlara yanıtlar biçiminde toparlayacağım. Kafam zaten başka yerlerde, şu an giriş/gelişme/sonuç yazacak kadar gücüm yok.
* mete1
“…Çok etnik kimlikli bir ülkenin dilinin arı, tertemiz bir dil olmasını beklemek hayalperestliktir. “Somun” rumca kökenlidir, kullanmayalım mı ? “Salep” Sudan´dan gelir, hadi onu da kullanmayalım…”
Hayır, böyle bir isteğim yok. Her dil başka dillerden etki alır. Eğer almıyorsa sözkonusu dili konuşan insanlar dünya ile ilişkilerini kesmişler demektir. Ama bu etkilenme nereye kadar olacaktır ? “Etkilenmek”, “Kültür Alışverişi”, “Dili Zenginleştirme” başka şeylerdir “Kültürü Ortadan Kaldırma”, “Dili Yoketme”, “Kimliği Yoketme” başka şeyler. Ülkemizdeki durum gözönüne alındığında bir kültür alışverişinden sözetmek olanaksız. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, onu kuranlar tarafından bu durum görülmüş ve tüm yurtta yaygın bir eğitim hamlesiyle dilin yozlaşması engellenmeye çalışılmıştır. Neden başarılı olunamadı ? 1946 yılından ve özellikle 1950’den sonra Türkiye’de yaşananları biliyorsanız zaten buraya bunu ayrıntılı olarak yazmama gerek yok. Yok bilmiyorsanız, bu başka bir yazının konusudur. Sonuç olarak dilimizde arapça, farsça, rumca, lazca, kürtçe, ingilizce, almanca, fransızca, italyanca, yunanca, latince vb dillerden gelme sözcükler olacaktır ancak bu etkilenmenin bir sınırı ve kuralları olur. Almanlar televizyonu bulmadılar ama “Television” demek yerine hiç gocunmadan “Fernsehen” diyorlar (Bu konuda özellikle fransızca ve almancadan yüzlerce, binlerce örnek verilebilir). Siz neden televizyon diyorsunuz peki ? Onlar neden bu tür bir müdahaleye gerek duyuyorlar acaba ?
Konu dağılmaya başladı. Hemen başka ahkamlara geçiyorum.
* mete1
“…Anadolu´da yaşayan insanlar ve konuşulan Türkçe yüzyıllardır arap ve arapça kavramları ile komşudurlar, içiçe geçmişlerdir. Zamanı tersine çevirip, ayrık otu yolar tavırlara bürünmenin ne faydası var ?…”
Anadolu’da yüzyıllardır konuşulan Türkçe hakkındaki bilgilerin ne yazık ki yanlış. Arapça, farsçayı, bu dillerle içiçe geçmiş olan Osmanlı yönetimi çevresindeki kısıtlı topluluk yüzyıllardır kullanıyordu. Saray edebiyatçıları, yöneticiler, orta düzey ve alt düzey yöneticiler vb. Anadolu halkı yüzyıllardır onlardan kat kat temiz bir Türkçe konuştu.
“Ayrık otu temizleme” kavramı yapılan işi ne yazık ki doğru betimlemiyor. Yapılan işin ne olduğu zaten burada 2-3 satır yazıyla anlatılabilecek birşey değil. Sana birkaç yıl boyunca günümüz ve cumhuriyetin ilk yıllarında yazı yazmış, konuya kafa patlatmış Türk edebiyatçılarını, dilbilimcilerini okumanı önerebilirim ancak. Kaldı ki konu bu kadar dar kapsamlı (yani Türkçe’nin temiz kalması ya da burada konuştuğumuz konu kısaca) değil zaten. Bu konu çok daha geniş kapsamlı olayların yalnızca bir yönü.
