Macar Yapımı İkaruslar
Bir İkarus‘ta bir saatlik bir yolculuğum… Koltukları ard arda değil de yan yana dizilmiş Macar yapımı otobüslerden. Hani yan yana oturur 6-7 kişi de; karşısında da aynı şekilde bir dizi vardır. Böyle karşılıklı bakışa bakışa yol alır insan. Rahatsızdır bu koltuklar. Araba hızlandığında soluna, fren yaptığında sağına abanır kişi. Yan yana oturulduğundan, yol boyu yanlara bakmak güçleşir. Önde zaten o yana bakmakta olan bir dizi insan vardır. Yani dosdoğru ileriye, karşıda oturanların gözlerine de bakılmaz.’Perdeciler‘ geldiğinde biraz rahatlar durum. O da görece bir rahatlıktır. Perdeciler, araçta oturulacak yer kalmadığında ayakta seyahat eden yolculardır. Bu karşılıklı bakışan iki dizinin ortasında ayakta durur, adeta bir perde oluştururlar. Böylece artık dosdoğru ileriye bakılabilir. Fakat bunda da bir nezaket peyda olur. Neden derseniz… Bu kez dosdoğru ileri bakıldığında görülen, ayaktaki perdecilerin avret mahallidir. Hatta bu nahiye o kadar yakındır ki, araçtaki inen binen yolcu deveranı sırasında insanın burnunun dibinden sayısız avret mahalli geçer. Hele de araç sarsılıp hızlandığında yahut fren yaptığında bu nahiye bazen tehlikeli koordinatlara dek yaklaşır.
Perdeciler
Ne lanet otobüsler şunlar. Artık bu otobüsü planlayan mühendisler kimlerse; ne amaçlamışlarsa… Herhalde yolcuların birbirinin gözlerine bakıp sosyalleşmesini, yahut avret mahalline sokulup sosyalleşme olgusunu yakından irdelemesini amaç edinmiş olmalılar.İşte bu otobüslerde bir de ayrıcalıklı bir kast vardır. Herhalde diğerlerinden daha rahat bir yolculuk yapılmasını kolaylaştıracak şekilde birkaç tane de ard arda dizilmiş normal, ikili otobüs koltukları. Ama nedense bunlar sayıca azdır. Bu da otobüs içindeki yolcular arasında bir sınıf farkı oluşturmasına yardımcı olur. Bence o ikili koltuklara oturanlar aristokrat olmalıdır. Çünkü orada oturanların yüz ifadesinden, o ikili koltukların bir taht konforunda, oldukça yörüşlü oldukları anlaşılır. Bence onlara oturanlara birer de nişantakılmalı.İşte bugün birbirimizin yüzüne bakıp giderken, hemen sağımda kalan taht konforundaki o ikili localardan birini kestim. Kısmen de olsa mahremiyet sağlayan bu ikili koltukta iki genç vardı. Bunlar sevgiliydi. Ablamız başörtüsünü kurallara uygun sıkıp boynuna dolamış; başının arkasında iri bir ur da tamam; makyajı çivit mavisi tonunda, başörtüyle uyumlu.. Ve göbeği açıkta bırakması lazım gelen bir yün mintanın içinde bedene yapışık penyesiyle modaya da uygun.
