Hoc Est Enim Corpus Meum. Hıc Est Enim Calix Sanguinis Mei. Novi Et Aeterni Testamenti. Mysterium Fidei. Oui Pro Vobis Et Pro Mulin Effundetur In Remissionem.
Luka 22:20
Son Sebt Günü Yemeği
Usta geçen gün, Hafif’te çok sevdiğim bir yazarın beni çok etkileyen bir yazısını okudum. Üstad’ın anlattıklarından aklımda kalan kadarı ile, insan hayatının faniliği, gelip geçiçi olduğu, göçüp giden Adem evlatlarından kiminin bu alçakgönüllü yazar gibi bir eser, kiminin ise bir dikilitaş bıraktığını nasibimce öğrendim. Biliyor musun ilk defa bir Yahudi, Sebt gününü ihlal edince mezarının üstüne taşlar yığılmış. Mezartaşı mevzusu böylelikle açılmış. Aman güzel kardeşim, her okuduğunu olduğu gibi mi bellersin hep? Nietzsche dememiş mi “Kendini bilgiye adayan için düşmanını sevmek yetmez, dostuna da kin duyabilmeli insan.” Diye. Bak şimdi ben sana bu metaforu tersine çevireyim senin için. İnsan oğlunun ilk ferdinden itibaren hepsinin mezarı ister taş, ister tahta ile işaretlidir. Ne oldu tahtayı beğenmedin mi?
Çarmıhta İsa Peygamber
Oysa ki Yeruşalim’deki Golgotha Tepesinde gömülü Adem Babamızın mezarı üstüne, Tanrı öz oğlunu hepimizin kurtuluşu için feda etmemiş miydi? Usta biraz kafam karıştı. Şimdi İsa Aleyhisselam’ın çarmıhı mezar taşı mıydı? Aziz kardeşim anladım, hepsini baştan almam lazım geldi. Pekala dinle o zaman.
Osiris
Sigmund Freud “Dinsel öğretilerin içerdiği gerçekler öylesine bozulmuş ve sistematik olarak tanınmaz hale getirilmiş ki, insanlık onları gerçek olarak görmüyor.” diyor. Tanrı’ya ilk bir canlıyı kurban eden, öz kardeşini kıtır kıtır doğrayan Kabil’dir. Adem Babamızın küçük oğlu ve öz kardeşi Habil’in, Tanrıya adak adadığı buğdayı kıskandığı için canına kıymış, bir de kurban olarak sunmuştur. Kitab’a göre Kabil, ilk cinayet, ilk kurban ve kardeşini öldürdükten sonraki duyguları üzere ilk pişman olma şerefine erişmiştir.Buradaki buğday ile kurban ilişkisine özellikle dikkat et kardeşim. Kim ki buğday yetiştirmiştir, temiz kalpliliğinden başına muhakkak iş gelmiştir. Dikkat et, ne zaman ki Osiris, Mısırlı’lara buğday ekmeyi öğretmeye kalkmış, işte o saat başı belaya girmiştir. Yeryüzü tanrısı Seb’in oğlu Osiris, o zamana dek fakir olan Mısır’a, karısı ve kız kardeşi olan İsis’in keşfettiği buğdayı ekmeyi öğretmiş, onu yabanıllıktan kurtarmış, yasalar koymuş, tanrılara tapmayı öğretmişti. Osiris’i çekemeyen kardeşi Set, yetmiş iki adamı ile birlikte Osiris’i bir güzel sandığa kapatır, Nil Nehri’ne atar. Deniz yolu ile Byblos’a ulaşan Osiris’in canlı canlı gömüldüğü tabutunu, bin bir zahmet bulup, Mısır’a getiren İsis, oğlu Horus’un hasretine dayanamayıp, ziyaret maksatlı yola çıkarken sandığı ağır bulup geride bırakınca, domuz avlamaya çıkan, domuzlar alasıca Set, Osiris’i tekrar eline geçirir. Bu sefer işini sağlama alıp, Kabil misali biraderini kıtır kıtır ondört parçaya keser, bununla dahi yetinmez, parçaları kafasına göre Mısır’ın değişik yerlerine dağıtır. Ne yapsın gözü yaşlı İsis, atlar papirus sandalına, deltada gezer, sevgilisinin bedeninin parçalarını bulduğu yere gömer, bununla da yetinmez, her birinin üstüne bir tapınak diker.