* secureman
“…TDK’nın uydurduğu terimleri Türkler kullanmıyor henüz…”
Hangi TDK’dan konuşuyoruz ? Ben günümüzde TDK adı altında çalışan kurumu nerede savundum ? Her ne kadar günümüz TDK’sını savunmasam da o kurumun yaptığı çalışmalar bile “Uydurmak” adı altında kesilip atılamaz. Hiç elinize edebiyat, çeviri, dilbilim dergisi ya da makalesi alıp okuyor musunuz ? Dil çalışmaları türk “medyasına” (“Medya” denen iğrenç sözcük bence dilimizden atılmamalı ve bir aşağılama terimi olarak kullanılmalı) böyle yansıyor olabilir ama gerçekte yapılan iş hiç de “uydurma” ile özetlenebilinecek bir iş değildir. 1980 öncesi TDK’sı tarafından yapılan çalışmaları izlemenizi öneririm. Bana günümüzde TDK’nın ne yaptığını anlatıp durmayın lütfen.
* secureman
“…hele olayı “şeriatçılar bunu yapanlar” diye yorumlarsak daha da çok devam ederiz…”
Lütfen kimse bundan sonra ilk ahkamımdaki “şeriatçı”, “yobaz” vurgusunun üzerinde durmasın. Bir dellenme anında yazılmıştı onlar. Size Türkçe’nin Osmanlı dönemindeki gibi kalmasını savunanlar için daha uygun sözcükler bulacağım. Bundan sonra söylediklerime karşı çıkacak olanlar o sözcüklerle karşı çıksınlar. Bu arada “Şeriatçı”, “Yobaz” onları tam olarak betimlemiyorsa bile, genel anlamda onların kimliklerini tanımamız açısından yakın tanımlamalardır.
* NecronomicoN
“…Türk Dil Kurumu denen bir
kurum (!) var. Bu gibi şeylerle onların
uğraşması gerekmez mi ?…”
Türkçe konuşan insanlar olarak hepimizin bu işlerin bir yanından tutması gerek. “Türkçe” bizlerin dışında olan, yaşamlarımızda yeralmayan, sorumluluğumuzun bulunmadığı birşey değilki. Yaşamızı etkileyen ve özünde doğrudan bizlerle ilgili olan konularda edilgen kaldığımız sürece başımız gelecek her türlü sıkınıtıyı, felaketi hakediyoruz. Depremle yalnızca bu felaketi yaşadığımızda ilgileniyor (O da büyükşehirlerimize yakın yerlerde gerçekleşirse, yoksa Erzurum’da olduğunda sikimize bile takmıyoruz depremi), politika ve ülke yönetimiyle yalnızca başa aşırı uçlarda yeralan partiler geçtiğinde ilgileniyor, trafikle yalnızca bir yakınımıza zarar geldiğinde ilgileniyor, sağlıkla yalnızca kendimiz ya da bir yakınımız zarar gördüğünde ilgileniyor … ve sonuçta bu tavır yüzünden yalnızca Türkçe değil, günlük yaşamımızı etkileyen her konuda etkisiz, izleyici konumunda kalıyoruz. TV çapındayız tabii artık. İzleyici olmak en güzel konum. Tıkandım, gerisini getiremeyeceğim. Bu konuda çok kötümserim. Hani nerede sivil toplum ? Hani … ? Konu yine dağılıyor gibi görünüyor olsa da aslında doğrudan devil’in yazısının özüne ilişkin bunlar.
* ser-hus
“…Ayrıca faşoluk yapacaksanız bilgi sahibi olduğunuz konularda yapın. Kulaktan dolma, dötten sallama bilgilerle faşoluk yapılmaz…”
Oradaki söylemime takılmayınız ser-hus bey. Buyrun konuşalım. Faşoluk yapacak değilim, oradaki ifadelerimin sertliğinin nedenini de yazının içinde açıklamıştım zaten. Üstüne üstlük şunu da açık açık söyleyeyim kafatasçı diye adlandırdığım songoku’nun bile bu konularda söz sahibi olmasını isterim. O da gelsin düşüncesini açıklasın. Ama toplumsal bir oturum yapılıp, bu konulardaki istekler tartışılmadıktan sonra herkes kendi söyler kendi dinler. Günümüzdeki duruma bakınca da görülebilen tek şey, dil üzerine ortak kararların alındığı, üzerinde anlaşılmış bir yönde yüründüğü değil maalesef. Benim gibi düşünenlerin sözleri havada kalıyor. Dillerimizi, kimliklerimizi, kültürlerimizi tek yönlü olarak osmanlıya, amerikaya, arabistana (vesaireye) teslim etmeye çalışan ya da razı olanlar ise istedikleri gibi at koşturuyorlar.
