İyi ki Doğdun Levi’s

Yann Tiersen - live, Aux Eurock / Rue de Cascades
Yann Tiersen – live, Aux Eurock / Rue de Cascades

(Claude Lévi-Strauss’un dalya dediği 100. doğum günü anısına…)

Claude Lévi-Strauss
Claude Lévi-Strauss

Bugün 100. doğum yıldönümünü kutlayan, 20. yy’ın en önemli antropologlarından Claude Lévi-Strauss’un dalya demesi anısına, O ve çalışmaları ile ilgili bir yazı kaleme almak istedim. Başlıkta ise çarpıcı olması düşüncesiyle, her antropoloji öğrencisinin maruz kaldığı klişeleşmiş “Levi’s” konserve esprisini yapmaktan kendimi alıkoymadım. Belirtmek gerekirse, bugün 100. doğum yıldönümünü kutlayan antropoloji üstadı Claude Lévi-Strauss ile, meşhur Amerikan bluejean markası arasında ortak herhangi bir bağ yoktur. (Müşterek Yahudi kökenleri hariç.)Esasında Fransız vatandaşı olan Lévi-Strauss, ailesinin kısa süreli Belçika serüveni nedeniyle 28 Kasım 1908 yılında Brüksel’de doğdu. Entelektüel bir çevreden gelen Yahudi kökenli ailesi 1 sene sonra (1909) tekrar Paris‘e döndüler. Sanat eğitimi almış olan babası Raymond Lévi-Strauss portre ressamlığı ile uğraşıyordu. Annesi de yine eğitimli bir aileden gelen ev hanımı Emma Lévi-Strauss (née Lévy) idi. Lévi-Strauss’un çocukluğu, Paris sanat aleminin elit ve seçkin kesiminin yoğun yaşadığı 16. Bölge’de, ünlü Fransız ressam Nicolas Poussin’den ismini alan Poussin Caddesi‘nde (Rue Poussin) «google map, street view» geçti. Babası Raymond 1914 yılında I. Dünya Savaşı nedeniyle askere alındığında o da annesi ile birlikte dedesi Versay Başhahamı Emile Lévy ile yaşadı. Paris’te liseyi tamamladıktan sonra Sorbone Üniversitesi‘nde felsefe eğitimi aldı. 1931 yılında mezun olduktan sonra bir süre ortaöğretim felsefe öğretmenliği yaptı. 1935 yılında ise Fransız kültür misyonunun bir parçası olarak São Paulo Üniversitesi‘nde görevlendirildi. 1935-39 yılları arasında Brezilya‘da görev yaptığı sırada ilk antropolojik deneyimlerini ve çalışmalarını tecrübe etti. Antropolojiye olan ilgisi, Robert Löwie‘nin Primitive Sociology çalışmasını okuduktan sonra başladı. Bu dönemde Amazon yağmur ormanlarında yaşayan bazı ilkel topluluklar üzerine (Mbayá ve Bororo kabileleri gibi) incelemeler yaptı.