Babil Kulesi
Anladım Ustacım, Osiris’in bedeni, açıkça buğdayın tohumunun toprağa serpilmesini ve ekini anlatıyor. Peki orası tamam. Kendini halkı için kurban eden tanrı-kral meselesini daha önce uzun uzun anlatmıştın. Zaten ikimiz de, Joseph Campbell’ın külliyatını ağzımız açık okumamış mıydık? Peki sen şimdi bu ölü bedeninin üstünde göğe uzanan Osiris Tapınaklarını tanrıya ulaşmaya çalışsan Babilli’lerin diktiği kuleye de benzetirsin tahminimce. Sonra da kalkıp bu fallik simgesi Anima Mundi’dir bile dersin. Hatta mevzu bahis kuleyi, Druidlerin meşe ağacı, Süleyman’ın Mabedi, Buda’nın Bodhi Ağacı bile yaparsın. Bu işin sonu yok. Anladığım kadarı ile, Kahramanın sonsuz yolculuğunu çeviren tanrı-kral, halkının bekaasın için kendini feda ediyor. Gönüllü yada gönülsüz. Bu bana, kabilesi aç kalınca, kendini parça pinçik ettirip gömdüren, gömdürdüğü yerden mısır fışkırınca, kabilesinin karnı doyan kızılderili şefinin efsanesini hatırlattı. Tahmin ediyorum alegori aynı konuyu anlatıyor. Ayrıca bir de sünnet olurken ağaca bağlanan Avustraya yerlileri de aynı sembolizmin parçasıdır sanırım. Pekala buraya kadar anladım.
Dionysos
O zaman senin kentine biraz daha yaklaşalım kardeşim. Senin yaşadığın topraklarda doğdu Dionysos. Cadmus ile Harmonia’nın kız Semeli’yi kandırıp koynuna girdi Zeus. Bahar kadar güzel ve kıvraktı Semeli. Görür görmez aşık oldu ona Tanrılar Tanrısı. Kocasının koynuna girdiği Semeli’nin hamile kaldığını duyup, kıskançlıktan çıldıran karısı Hera, çareyi bu genç kızı kandırmakta buldu. Yaşlı bir kadın kılığına girdi ve budaklı bir değneğe dayanıp yollara düştü. Semeli’ye madem ki onu çok seviyor Zeus, o zaman karısına göründüğü gibi olanca görkemi ile görünsün diye ısrar etmesini telkin etti. Zeus sevdiği kadının ısrarına dayanamayarak, tüm parlaklığı ve haşmeti ile görününce, hem babasının sarayı hem de Semeli yandı gitti. Başka türlü demek gerekirse, aşkının ateşi ile yandı. Karnındaki oğlu o zaman daha yedi aylıktı. Zeus oğlunu sevgilisinin karnından çıkardı ve baldırına sakladı, günü gelince de doğurdu.
Üzüm
Ayağı kanatlı Hermes’e, oğlunu büyütmeleri için Nysa perilerine götürmesini buyurdu. Nysa Tepesi, tatlı ışıklarla yıkanan, ormanla kaplı bir dağ idi. Ormanı, serin sulu binlerce kaynaktan çıkan dereler süslerdi. Bu mutlu ve kutsal dağın perileri, kapısı ve duvarları asma dalları ve sarmaşıklarla donanmış büyük bir mağarada yaşardı. Haberci Tanrı Hermes, bebek Dionysos’u bir gece gizlice mağaraya getirdi. Dionysos mağaranın kapısına gelince, gökte parlak bir yıldız göründü, ortalık ayın ondördü gibi aydınlandı. Bu sayıyı hatırladın mı kardeşim. Peri kızları uyandılar ve ondan sonra Dionysos’a sevgiyle bakıp büyütmeye başladılar. Dionysos büyüdükçe, kırlarda dolaşır oldu. Bir gün, mağaranın duvarlarını saran üzümleri altın bir kupada sıkarak şarabı buldu. Yorgunluğu kovan, üzüntüleri dağıtan bu yeni nektarın verdiği keyfi, kendisini büyüten perilerle paylaştı. Erguvan rengi şarabı içenler, yaşama sevincine kavuşuyordu. Su ve orman perileri, bu mutlu buluşu kutlamak için, başlarını asma dallarıyla süslediler. Keçi ayaklı insan bedenli satirler, yaşlı silenoslar çalgı çalıp türkü söylemeye, oynamaya koyuldular.Nietzsche’ye göre, taşkın ve coşkun duyguların sembolüdür Dionysos. Şarabın insan üzerindeki türlü etkilerini simgeler, belli ölçüde alındığında faydalı olan, insanı neşelendiren, coşturan şarap, aynı zamanda insanın mahvolmasına da neden olabilmektedir. Bu nedenle hem büyük coşkuları, hem trajedileri, hem ölümü, hem de yeniden doğmayı simgeler. Ne de olsa kendisi de, ölümden bir kaç kez kurtulmuş, öfkesi dinmeyen Hera tarafından titanlara parçalatılmış, sonra tekrar yaşama dönmüştür. Simgelediği şarabın kaynağı olan üzümün yetiştiği asmalar da, kışın budanıp, parçalanır, neredeyse ölür. Baharla birlikte tüm doğayla beraber yeniden canlanır. Neyse konumuzdan uzaklaşmayalım. Zeus’un anası Gaia, titanlar tarafından parçalanıp bedeni yere atılan, tanıdık geliyor değil mi, Dionysos’un yitip gitmesine izin vermez, tekrar bir araya getirip doğurur. Ancak kanının damladığı yerden bereket sembolü nar ağacı çıkmıştır. Bu da öyküyü tamamlamaya yeter.Bir de tam senin hoşuna gidecek bir küçük not: Dionysos’un, bütün hastalıkları iyileştiren bir kadehi vardı. O kadehten içki içen korkuyu unutur, cesaretlenirdi. İnsanlar bundan dolayı şarap tanrısını diğer tanrılardan daha çok sevmişlerdir. Ama ona tapanlar arasında hiç şarap içmeyenler de vardı. Çünkü Dionysos, yalnız içki yoluyla değil esin yoluyla da özgürleşmeyi kabul ederdi.