* MaGnA
“…İngilizler ve Fransızlar Latince’den aldıkları binlerce sözcük için gocunuyorlar mı ? Bizim Farsça, Arapça ve Fransızca’dan aldığımız sözcüklerin kime ne zararı var ? Türklüğümüzü mü yitiriyoruz ? Bunların anlamlarını %100 yansıtan, öz Türkçe karşılıkları var mı ki ? Türkiye’de konuşulan Türkçe’deki sözcüklerin yalnızca %10 gibi bir bölümünün öz Türkçe’ye dayandığını biliyor muydunuz ?…”
İngilizler gocunmaz. İngilizce zaten yamalı bohça gibi. Ama fransızlar ve almanlar (ve bazı başka avrupa ulusları da) gocunuyorlar. Mete1’e yazdıklarımı birkez daha okuyun.
Yazdıklarımı okuduysanız “Ne zararı var” bölümüne yanıt vermiş olduğumu sanırım göreceksiniz. İsterseniz bu konuda daha da çok yazarım.
“Türklüğümüzü mü yitiriyoruz” sözüne gelince : Benim Türklükle hiçbir işim olmaz. Türklük denince aklınızda ne canlandığını kestirebiliyorum. Ben yalnızca kimliğimle ilgilenriim. O kimliğin temelinde yeralan en önemli öğelerden biri de dilimdir. Onun yitip gitmesini istemem. TC’nin bana vermiş olduğu plastik kaplı kağıt parçasından sözetmediğimi anlatmama gerek yoktur sanırım.
“Bunların anlamlarını %100 yansıtan, öz Türkçe karşılıkları var mı ki ?”
Yoksa türetirsiniz. Dilimiz türetmeye çok uygun bir dil. “Öztürkçe” diye bir dil yoktur. Bu zırvalığı kimden duyduysanız unutun biran önce. Bugün konuştuğumuz dil Türkçe’den uzaklaşan, piçleşen bir dil yalnızca. Ona Türkçe demiyorum ben.
“Türkçe’deki sözcüklerin yalnızca %10 gibi bir bölümünün öz Türkçe’ye dayandığını biliyor muydunuz ?”
Bilgileriniz yanlış diyebilirim yalnızca. Kim, nerede, ne zaman böyle bir araştırma yapmış da bu sonucu çıkarmış ortaya ? Yukarılarda sözünü ettiğim “1980 öncesi TDK’nın” çalışmaları sizi yalanlıyor.
* Herkese
Sözlerim bitmedi ama ben bittim. Kafamda kendi yaşamımla ilgili binbir tane tilki dolaşırken burada beni iyice yoran bir tartışmaya girdim. Uzunca bir süre benden yanıt alamasanız bile önümdeki karışık dönemi atlattıktan sonra buraya mutlaka döneceğimi belirteyim. Daha geniş konuşuruz. Şimdilik hoşçakalın.
Montag451’in yazdıklarına zaten büyük ölçüde katılıyorum. Kendimi yazıda ifade etmeye üşenen bir insan olduğum için, her zaman yaptığım gibi yetersiz cümleler kurduğumdan, gayet normal olarak bazı konularda yanlış anlaşılmışım 🙂
%10 mevzuuna gelince; dil konusunda özellikle oturup araştırma yapmış değilim. Son zamanlarda elimden düşmeyen bir kitapta okuduğum bir bölüm üzerine %10 diye yaklaşık bir oran vermiştim. Kitap, Sevan Nişanyan’ın “Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı”. Şiddddetle tavsiye ediyorum; çok eğlenceli. Alıntıyı ya yapalım, hoop:
Sevan Nişanyan, Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı, Kasım 2002, Adam Yayınları, ISBN-975-418-744-4
Hadi biraz da icraat (icraat: Arapça) görelim…
Ne atom (atom: Fransızca) bombası (bomba: İtalyanca)
Ne Londra (açıklama istemez herhalde) Konferansı (konferans: Fransızca)
Bir elinde cımbız (cımbız: Yunanca),
Bir elinde ayna (ayna: Farsça);
Umurunda mı dünya (dünya: Arapça)
Biriniz bana bu şiiri (şiir: Arapça) “Türkçe’ye” çevirin lütfen (lütfen: Arapça)…
1-TDK’yı savunduğunu söylemedim sadece şudur söylediğim : Türkiye’de Türkçe’yi koruma zenginleştirme vs. çalışmları yapan bir kuruuş var ve ben onların yaptığı çalışmaların sonuçlarının benimsenmediğini söylüyorum.