Claude Lévi-Strauss / Brezilya, Machado
Claude Lévi-Strauss / Brezilya, Machado

Brezilya’daki görevinden istifa edip tekrar Fransa’ya döndükten sonra 1939 yılında Fransız ordusunda silah altına alındı. Ancak bu dönemde Alman ordularının baskısıyla Fransız Ordusu dağıtıldı. Lévi-Strauss bir süre Nazi karşıtı direniş hareketlerine destek verdi ancak II. Dünya Savaşı‘nın tehlikeli ortamı özellikle onun Yahudi kökenleri nedeniyle tehlike oluşturabileceği için Fransa’dan tekrar uzaklaşarak ABD‘ne kaçtı. (1941)
Savaşın en kızıştığı dönemde New York‘ta, New School for Social Research‘de dersler verdi. Burada Robert Löwie, Roman Jakobson gibi bilim adamları ile beraber çalışma imkanı buldu. Yine bu dönemde yeni Amerikan Antropoloji Ekolü temsilcilerinden Franz Boas ile tanıştı. Franz Boas 1942 yılında bir kalp krizi geçirdiğinde Lévi-Strauss’un kollarında hayata gözlerini yumdu.1946-47 yıllarında Fransa’nın ABD Kültür Ateşeliği görevini üstlendi. Daha sonra tekrar Fransa’ya döndü. 1950 yılından itibaren önce Fransız Ulusal Bilim Araştırma Merkezi yöneticiliği, sonra Musée de l’Homme müdürlüğü yaptı. Ardından da École Pratique des Hautes Études‘de kürsü sahibi oldu. Son olarak 1959 yılında Collège de France, Sosyal Antropoloji Kürsüsü‘nde görev alarak emekli olacağı 1982 yılına kadar burada çalışmalarını sürdürdü.
***Levi-Strauss‘un çalışmalarına değinmeden önce, kabaca antropoloji disiplinine ve geçirdiği evrelere, yöntemsel ekollere değinmemiz lazım. Grekçe “anthropos” (insan) ve “logos/logia” sözcüklerinden oluşan ‘antropoloji’ kısaca insanı ve insan toplumlarını inceleyen bir bilim disiplinidir. Toplum içindeki insan davranışlarını ve ilişkilerini konu edinir. Daha detaylı tanımı, yukarıda da verdiğim linkten edinebilirsiniz.

Kolonizasyon
Kolonizasyon

İlk dönem antropoloji çalışmaları ise esasında sömürge yönetimlerinin sömürülen bölgelere yolladığı misyonerlerin yazıtları ile ortaya çıkmaya başlamıştı. Avrupalı sömürgeci devletler bu yazı notlarından hareketle sömürdükleri topluluklar üzerinde sağlam egemenlik yöntemleri geliştirmek istiyorlardı. Ve doğal olarak da bu derlemelerle birlikte Avrupa münevverinin fikir dünyası, bu toplumların yaşam biçimlerini -sömürme maksatlı da olsa- anlamlandırmaya çalışırken, kapana kısılmış dimağından sıyrılma şansı elde etmesine ve kendi toplum ve kültürünü de bu karşılaştırmalarla tanıma fırsatı bulmasına imkan sağladı. 17. ve 18. yüzyıllardaki bu kolonizasyon hareketleriyle, tarih, biyoloji ve sosyoloji çerçevesinde bir nevi doğal tarih resmi çizen ilk antropoloji çalışmaları 19. yy.da ise bu verilerden hareketle biyolojik evrimci teorilerin (C. Darwin gibi) şekillenmesini sağladı ve eş zamanlı olarak ilk antropoloji yöntemleri netleşmeye başladı. Dolayısıyla ilk dönem antropoloji araştırmacıların çoğunluğu evrimci ekole mensuptu. Onlara göre toplumlar arasındaki kültürel farkların temelinde evrimsel bir gelişme süreci yatıyordu. İnsan toplumlarının ‘ilkel’likten ‘uygarlığa’ doğru kaçınılmaz bir süreci söz konusuydu. Dolayısıyla aynı biyolojik evrimdeki doğal seleksiyon gibi, kültürel süreçte de güçlü olan uygarlıklar güçsüz olanlara egemen oluyor, uygarlık gelişimi bu evrimsel doğruda ilerliyordu.
Evrimci ekole ilk eleştiri öncelikle yine evrimci ekol içinden çıkan difüzyonist (yayılımcı) ekolden geldi. Onlar ise ilkelden uygara geçen sürecin, diğer kültürlerden bağımsız bir evrimsel süreçle oluşamayacağını söylüyorlardı. Buna göre çeşitli toplumlardaki icatlar, keşifler, gelişimler, diğer kültürlerden bağımsız gerçekleşmiyordu. Savaşlar, göçler gibi kitlesel hareketlerle bu gelişmeler diğer kültürlere yayılmakta idi. Bir suya atılmış taşın oluşturduğu dalgalar gibi bu süreç diğer kültürlere de ulaşıyordu.

