C.Eren ÇELİKBoşuna demiyoruz kardeşim “Eller gider Mersin’e biz gideriz tersine” diye…Bütün Dünya, 3G teknolojisine geçmiş, görüntülü konuşma devri başlamış, yakında neredeyse karşılıklı hologramlarla konuşulacak, biz “mektuplaşıyoruz”.Yahu Başbakanımızın şair ruhlu olduğunu bilirdik de nostaljiyi bu kadar sevdiğini bilmezdik. Halbuki o ne ince ruhlu, o ne kibar, o ne ince bir tavır öyle…Koskoca Başbakanımız, hem de “Kasımpaşalı” Başbakanımız almış eline kağıdı kalemi, ana muhalefet partisi liderine “mektup yazmış”. Merak ediyorum içine kurutulmuş gül falan da serpiştirmiş midir acaba ?Karşı taraf da bir o kadar nostaljik. Onlar da mektup yazma hazırlığında.Aslında bu “mektuplaşma” olayı işin şakasını bir kenara bırakırsak çok acı bir olaydır. Düşünün ki bir ülkenin Başbakanı ve Ana muhalefet partisi lideri, o ülkenin en hayati konusunun çözümü noktasında yan yana gelmekten kaçınıyor, yüz yüze konuşmuyor, “Mektuplaşmayı” tercih ediyorlar.Ve bu 2 lider birbirlerine genel merkezlerinde oldukları zaman 500 metre mesafedeler, aynı meclis çatısı altında çalışıyorlar.Ondan sonra da deniyor ki “Vay efendim biz sorunlarımızı neden çözemiyoruz”Arkadaş biz daha birbirimizle konuşmayı beceremiyoruz ki, sorunlarımızı çözelim. Varsa yoksa kavga. Biri bir parti kongresinde bağırır, öbürü diğerinde, beriki onlardan altta kalmamak için fırsat bulduğu el işi sergisi açılışında bile başlar atıp tutmaya.Ortaya bir şey konulmaz, hamaset tavana vurdurulur, tabana ise mesaj gönderilir.Ülke meseleleri için çözüm önerileri falan aslında pek umrunda değildir bizim siyasilerin, böyle arada bir çıkışlar yapar gündemi meşgul edereler sonra kavgalarına bir başka konu üzerinden devam ederler.Gerçi ülke için proje üretmelerine, ülke için bir vizyon çizmelerine gerek de yoktur. E nasıl olsa projeleri de Amerika yapar, vizyonu da Amerika çizer. Onlar aralarında kayıkçı kavgası yaparak, dönüşümlü olarak iktidar olduklarında yazılı senaryoyu uygularlar sadece. Yani tam bir “Yok bir birbirimizden farkımız biz Osmanlı Bankasıyız” durumu…E hal böyle olunca karşılıklı konuşmaya ne gerek var değil mi?Ne yani şimdi anlı şanlı Tayyip Bey, Deniz Baykal’ın kapısını çalıp “Bir çay içmeye geldim” dese, kapansalar başbaşa odaya, hatta o arada telefon edilse Bahçeli de hemen gelse odaya girse ne olacak sanıyorsunuz ?Tayyip Bey diyecek ki “Ya diretmeyin he deyin işte. Destek olun. Amerika’dan böyle istiyolar. Adamlar Kuzey Irak’tan çekilecek ama o bölgeyi boş bırakmak istemiyolar. Bize de “orada jandarmalık yapacaksınız” diyolar. Biz de domuzdasn kıl koparsak kar hesabı “O zaman PKK’yı halledin” diyoruz. O zaman da af diyorlar, PKK’yı siyasallaştır, ana dilde eğitimi sağla,bir sonraki aşamada da özerkliklerini ver diyorlar. Ya istediklerini yaparız PKK biter, ya da istediklerini yapmayız bizi bitirirler”Oradan Bahçeli atlayacak “Olmaz arkadaş delimisin sen. Dediklerini kulakların işitiyor mu senin. Dediklerin olursa zaten bu memleket parçalanır, bu ihanet belgesidir, ben bunu sana imzalatmam. Bozkurtlarımı peşine salarım valla bilesin” diyecek.Baykal da “Valla bu geminin limanı belli değil. Sen girmişsin birilerinin koluna gidiyorsun, biz o kola girmeyiz, belli olmayan limana gitmeyiz” diyecek..EE,sonra…Sonrası 10 dakika sonra içeriden bağırışma çağrışma sesleri gelmeye başlayacak, Başbakan 15. dakikada gazetecileri de azarlayarak CHP Genel Merkezi’nden ayrılacak.Bakın şöyle bir düşünün çok da uçuk olmaadığını görürsünüz bu senaryonun.E bunları düşününce insan “İyi ki yazı icat edilmiş yoksa ne olurdu halimiz ?” diye düşünmeden edemiyor.Amaan kafaya taktığımız şeye bak, o zaman da dumanla haberleşirlerdi Tayyip Bey ile Deniz Bey…Maksat nostalji olsun….