2- Şeriatçılar lafı , -çı , -ci , – cu ‘lu söylemlere gıcık olduğum için beni ayrı bir geriyor . Ayrıca Tr’de hala insanların birbirine “gomonis lan bu , vay faşooo” gibi yakıştırmalar yapmaları yaşadıklarımızdan ders çıkarmayan hiç akıllanmayan bir millet olduğumuzu hatırlatıyor . O yüzden yazdım onları ve görüyorum ki sen de hemen vize çıkarma işlemlerine başlıyorsun sinirlendiğinde . Sinirlendiğinde insanın gerçek düşünceleri çıkar ortaya çünkü.
Sakin sakin konuşalım.
Dillerimizi, kimliklerimizi, kültürlerimizi tek yönlü olarak osmanlıya, amerikaya, arabistana (vesaireye) teslim etmeye çalışan ya da razı olanlar ise istedikleri gibi at koşturuyorlar.
Kim bunlar ve hangi yöntemlerle kimliğimizi başkalarına teslim etmeye çalışıyor(lar)?
Bu toplumun kültürel kimliği zaten cumhuriyetin kurulmasıyla yıkıldı.Harf inkılabıyla Osmanlı ile yeni nesillerin arasını kopartarak kültürel olarak yeni bir sayfa açmış sayıldık, batılılaşma çalışmalarıyla da zaten bu desteklendi.Mustafa Kemal bu konuda biraz basiretli olsaydı bu nesillerin bir yetmiş sene sonra bu hale gelebileceğini hesap ederdi.
Camdansarkma’ya cevap verecek var mı? Güzel bir noktaya değinmiş.
Bence dil iletişim için ve doğal yollardan zamanla değişmesi (zenginleşmesi ya da yalınlaşması) güzel ama zorla (o, bu istiyor diye) değiştirmeye çalışmak (kelimeler çıkartmak ya da eklemek) anca aptallara yakışır boş bi çaba.
elif’in öküzü için benzer referansı ben de veriyorum. bazı kelimeler arasındaki çok matrak ve beklenmedik bağlantılar var kitapta. yine nişanyan’ın etimoloji sözlüğü de yayınlandı, o da fena diil ama 25 qaat.
Bişiler yaziyim bari. Maksat ahali faydalansın. Efenim bu şapka denilen işaretin asıl adı ‘aksan sirkonfleks’tir. Bizde malumunuz latin karakterlerine geçiş sırasında bazı zorluklar yaşanmıştır. Bunlardan biri de arapça ve farsça asıllı kelimelerin doğru telaffuzu idi. Bu nedenle aynı öteki şapkayı kafamıza geçirdiğimiz gibi, bu şapkayı da bazı harflere geçirdik.
Şimdi inceltme imi gibi tuhaf bi adı olan bu şapka, aslında derdimize deva olmadı tabii (kafaların dışı diil içi önemlidir misali bu şapka için de geçerli). Zira pratikte, bu işareti gördüğümüzde, altındaki harfi mi uzun okuyacağız, yoksa şapkalı harfi kendinden bir öncekiyle birlikte yumuşatacak mıyız bilemedik. Dil devrimcileri maalesef bu ayrıntıyı umursamamışlar, inceltme ve uzatma için iki ayrı işaret gerektiği halde, sadece şapkayla işi halletmeye çalışmışlardır.
Hadi örnek de olsun. İnceltme ‘lakin’, uzatma ‘saki’. Tabi bu karışıklık, yeni nesillerin kelimeleri yanlış telaffuz etmesine yol açtı ve yanılmıyosam 5-6 sene önce ‘şapkaları kaldırdık’ diye bi resmi açıklama şeyedildi.