Franz Boas Kwakiutl dansı figürleri için poz veriyor
Franz Boas Kwakiutl dansı figürleri için poz veriyor

Ancak bu iki akıma da eleştiri, Amerikan Tarihçi Ekol‘ünden geldi. Onlara göre bu iki ekolde evrimcilikten ve tarihçilikten kurtulamıyordu. Bu sebeple, her türlü teorik yönelimden uzak durulması gerekiyordu. Tarih tekti, benzerlikler olsa dahi kültürel yapılar zaman farkı dolayısıyla olayların neden ve sonuçları bakımından birbirlerinden bağımsız ele alınmalı idi. Bu nedenle her olayı ele alacak sistematik bir saha çalışması geliştirilmeliydi. Gerçekten de bu konuda çalışma yapan bazı evrimci antropologlar, konu edindikleri ilkellerle karşı karşıya dahi kalmadan, misyonerlerin yazıtları üzerine kuramlar kuruyorlardı. Hatta bunların en enteresanı olanı, İskoç bilimadamı Sir James Frazer meşhur kitabı Golden Baugh (Altın Dal) ile ilgili yaptığı bir söyleşisinde röportajcının: “Bu bahsettiğiniz vahşilerle görüştünüz mü?” sorusuna “Tanrı korusun!” şeklinde verdiği cevaptır. Gerçekten de çoğu evrimci bilimadamı kuramlarını masabaşından, seyyahların ve misyonerlerin notları üzerine oluşturuyorlardı. İşte Levi-Strauss, Amerika’daki çalışmaları sırasında bu yeni Amerikan ekolünü başlatan Alman asıllı Amerikalı bilimadamı Franz Boas ile, yukarıda da belirttiğimiz gibi son anına kadar birlikte çalışma şansı yakaladı.Bu değişik ekollerin tartışmalarına hiç katılmayan bir diğer grup da Fonksiyonalist (işlevselci) ekol idi. Bu grupların hepsi kendi yöntemlerini gerçek ‘sosyal’ yada ‘kültürel antropoloji’ disiplini sayarken, bunlar bu grupların etnoloji (sosyal tarih) yaptığını öne sürüyordu. Çünkü bugünün dünle açıklanması, doğa bilimcisinin izleyeceyi bir yol değildir. Oysa fonksiyonalistler, sosyal/kültürel sistemlerin doğal sistemler olduklarını ve doğal sistemler gibi incelenebileceğini savunuyorlardı. Fonksiyon ve strüktür (yapı) sözcüklerini ilk kez Herbert Spencer kullandı. Bundan hareketle organizma modelini toplumlara uyarlamaya çalıştı. Canlı varlıkların nasıl organları ve hücreleri varsa, sosyal sistemlerin de kurumları, üyeleri vardı. Toplumlar tıpkı canlı varlıklar gibi, bu kurumların fonksiyonel özellikleri sayesinde yaşamını sürdürüyordu.
Spencer‘dan etkilenen Durkheim, sosyal olguların açıklanabilmesi için onun hem nedenini hem de yaptığı iş ve görevin araştırılması gerektiğini savundu. Bunu Antropolojiye uyarlayan kişi ise Malinowski oldu. “Fonksiyonsuz bir kurumun yaşayamayacağı” ilkesi, Malinowski’nin temel pusulası oldu.

