Jim carrey. Gerçek adıyla James Eugene Carrey. 1962’de Kanada’da doğan ünlü bir komedyen o. Sadece komedyen demek yanlış olur. O bana göre inanılmaz yetenekli bir aktör. Bu başarısının ardında zorluklarla dolu bir geçmişe sahip aslında. Ailenin bu sakin, küçük çocuğu mali kriz geçiren ailesine yardım etmek için okulunu bıraktı, fabrikada çalışmaya başladı. Yaşadığı zorluklara rağmen hiçbir zaman gülmeyi ve çevresini eğlendirmeyi bırakmadı ama. Ayna karşısında, sınıfta, heryerde ufak standup showları yapıyordu. Babası onun hayatını mahvettiğini ve yeteneğinin ziyan olduğunu düşünüyordu. Babasının uğraşlarıyla ve annesinin diktiği komik sarı kostümüyle ilk kez sahneye çıktı ve komedyenlik kariyeri başlamış oldu. Çok sevdiği ve “Man on the Moon”da hayatını oynadığı komedyen Andy Kaufman gibi zorluklarla başladı meslek hayatına. Yuhalandı, izleyiciyi güldürmeyi başaramadı. Yapmayı istediği işlerin peşinden koştukça daha çok nefret etti insanlar ondan. Şu anda bile birçok hayranı olmasına rağmen birçok kişi tarafından da yaptığı işler itici bulunuyor. Oyuncu olarak değil, iyi bir komedyen olarak değilde, insanları eğlendirmek için şaklabanlık yapan biri olarak görülüyor, yeteneği küçümseniyor. Aynı Andy Kaufman gibi.

Jim Carrey hayallerinin peşinden Los Angeles’a geldiğinde 19 yaşındaydı. Para için taklitler yapmaktan bıkmış, doğaçlama oynamak, kaliteli standup showları yapmak istiyordu. Sonunda uğraşlarının karşılığını almaya başladı. “In Living Color” adlı dizide oynayarak profesyonel meslek hayatına başladı. Daha çok tanındı ve sevildi. Kısa süre sonra da onu dünya çapında üne kavuşturan “Ace Ventura: Pet Detective” ile sinemaya atıldı. “The Mask” ile birlikte mimiklerine hayran braktı. “The Dumb and the Dumber” ile Jerry Lewis‘in temsilcisi ilan edildi.Zor günler bitmemiş. Annesini, babasını kaybetmişdi. Yılmamış, mücadele etmiş ve iyice güçlenmişti. Birkez daha zor olanı seçti ve oyunculuğunu kanıtlamak istiyordu. “Liar Liar”da doğaçlama oynadı, “Truman Show”da harika bir performans sergiledi. Ve zirveye oturdu. Birçok iyi filmde oynadı. Bir çok ödül aldı. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” ile oyunculuğunun en farklı yönünü gösterdi. “The Number 23” de izleyicileri gerdi. 9 mtv ödülü alarak bir rekor kırdı.

Yakında vizyona girecek “I Love You Philip Morris’de bir gayi oynayacak kadar cesur ve aklına eseni yapan biri o. Önümüzdeki yıllarda da yeteneğinin sınırları olmadığını kanıtlarcasına “Damn Yankees” adlı bir müzikalde oynayacak. Ve bunun gibi bir çok projeyle de (Ripley’s Believe It or Not, Sober Buddies, Pierre Pierre) hayranlarının yüzünü güldürecek.Başarıdan başarıya koştu ve hala da koşuyor. O her ne türde olursa olsun bütün filmlerin altından kalkıyor. Tırnaklarıyla kazıyarak geldiği bu konumu da sonuna kadar hakediyor.Başarılarla dolu bir hayat öyküsünü bu kadar kısa anlatmak çok zor. Eminim bir çok önemli şeyi atlamışımdır. Affınıza sığınıyorum…