Müşahhas (somut) varlıklarız. Tanrı’yı bir ütopya olarak gören de var, bir yaşam biçimi olarak gören de, hatta ve hatta kendini O’nun yerine koyan da…Nasıl ki; insan, “sen bana kendime inanmayı öğrettin” diyor ya…Ben de (nacizane) diyorum ki…İnsan kendi olarak bir yere kadar gidebilir. Ölebilir, konuşabilir ve yazabilir. Kendin olmak güzeldir fakat bu merdiven dokuz basamaklı değildir. Tanrı teorik olarak insanın kafasında yer eder. İşte bu yüzden; aklın alamadığını kalp alır diyor Hikmet abi, aklın alamadığını kalıp alır demiyorlar.Buna göre; Tanrı zaman içerisinde (haşâ) metamorfoza uğradı diyelim ve Allah’a dönüştü. İncil ve Tevrat ile kendini önce insanlara Tanrı olarak tanıttı ve daha sonra da Kur’an ile kendini insanlara anlatmayı tamamladı. Ve insanlar son kitabına müteakiben Allah’ın dinine uyan kişilere “Müslüman” dediler…Müslüman; kelime anlamı olarak; “dine bağlı, dindar. doğru, haktan ayrılmaz (kimse). İslam dininden olan (kimse).“dir. Bu bağlamda; Allah, dinini yeryüzüne hakim kılsın diye yarattığında, insan bir iletken olarak dünyada yerini aldı. Hepimiz birer aynayız ve herkes kendini gösteriyor. Fakat dikkat edilmesi gereken husus şudur ki; Allah ve İnsan iki ayrı kitap başlığıdır. İnsan, Allah’ın mutlak olarak nitelediği doğruları, Ahlağı, İtikadı ve İbadeti anlamak ve uygulamakla mükelleftir. Bu bir zorunluluk değil isteğe bağlı bir süreçtir. Biz bu sürece hayat diyoruz.Bizim aklımızın erdiği noktada sıfatlar devreye giriyor. Her müşahhas olan ve (hatta) olmayan varlığa bir sıfat yakıştırıyoruz. Birbirimizi anlayabilmek adına dilleri kullanıyoruz. Önyargı ise, fonetiğinden dolayı herhangi bir kelimenin anlamını bize sorgulatan sıkıntı olarak ortaya çıkıyor… Neden “Arapça?”Önyargı; insan için yeri geldiğinde yararlı, yeri geldiğinde de çok zararlı bir olgudur. İşte bu yüzden; insan kendine mahleçleri yakıştıramaz oldu. Şunu iyice anlamamız gerekir ki; Müslüman, Allah’ın mutlak doğrularını tam anlamıyla yerine getiren veya yerine getirmeye çalışanlara denir. İşte bu doğruları yerine getirmeye çalışırken yanlışa maruz kalan kişileri her fırsatta eleştiren ve yerin dibine sokanlara ise Kafir adı veriliyor. Niyete bağlı olarak, müslüman olmaya çalışan kişilere Münafık diyoruz aynı zamanda…Peki, şunu neden anlamıyoruz? Allah, ham maddeyi bize verirken, bunu nasıl kullanmamız gerektiğini de çeşitli elçiler ile bize bildirmiştir. Bu bildirilerin hakkını tam anlamıyla veren kişileriyse “Peygamber” olarak değerlendirmişiz. Peygamberler de hata yapmıştı. Fakat mutlak müslüman olan “Hz. Muhammed” bunların arasında en hayırlısıydı. Muhammed kelime anlamı olarak; En çok hamd edendir.Biz dünyada mutlak müslümanı arayarak büyük bir hatanın içine düştük. Çünkü mutlak bir müslüman olmak; sadece Hz. Muhammed’e bahşedildi. Bunun dışında kalan ve mutlak müslüman olmak için çabalayan kişilereyse; Ehl-i Sünnet dendi…Sünnet ehli olan bu kişiler; Allah’ın peygamberinin davranış biçimini benimsemiş ve ona uygun olarak yaşayan kimselerdir.Bu bir mücadeledir. Kazanılmış bir savaş değildir ve Allah, Kur’an’ında bir çok kere “Dininin dünyada hükümran kılınacağını” bildirmiştir.Ham maddeyi anlamak adına bir kaç örnek;Bana rüzgar yapabildiğinize, Allah’ın mevcudiyeti hakkında konuşabilirsiniz. Rüzgarla elektrik ürettiğinizde veya rüzgar gülleri yaptığınızda değil…Allah, daha iyisini yapana kadar, en iyisi bu. Çünkü insan milyonlarca yıllık debelenme sürecinde daha iyisini yapamadı. Hiç kusura bakmasın…“İnsan acizdir, fazla artistlik yapmamalıdır.” – Ah Muhsin Ünlü