Taht Konforundaki Aristokrat Locaları
Bu iki genç yol boyu kah seviştiler, kah kavga ettiler, kah sohbet ettiler, kah sessizce bakıştılar.. Çok ilginçtiler. Sık sık görüşemedikleri belliydi. Delikanlı durmadan kızın omzunu okşuyor, başını kızın göğsüne yaslıyor, ellerini tutup avuçlarında şiddetle sıkarak ablayı arada kızdırıyordu. Belli ki, tenhalarda kıstırsa abla postu kurtaramayacaktı. Abinin ateşi başına vurmuş, kıza dokunmadan edemiyordu. Çok da munisti ağabey. Kızın arada gelen azarlamalarına ses çıkarmıyor, hatta çocuk sesi çıkartarak sırnaşıyor, kendini bağışlatmaya uğraşıyordu. Yine genel duruma bakılırsa, sırnaşıp duran taraf abi; subap rolünü oynayan da ablaydı. Derken son durağa yaklaşırken trafik iyice tıkandı. Araba yol alamıyor bile. Bunu gören ağabey, zaten son durağa yaklaştığımız için araçtan inip az kalan yolu yürümeyi teklif etti. Abla buna yanaşmadı. Abi ısrar etti. Subap ise diretti. Derken ağabeyin gürleyen sesiyle ben bile olduğum yerde sindim: “Kalk, yürü dedim sana!” Subap tıpış tıpış hızla ilerleyen abinin peşinden seğirtti, ona yetişmek için.Hey gidi erkek milleti…(Ne ur, ne subap, ne göbek, ne penye, ne azarlama, ne omuz, ne de işve, eda… Hepsinin yerle bir olması için bir ‘avaz’ yetiyor.)
yorumlar
mekemmel:)
Geçen ben de Trem e bindim, yırtık pantolonlu bir çocuk vardı, tam popo yerinden, kız arkadaşı elini bir çırpıda sokuverdi..Bakışlarımı hemen başka yere çevirdim ama nasıl da yırtmış pantolonu öyle tam yerinden, hava alıyordu herhalde..
trene bak hele
Tren değil trem..
treme bak hele
Aslında, Tram..:))
bide kapı kulları vardır ki.. ikarus boş olsada olmasada onlar hep kapının eşiğindedirler dimi?:) hadi şunlara birer isim verelim :)şöför, mekandan bağımsız olduğundan adı zaman olsun:)hemen arkasındaki reklam panosuna en yakın ama okuyamayan olduğu için kör olsun mesela:)) yada engelli diyelim şuna:))
yanındakinin adı “kısa bacaklı olsaymışım” olabilir:)
trama bak helebi daha değiştirme düzeltmem
Tram demek… Tram ne ki yahu? (‘trem’ i de bilmiyorum?)
Tramvay ın kısacası..
Bir de otobüslerde çok ilginç bir şey daha vardır. Misal, otobüste oturulacak yerlerin hepsi doludur ve ayakta da 8-10 yolcu vardır. Genel olanın aksine, inmek için biri kalkar ve boş kalan yere kimse oturmaz. Evet kimse oturmmaz.Ayaktakiler yakataki yolculuklarına devam eder. Hatta daha da ilginci boş kalan yere bakar ve aristokratik ‘hıh’ tavrıyla başlarını bu boş koltuğa tenezzül etmediklerini iyice göstermek için keskin bir hareketle başka yöne çevirirler. Eğer boş kalan yer sizin yanınızdaki koltuksa kötü düşüncelere kapılabilirsiniz; “Kötü mü kokuyorum? Yüzümde bir şey mi var? Zaten insanlar beni hep itici bulmuştur. Ayaklarım mı kokuyor acaba? Bulaşıcı değilim!…” gibi.
Annem ”kimsenin sıcağına oturulmaz” derdi, sanırım bundan..
Ama işin ilginç yanı bu bahsettiğim durumun kimi zamanlarda ve sözleşmişçesine ortaya çıkması. Bilakis, diğer zamanlarda koltuk kapmak için kavga ederler, izdihama yol açarlar, birbirlerini iterler vs.
Misal, az evvel Taksim’den bindiğim otobüsle eve yetişmeye çalışıyorum. Tam önümdeki koltuk boşaldı. Ve evet. Bildin Kelkör. Kimse oturmadı. Ben de oturmadım. Ayakta en aşağı 40 yolcu vardı halbuki. Haydi ben oturmadım. Onlar niye oturmadı, ona şaştım. (Ben oturmadım çünkü kıl herifin biri oturuyordu hemen yanındaki koltukta. Hemen karşısında kalan koltukta da kanlı gözlerini yüzümden ayırmayan biri vardı. Yarabbim hep de böyle hırtların yanındaki ya da karşısındaki koltuk boşalır).