iran’ın bam kenti depremde en büyük yıkıma uğrayan yer, binlerce ölü var deniyor, ama atv’nin gerizekalı ve cahil enkıroman’i ile shwtv’nin gerizekalı ve cahil enkırowoman’ı hiç merak etmemişler, açıp bakmamışlar, öküz gibi “bem” şehri diyorlar. Acayip kızdım ne saçma sanki diğer öküzlüklerinin yanında bu bişeymiş gibi. Şu güzelliği günlüğüme kaydedeyim bari de uğraştığıma değsin: mut çölünün toprağından yapılma olağanüstü güzel kalesi ve surlarının çevrelediği 6 km karelik bir alana yayılmış kerpiç kentinin yüzde 90’ını da yerle bir olmuş.NOT: gene resmi yerleştiremedim bari linki vereyim
yorumlar
Depremi bekleyen ulkemizin en yakinindaki ulkede cok buyuk olcekte deprem oluyor ve biz, ozellikle Istanbul’u mesken tutan yarlar, bunu ne kadar umrumuza takiyoruz ? Yunanlilar bizim depreme seferber olmuslardi, bizler olabilecek miyiz ?Iran sinirimiz dunyanin yururlulukte olan en eski antlasmalarindan biriyle belirlenmis (Kasri Sirin, 1635 Sultan IV Murat tarafindan tugralanmis. bkz buraya) degil mi ? O sinirin otesinde ve berisinde 400 yildir yasiyoruz, savasmadan.A. Camus’un Veba kitabini Cin’i saran olumcul virus olaylari baslamadan once okumaya baslamistim. Kitapta caliskan, hayat beklentisi para kazanmak, cok zengin olmak olan gayet duzgun, durust insanlarin ulkesindeki veba salginin patlak vermesi ve bunun insanlarin hayatlarini nasil degistirdigini, sehrin karantina altina alinisini, iki gunlugune birbirinden ayrildigini dusunen sevgililerin donusu olmayacak sekilde ayrilisini, insanlarin omurlerinin son gunlerinde birbirlerine hic bakmadiklari gibi bakmaya baslamalarini anlatiliyordu. Bunlari okurken Hong Kong’da o virus patlak verdi. Hong Kong karantina altina alindi ve olaylar gelisti ve duruldu.Bizlerin boyle duyarliliklarin gelismesi icin ne olmasi lazim ? Yazar duyarliligi degil, sadece dibimizdeki felaketin kendi basimiza da bir gun gelecegini bilmemizden kaynaklanan duyarliliktan bahsediyorum. Eger ki kendi apartmanimizdaki dairelerden, bizimkisi yikilir, altinda kendimiz kalirsak iste belki o zaman, belki o zaman boyle seyler dusunuruz. O zamana kadar yasasin siestaaa, fiestaaa, bana dokunmayan felaket moralimi bozamasin politikalari.Bizim cografyadaki insanlarin kaderleri fay hatlariyla birbirine bagli. Biz bunu fark ettik mi ?
olarak görmüş ama kesin bem okunuyor demişlerdir. ingiliz, amerikan aksanıyla türkçe konuştuğumuz için..
aksanla ilgisi yok. TV8’deki alt yazida alenen “Iran’in Bem kentinde deprem” yaziyordu.
kafam hayli karisti, yabanci kaynakli haritalarda Bam olarak gecmesine ragmen, kimi guvenilir basinda Bem olarak geciyor. Franny hanim, bir yanilgi soz konusu olmasin?UNESCO’nun insanlik mirasi kentleri arasinda olan 200 bin nufuslu Bem’de yirmi bini askin insanin hayatini kaybetmis olmasinin yani sira, tarihi yaklasik 2500 yil kadar geriye uzanan yapilarin harap olmasi, kentin %80’inin yerle bir olmasi gibi icler acisi bir manzara da soz konusu. Bolgeyi karis karis bilen jeologlar, dayaniksiz yapilarin saglamlastirilmasi, sehir halkinin yeni konutlara yerlesmesi icin raporlar yazmislar. Bizim hic yabancisi olmadigimiz bir durum soz konusu, tipki Istanbul’da oldugu gibi orada da bu bilimsel gercek goz ardi edilmis. Dolayisi ile dovunup, insanlar oldu diye aglamak yerine, goz gore gore insanlarin telef olmasina neden olan cehalete ve vurdumduymaz zihniyete isyan etmemiz gerek. Birakin komsumuzda yasananlari, kendi topraklarimizda yasanan felaketlere ragmen tepemizdekilerde tik yok.Clicia hanim uzuntumuzu aglayarak belirtmiyoruz diye cok sinirlenmis. Bu kadar uzulmesin, yakinda bir araya gelip, “Ay nasil da telef olmus insanlar.” baslikli bir aglasma toplantisi duzenleyecegiz. Yaninda en az bir litre gozyasi getirmek kosuluyla, Clicia hanimin da toplantimiza istirak etmesini bekleriz.