Şapkanın kısa geçmişi böyledir. Şapkanın içindeki kafalar meselesine de gelicez. Ama en sonundaki M. Kemal cümlesine takılmadan, yukarda ser-hus beyin ettiği bi kaç çok önemli lafa dikkat ediniz derim. Bence tartışılması gereken esas konuya parmak basmışlardır.
orta okuldaydim… turkce hocamiz ULKU hanim sinav kagitlari elinde, hem aldigimiz notlari okuyor hem de hatasi olanlari uyariyordu. cok disiplinli, sert mizacli, Atatürkçü bir hocaydi. sira benim yazili kagida gelmisti. birden bagirmaya basladi.
– ne bicim ogrencisin sen! nerde yasadigini zannediyorsun?…vb. cabuk kalk tahtaya!
icimden aha!!! gecirecek simdi bitane dedim… kuculdum, kizardim, utandim. tabii kalktik tahtaya.
– yaz adini dedi.
yazmasina yazdim ama tekrar bagrismalar… sucum ismimdeki sapkayi unutmakmis! sinav notumdan “5” puan kirdi, ve eger ayni hatayi sonraki sinavlarda da yaparsam kirmalar katlanarak devam edecekmis. o andan sonra bir daha adimi yazarken “û” hic unutmadim.
rahmetli ULKU hocam icin: halûks 🙂
da bi kaç kelime söyleyeyim
Efsane ve dürbün kelimeleri de farsçadan gelmişler Türkçeye.
Hadi bide soru:
İvedi kelimesi nerden gelmiş?
Dürbün kelimesi dürbin den geliyor
dürbin: Farisi bi kelime
Peder de farsça
dur=uzak
bin=görmek
“batılılaşma çalışmalarıyla da zaten bu desteklendi.Mustafa Kemal bu konuda biraz basiretli olsaydı bu nesillerin bir yetmiş sene sonra bu hale gelebileceğini hesap ederdi.”
batılılaşma diye bişiy yok. medeniyet diye bişiy var.
Mustafa Kemal’in hesab edemediği tek şey ise sizin gibiler sanırım.
Biz seksen sene önce ki dedelerimizin yazdıklarını okuyamayan bir nesiliz.Yani dedenin babasının yazdığı bir mektubu bir tapu belgesini bile okuyamazsın. Topkapı ve Süleymaniyede el yazmaları kütüphanesinde kurtarılmış yüzbinlerce eserin var, sadece kurtarılmışlar orada,cumhuriyet devrinde yakılan ve yokedilenler hariç.
Koca bir medeniyet orada yatıyor ve çürütülmeye terkedilmiş.İbn-i Sina, Biruni,Ali Kuşçu, Piri Reis, Farabi,Fergani vs vs
16.yüzyılda Türk bilginleri tarafından Trigonometri üzerine hazırlanmış “Ziyc” adlı eseri göstersem vay dinci diye kafama atarsınız.
Biz lisede ulan hangi gavur bu kosinüsleri buldu,azap çektiriyor bize derken nerden bilelim bunları’da Türk bilginlerinin bulduğunu.Bu bilginlerden Çemşid’in oturup kasıp bunları geliştirdiğini. Çünkü biz bu eserleri okuyamıyacak olarak yetişmiş bir milletiz.Bilmiyoruz medeniyetimizi.
(Ki; daha neler üretmişiz.Bu konudaki arşivim olsaydı
-kaybetmeseydim- daha detaylı anlatırdım.)
Sen git ingilizlerin hindulara ve çinlilere yapamadığını kendi milletine yap ve onu tarihinden kültüründen kopar sonrada
ser-hus bunu dile getirince demogoji yapmış olsun.Burada eleştirim salt kişiye değil bir zihniyetedir.
Japonlar da hata yapıyor yazılarını değiştirseler latince yapsalar şimdi voltranı oluşturup tüm dünyayı geçerler, hep biz böyle kandırıldık işte. Bize medeniyet diye gösterilen Akif’in deyimiyle tek dişi kalmış canavardı. Bizden koca bir medeniyeti alıp çöpe atmamızı istediler.
Bu çorap söküğünü biri aldı ve hiçbir milletin başka bir millete yapamayacağı bir cesaretle ve ihanetle ilk imliği söktü şimdi çektikçe sökülüyor çorap, sen bundan sonra istediğin kadar ör ne fayda!
Çözüm ne peki?
