Yağmur yağıyor. Damlalar ince, hafif. Ara ara büyüyor, sertleşiyor. Toprağa çarptıkça parçalanıp dağılıyor. Sonra yumuşuyor. Toprağa çarpınca parçalanmadan kendini salıveriyor. Karşıdaki ağacın yapraklarına dokunup kaçıyorlar sanki. Tutunamıyorlar belki de… İstemeden de olsa düşüyorlar toprağa. Hiç incitmiyorlar birbirlerini. Sırasını bekliyor her damla. Gökyüzünden düşmeden önce vedaları sevmeyen yürek gibi gözlerini kapatıp toprağa yürüyorlar! Görmeleri önemli değil. Toprak sevecek onları nasıl olsa. Belki de bu yüzden ihtiyaç duymuyorlar vedalara… Gerek görmüyorlar son bir kez gökyüzüne sarılmaya. Doğru ya! Gökyüzü âşık değil miydi yağmura? Ve bütün aşklar mahkûm değil miydi ayrılığa?Varlık kavramını sırtında taşıyan toprak mecburdu yağmuru kucaklamaya. Çünkü yağmur toprak için terk etti aşığını. Toprak mecbur. Onca yükün ağırlığını yok saymaya mecbur. Yağmuru sırtlamaya mecbur. Ve işin en güzel yanı toprak da yağmuru seviyor! Onsuz olamıyor. Onsuz kuruyup gökyüzünün alaycı nefesiyle toz bulutlarına esir ediliyor… Toprak yağmursuz tutsak düşüyor! Deli âşıkların tehlikeli kalpleri gibi öfkeleniyor. Yağmursuz kaldığı zaman etrafına zarar verip gökyüzüne isyana duruyor. Ve gökyüzü onu nefesiyle kanatlandırıp doğaya karşı en tehlikeli silah olarak kullanıyor. Toprak yağmursuz kalınca gökyüzünün oyuncağı oluyor! Ve aşk yağmurun gözlerinde en kirli masumiyetiyle sessizliğini koruyor! Çünkü yağmur geri dönecek gökyüzüne…Toprağı da terk etmeyecek mi aşk? Güneşin sıcağına dayanamayıp buharlaşmayacak mı? Ve bu aşkın fermanını güneş yazmayacak mı? Yazacak! Çünkü toprak âşık yağmura! Ve bütün aşklar mahkûmdur ayrılığa!