Plumprune hanım, bir yanlışlık yok, İranlılar Bam diyor. Osmanlı da Bam diyordu, zira Elif ile yazılıyor, bem olmasına imkan ve ihtimal yok. Komşumuz olan bir ülkenin, tüm şehirlerini bilmesek dahi, tarihi kentlerinin isimlerini hiç değilse, bilmeliyiz diye düşünüyorum, üstelik Selçukluların da işgal ettiği bir kent. Özellikle haber sunanların, medyada çalışanların, deprem olmuş neresiymiş bakmadan önlerine yazılanı okumasını kabul edemiyorum. Hele hele, deprem komşu ülkede olmuşsa, onca insan -daha ilk andan deniyordu ölü sayısı 20 bini bulabilir diye- ölmüşse, çüş diyorum bir kez daha.
bir hata yapmışım, elif ile yazılmıyor, yani b ile m arasında sesli haf yok, iranlılar baem diye okuyor, iranlı bir arkadaşım ile konuştum, e değil ama, bizim pek çıkaramadığımız bir ses, ae olduğunu söyledi, hani bizde de elli değil de, aelli diyenler vardır ya, ağızlarını yaya yaya, onlar gibi. Aynı sesmiş, onun önerisi o sesi çıkaramıyorsak a dememiz. bizim birader kelimesini örneğin, onlar beraeder diye okuyor. biz de birader diye okumuyoruz aslında birâder diye okuyoruz. Bu durumda bâm oluyor.
önce merhamet edelim arkadaşlar sonra ders çıkaralı çıkarmayalım demiyoruz ama sıralamayı şaşırmayalım pardan bu arada biz insandık dimi
funnyglass, hata falan yapmamışsın. elif’le yazılıo işte: be+elif+mim. bu demektir ki ne “bam” ne de “bem” diye okunur. ama iki yazılışı da doğrudur. okunuşu da aynen senin tarif ettiğin gibidir.
Ben de bir hata yapmisim: Bam 200 bin nufuslu degil, 100 bin nufuslu bir kent. Affola.Franny hanim tesekkurler, zira kafam gercekten karismisti.
bem diye okuyormuş demin sordum.herifin çıkarttığı ses bana hiç a ya yakın e gibi gelmedi telaffuzu bildiğimiz e gibi ama sanki biraz rusların e si gibi yavşak e.
ama elimde değil, baem, ben de eminim ama maalesf bizim kulak e duyuyor, bu kadar emin olmamın sebebi farsça öğreniyor olmam, dahası ae sesini çıkaramadığım, daha doğrusu çıkarmak için ağzımı garip şekilde yaydığım için hocamın alay konusu olmam (hocam iranlı bu arada). işin tuhafı aynı sesi birader karşılığı berader kelimesinde ben o sesi (beroder) gibi duydum uzun süre ve beroder diye hocanın peşi sıra tekrar ederken de epey güldürdüm onu.Neyse…
Az once Pakize Barista’nin Iran Depremi sonrasinda yazdigi kose yazisini okudum. Yazidan bir alinti:İnsan vicdanıyla birlikte doğar. Bazen kirli siyasetin ağır yorganı altında uyutulsa da vicdan her zaman vardır. Hiç umulmadık bir zamanda uyanıp, harekete geçebilir. “Kendi vicdanımdan korktuğum kadar ne papadan, ne de papazlardan korktum” diyor Luther. Bazen acılar göründüğünde, görünür oluyor vicdan. Bazen hayat, bazen de ölüm çıkageldiğinde. En çok da insan, insanın insan olduğunu farkına vardığında.O zaman bütün sınırlar bir anda kalkıyor. Ne milliyetçiliğin, ne paranın, ne de dinin, insanların temel duygularını bölemediği ortaya çıkıyor.Tıpkı İran depreminde olduğu gibi.Televizyon kanalları sayesinde bütün dünya, İran’da, Bem’de yaşayan insanlarla birlikte acı çekiyor ve gözyaşı döküyor şimdi. Böyle durumlarda, politikaların dost ve düşman olarak ayırdığı insanlar, sınırların ötesinde, uzaklarda yaşadıkları için kendilerine ‘yabancı’ olan insanların kendileri için ağladıklarını görüyor.Onlar da, uzaklarda yaşadıkları için, kendilerinden farklı olduğunu sandıkları insanların, tıpkı kendileri gibi acı çektiğini, çaresiz kaldığını ve katlandığını anlıyorlar.Böyle durumlarda sınırlar kalkıyor, vicdanlar harekete geçiyor.Gazetelerde ve televizyonlarda artık sadece acının ve öfkenin görüntülerine rastlanıyor. Yerle bir olmuş Bem’de, enkaz altında ölülerini arayanlar, belki de hayatın anlamının, ayrıntılara feda edildiğini düşünüyorlar ve politikadan daha da fazla kuşku duymaya başlıyorlar şimdi.(link)