Benim aklıma gelen çözüm ; üretmek, hayır otobüs yerine oturgaçlı götürgeç demek değil,otobüs üretmek ve adını koymak. Bilgisayar remi üretmek ve piyasaya bellek diye yaymak.
Bilgisayar üretmek ve “Escort computer” yerine -sallıyorum- Mete bilgisayar demek.
….
Bir on sene sonra ne olacak bilmiyorum ama bir yüzyıl sonra neler olabileceğini Alev Alatlı‘lı ütopyasında belirtmiş. Bu kitap-lar- bu konuda bir beyin jimnastiği görevini görebilir.
Esasında bizim durumumuz şairin dediği gibi;
sen ne tarih ne cografya
ne su ne busun
oglum Memis
sen otobusu kacirmis bir milletin cocugusun
Bedri Rahmi Eyüpoğlu.
Aşağıda birkaç alıntı yaptığım yazıyı burdan aldım.
“..Bugün bilimin ve tekniğin bütün kapsamıyla uygarlığın aydınlığı karşısında, şu veya bu şeyhin yol göstermesiyle maddi-manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların, Türkiye uygar toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve bir şeyhe bağlanmışlar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek yol (tarikat), uygarlık yoludur. Uygarlığın buyurduğunu ve istediğini yapmak, insan olmak için yeterlidir. Tarikat şeyhleri, bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile anlayacak ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık olgunluğa eriştiklerini elbette kabul edeceklerdir.”
3 Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulü ile, çürümüş olan medreselerin varlığına son verilmiş ve bütün okullar Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlanmış; ayrıca aynı kanunun 4.maddesi gereğince de yüksek din bilginleri (mütehassısları) yetiştirmek üzere üniversitede bir ilâhiyat fakültesi kurulması, ayrıca imamlık ve hatiplik gibi dini görevlerin yerine getirilmesi ile yükümlü memurların yetişmesi için de ayrı okullar açılması, kabul edilmiştir. İkinci olarak da, 1 Kasım 1928 tarihinde, Yeni Türk harflerinin kabulü ile de, okuma-yazma kolaylığı sağlanarak çok hayırlı bir iş yapılmış ve 2 Eylül1930’da, “Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” ve 17 Şubat 1931’de de “milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna ait olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.” diyen Atatürk’ün düşünce ve ilkeleri doğrultusunda, Türk dilini yabancı terkip ve kelimelerden arındırma yoluna gidilmiş ve Atatürk’ün direktifleriyle, daha sonra “Türk Dil Kurumu” adını alacak olan “Türk Dili Tetkik Cemiyeti”, 12 Temmuz 1932 tarihinde kurulmuştur.
Osmanlının yıkılış nedenlerinden birisi de, kendi ülkesinde Türk dilinin öğretimine gereken önemi vermemiş olmasındandır. Medresenin eğitim dili Arapça olduğundan, Türk dili, yalnızca halkın konuştuğu halk dili olarak kalmış ve gelişmesini sağlayamamıştır. Ne yazık ki, bugün de kendilerini Türk aydınları olarak gösteren bazı kişiler, “Bu dille bilim yapılmaz” diyerek hem Atatürk’ü anlamak istemiyorlar, hem de tarihsel yanılgıyı desteklemiş oluyorlar.
Bilimsel aydınlanmaya engel oluşturmuş olan başka bir büyük neden de, kadınların okutulmayıp eve kapatılmaları ve kendilerine hiçbir hak verilmemiş olmaları yüzündendir.
Eğer bunlar Atatürk’ü ve yaptıklarını anlamnıza yetmiyorsa, bir de şu örneğe bakın.