Etnolojik kayıt
Etnolojik kayıt

Fonksiyonalistler ile Strüktüralistlerin (yapısalcılar) ayrışma noktası ise fonksiyon kavramından ortaya çıktı. Radcliffe-Brown‘ın önderi olduğu bu gruba göre, fonksiyonların birleştiği yapı ve süreçlere dayalı bir toplum kuramının, bireylerin biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir kültür teorisi ile hiçbir ortak yanı yoktu.
Yapısalcılara göre, fonksiyonalistler kültürel sistemin tüm parçalarının birbirleri ile aralarında işlevsel ilişkiler bulunduğunu söylüyorlardı. Fakat hangi parça ile hangisi arasında nasıl bir ilişki olduğunu, bunun neden ve sonuçlarını ve derecelerini izah etmekte yetersiz kalıyordu. Eğer sosyal sistem yada “yapı” izah edilecekse, hangi parçaların daha önemli olduğu ve yapıdaki ağırlığının tesbiti gerekmekteydi.
***İşte kabaca antropoloji tarihçesini sunduktan sonra, Lévi-Strauss‘a ve onun sosyal bilimlere sunduğu Fransız Yapısalcılığı’na değinebiliriz. Onun yapısalcılığı, kültür ve insana, ve de aynı zamanda beşeri bilimlere en doğru ve insani bakış imkanı sunmuştur. Onu en önemli kılan unsurların başında ise, mitlerin oluşumunu ve ilkel toplum denilen toplulukların oluşumuna ilişkin sunduğu çözümlemelerdir. Dilbilimle başladığı yolda yapısalcı çözümlemeyi sosyal bilimlere uygulayarak Fransız Strüktürel Akımını başlatmıştır.
Lévi-Strauss kültürün temelini tarih olduğu kadar, grubun psikolojik ve sosyal çevresi tarafından da etkilenmiş olan zihinsel yapıların oluşturduğu bir bütün olarak tanımlar. Bu nedenle insani düşünüş süreçleri bütün kültürlerde aynı olmasına rağmen kültürler çeşitlilik gösterebilir. Lévi-Strauss‘a göre insani düşünce süreçleri ham ve pişmiş, doğa ve kültür, iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık gibi zıt kutup çiftlerinin üzerine bina edilir. En önemli zıt kutup çifti ise ‘ben’ ve ‘öteki’dir. Kültürün temeli olan doğru bir iletişim için gerekli kabul edilen ‘ben ve öteki’ kutuplaşması en önemli kalıplaşmış ayrımdır. Ensest bu ayrımlar sonucu tabulaşır. Bu evrensel tabudan etnografların betimledikleri birçok evlilik kuralı doğmuştur.

Claude Lévi-Strauss ve eşi Monique
Claude Lévi-Strauss ve eşi Monique

Ayrıca Lévi-Strauss ‘mit’ler üzerine yazılarında, antropologların egzotik mitolojide veya prensipte en yetkin bilimsel düşünceden hiçbir farkı olmayan avcı toplayıcıların etno-biliminde tanımladıkları düşünme biçimine karşı çıkar. Meşhur “Structural Anthropology kitabında bu konuda şöyle der:

“Mitsel düşünme mantığı da modern biliminki kadar mutaassıptır. Fark, zihinsel işlemin niteliğinde değil, uygulandığı şeylerin doğasında yatıyor. İnsan daima iyiye yakın düşünmüştür. Tekamül farzedilen zihin gelişiminde değil, değişmemiş ve değişmeyen güçlerini tatbik edeceği yeni alanların keşfinde yatıyor.”

Dolayısıyla ilkel olarak nitelenen toplumların zihinsel süreçleri ile modern toplumların zihinsel süreçleri birbirlerin farklı işlemiyor, fark bunun tatbik edildiği doğa üzerinde cereyan ediyordu.İşte, modern antropolojiyi ‘vahşi-barbar’ / ‘modern-uygar’ algısının yetersizliğinden kurtararak, modern antropoloji ve genel sosyal bilimler yöntemlerine yeni açılımlar kazandıran bu büyük üstadın antropolojinin gelişimindeki özel yeri hiç şüphesiz ki altın harflerle yazılmış durumdadır.
***Bu 100. doğum yılı sebebiyle kendisini bir kez daha saygı ve şükranla anıyorum..Bon anniversaire, M. Lévi-Strauss !

———Konu hakkında kaynak kitaplar:
* Structural Anthropology, Claude Lévi-Strauss (Doubleday Anchor Books, New York, 1963)* Hüzünlü Dönenceler, Claude Lévi-Strauss (YKY Yayınları)* Yaban Düşünce, Claude Lévi-Strauss (YKY Yayınları)* Irk, Tarih Ve Kültür, Claude Lévi-Strauss (Metis)* İnsan ve Kültür, Bozkurt Güvenç (Remzi Kitabevi)* Antropoloji, Sibel Özbudun-Balkı Şafak (Dipnot)* Kültürel Antropoloji, William A. Haviland (Kaknüs)——-bu bir pillipati sözüdür!Page copy protected against web site content infringement by Copyscape