“1932 yılında Emekli General Tahsin Mayapetek Atatürk’ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasında benzerlik olduğundan bahsetti. Aradaki uzaklığa rağmen Atatürk Tahsin Bey’i Meksika’ya elçi olarak atadı. Tahsin Bey Meksika’ya gitti. Orada kendisine Amerikalı Arkeolog William Niven’in bulduğu tabletlerden bahsettiler. Amerikalı arkeoloğun ortaya çıkarmış olduğu tabletler Tahsin Bey’i şaşkına çevirdi. Eğer bunlar doğruysa, bilinen tarih tamamen yanılıyor demekti. Çünkü tabletler M.Ö 200 bin ile 70 bin arasında Büyük Okyanus’ta yer almış olan bir kıtadan bahsediyordu. Bu kıtanın adı ‘Mu’ydu.(…) Tahsin Bey, öğrendiklerini ve ortaya çıkardıklarını Atatürk’e raporlar halinde sundu. Atatürk’ün konuya olan ilgisi daha da arttı. Churchward’ın kitaplarının çevirilmesini istedi. 60 kişilik bir tercüme heyeti, kısa bir sürede kitapları Türkçeye çevirdi. Fakat kitaplar basılmadı. Atatürk, James Churcward’ın iki kitabıyla özellikle ilgilenmişti. ‘Kayıp Mu Kıtası ve Mu’nun Çocukları’. Bu iki kitap, Anıtkabir kitaplığında 1301 ve 1302 numara ile kayıtlıdır. Daktilo ile yazılmış kitapların çeviri metinleri ise yine Anıtkabir kitaplığında dosyalar halinde bulunmaktadır.”
Atatürk bu araştırmaları neden yaptırmıştı. Kuşkusuz derin bir sezgi gücüne sahip olan Atatürk birden bire ortadan kalkan bu uygarlıkların günümüze bakan yanları olduğunu belki de hissetmişti.
…alisildigi uzere esas tartisilmak istenen konudan sapmaya basladik gene, bi sekilde ataturkun adinin gecmesi bazilarimizin tansiyonunu yukseltiverdi, hic gerek yok aslinda, baby700 guzelce soylemisti: en sonundaki M. Kemal cümlesine takılmadan bu konuya deginmek gerekir diye, ama aksine tiviti kardesim sagolsun tekrardan zaten bildiklerimizi bize hatirlativerdi, eh biz de okuduk, zarari yok..ama kisa yoldan copy,paste yerine zahmet edip yukarida serhusun sorduklarina cevap yaziverseydi daha iyi olurdu bence,..
…
Aslında konu gayet kritik bi noktaya geldi. Herkesi bu noktada yeniden düşünmeye ve yazmaya davet ediyorum.
Maalesef türk intelligentsia’sının teğet geçmeyi tercih ettiği ve siyasi pozisyon alışların ve sosyal-psikolojik baskıların hakiki durumların üstüne çıktığı nokta da burası.
Bu sitede şapkadan hareketle ve ser-hus beyin gayet cartçı ve samimi yaklaşımıyla bir anda böyle bi noktaya gelinmesini oldukça önemli bulmaktayım. Yani bravo falan diyorum.
Şimdi benim yukarda değindiğim ve Nags beyin de tekrar hatırlattığı gibi, kişi temelli ideolojik saplamalar yapmadan, şunu dersem şuncu gibi addedilirim, bunu dersem karşı taraf aleyhime kullanır, onu söylesem kendi duruşumu izah edemem, çelişkim ortaya çıkar gibi hallere kapılmadan konuşmanın-yazmanın zamanıdır.
Ayrıca yine bu nokta civarında burada yapılacak tartışmaların, çeşitli medyatik, akademik, siyasi ve alkolize mecralarda yapılanlardan daha samimi olacağına dair bi hissiyatım var nedense.
Bu gece biraz alkol aldım ve hafif bi samimiyet şeysindeyim; belki de ondandır. Aslında hiç kötü biri diilimdir; bütün insanlar kardeştir; kardeşlerim benim… Hadi lütfen yazınız…
Aslında konu değiştirmekten nefret ederim ama ne yapayın dayanamıyorum. Üstelik konuyu ben değiştirmedim. Ben sadece görevi mi yapıyorum. Görevim mi ne?
“Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdaafa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!”
dangalağına yazasım geldi, girşeyim ona istedim ama donra dedim ki; “ulan ortalık öküz kolu zaten, kim siker yalova kaymakamını?”
Türkiye’deki yazım, Batılı bilimcilerin bile hayranlıkla seyrettikleri tam fonetik, tam Türkçe’nin kurallarına uygun bir yazım ve alfabedir. Sonradan şapkaların kaldırılması hariç! Bu şapkalar (inceltme işareti ^ ) mutlaka geri getirilmeli.
saglamkoltuk temizleme