Kertenkele Kral
Konuyu bağlamak açısından, etini ekmek, kanını şarap olarak ikram eden ve kurban olan kurtarıcı öyküsünü, çeşitli türev ve örneklerini her toplumda bulma olasılığı oldukça yüksek sanırım. Bir de unutmadan, bizden bir nesil bu öyküyü gerçekleştirmiş bir Dionysos daha geçti ve kendini hepimizin kurtuluşu için feda etti. “Kaybolan cenneti arayan bir adam, diğer dünyayı hiç düşlememiş birine aptal gelebilir.” diyen İrlandalı Şair James Douglas Morrison. Ama bu ancak başka bir yazının konusu olabilir. O zaman biz de, bu büyük şairin de çok etkilendiği bir başka büyük şairin bir şiiri ile uykuya dalabiliriz.İşte geçmiş, şu an ve gelecek zamanHepsi bir arada dikilmiş karşımaEy Yüce Ruh, taşı beni kanatlarınlaUyandırayım Albion’u gözlerine dolanO uzun, o soğuk, o derin uykudan
William Blake, Jerusalem
yorumlar
bravo-yuuuuh! seni alakart (alla-carte) kuzu seniii! sen gibi inciği tablidota tabi etmek yazık olur :)isa aleyhiselem kendisini bizim için feda etti diye yazmaz. Babası’nın ona “tüm insanlar yerine acı çek ki gayrı zulüm edilmesin” mi demiştir, yoksa “fani bedenin şeytanın ayartmalarına karşı durabilecek mi bakalım, gerçekten hak ediyor musun?” mu demiştir, orası biraz şaibeli. Judas’ın onun dudağına kondurduğu busenin kendisini romalılara ifşa etmek için mi verildiği, yoksa efendisinin emrine karşı gelemediği halde acılar içerisinde, kendisinde kalan son insanlıkla (ki bütün incillerin ortak karar verdiği nadir konulardan biri de sonrasında Judanın kafayı yediğidir) koyduğu bir veda busesi midir, o konu da muallak.Habil ile Kabil’in olayının da buğday kavgasından uzak olduğunu söyler bir takım bilenler. Derler ki; aralarında husumet varmış. Karşılıklı (birbirlerinin) kalplerini kırmışlar. İkisinin de içine “evil” girmiş. Evil girende kan dökülürmüş, fena birşey imiş. Bazıları, “greed”(hırs)in kardeş kanını bile dökmeye kadir olduğunu söyler, bazıları hırsla akıtılan kanın aslında hırs sahibinden aktığına yorar bunu, orası da biraz ‘teğüşük’.Sigmund Freud o yazdığını söylemiş, onun arkasından gelen, psikanalizi zenginleştiren, hatta tedavi değil öğreti olması yolunda çaba sarfeden Lacan, her türlü bağımlılığı (özellikle dinden bahseder, ama ‘faith’ kelimesini kullandığı için bunun herhangi bir ‘güçlü inanç’ olduğu da söylenebilir) “obsesyon” (takıntı) olarak kabul eder.osiris’in buğday olayı da kısmen farklı. düşünsene firavun buğday ekmese kimler köle olarak çalışacak, herkes kendi karnını doyurursa, “birey” sıfatını alırsa kraliçeyi s*ken eleman nasıl “köle” diy değerlendirilip cezadan azad edilecek?ulan ne yapmalı, ne yapmalı? ben tanrının oğlu değil miyim, alttan veririm samanı, üstten çıkar dumanı (ya da tam tersi)seth ile horüs arasındaki husumet farklı. her gün şafağa yakın biri der “hayır doğmayacak”, beriki der “amun (güneş) doğacak efendim, bana lolo yapma”. bir sandal üzerinde şahin, denizde yılan kavga ederler her daim, aynı muhabbetten. Biri göz çıkartır, biri kol kopartır, öyle idare ederler. Ama Horus’ün “upper-egypt” tanrısı, seth’in “lower-egypt” tanrısı olması bile bu geyiğin tahttan peyda olduğunun kanıtı sayılabilir.babil kulesine ben anima mundi derim, freud fallik (phallus, erkeklik organı, erk sembolü kabul edilir. pagan kültüründen gelen bir inanış. “ne kadar yüksek olursa o kadar tanrıya yakın olur”, tabii y*rrağı dik olduğu için tanrıya yakın kabul etmek apayrı bir muhabbet 😉 der, bir başkası “orospudan (orospuluktan, kahpelikten) kaçmak, göğe sığınmak için” der, biri tutar “o orospu değil, maria magdalena” der, biri “ohha” der geçer, o kısım da işkilli :)Gaia neden parçalanır? çünkü kocası 5 çocuğunu canlı canlı yutar. ama dengeli değildir. tartışmalarında ana unsur; “cronos was jumping to conclusions” olarak geçer. allahtan- ki o “allah” babasının karnını deşip kardeşlerini çıkaranda zeus olmuştur;- gaia bir oğlunu kundakta saklar da zulüm biter.burada ortak bölen, “parçalanma” olayıdır. neden her kültürde böyle bir mit vardır? insanları öldürüp sonra parçalamak normal midir ki? Değildir tabii. Ama ölümün son olmadığına inanıp da ‘kişiyi öte yaşamda çoğaltmak için bölmek lazım’ diye inanırsan, fena da bir şey değildir. (Biz de “seni s*kip çoğaltmak lazım diyoruz mesela, oysa her s*kilen çoğalmaz :)yazı harika olmuş, ellerine sağlık. şu anda detay verebilecek kaynaklarımdan uzaktayım, ancak bu kadar cevap verebildim sorduklarına.gözünü bağla ki mukaddes son seni korkutmasın kuzu. adrenalin basıp etini germeyesin diye tek bacağını da serbest bırak ki süte yatırmak zorunda kalmayalım. Ama her şekilde parçalara ayrılacaksın ki maddi-manevi bir çok aç doya 😉
‘demiş Morrison, demek ki hakkaten Dionysos’muş mübarek. üstad Euqon, bir de habil ile kabil’in birbirlerinin ikiz kız kardeşleri ile evlecenecek olmaları mevzusu var biliyorsunuz. Kabil kendi ikiz kız Habil’inkinden daha güzel olduğu için anlaşmayı kabul etmemiş ve bu yüzden öldürmüş biraderini. Bu yorumdan da yola çıkarak çeşit çeşit psikolojik analizler yapmak mümkün. Ancak benim için önemli ortak noktalardan biri hem Kabil’in hem Set’in avcı, toplayıcı, diğer yandan Hakkın rahmetine kavuşan Habil ile Osiris’in ve hatta Dionysos’un rençber olması. Gariban Türk köylüsü misali hem boyunları kıldan ince olmuş bunların.
işte “karı meselesinden” diyecektim de, şimdi müslüman kardeşlerim carlar diye “aralarında husumet varmış” demekle yetindim IC 🙂 dedim ya sana daha duuuuğğğğğğr! ben bi ulaşayım kitaplarıma, daha neler anlatacam sana. bu ortamda elimden bu kadarı geldi, artık idare et ya-hû kafam iyi 🙂
takipteyim bu yazıya yapılacak yoruımları..
neden? hayırdır. kurban mı kesiceksin bayramda?
yıllar yılı üzerinde durdugum konulardan ve tasarımlarda sıklıkla kulanndıgım eski roma şaheserlerının var oldugu topraklar ve toprakların efendılerı..konuya karşı eğilimim konuya yapılacak yorumlarada eğilmemi sağladı..saülamaya devam edecek..bu konu için sana 64 saat sınırsız içki ikram edıyorum 🙂
ben en fazla iki duble içebiliyorum yahu. sınırsız nasıl içicem. başka şey ile takas etmek isteyebilir miyim? mesela ande’ye götür beni. kurban olayım hande’ye. inan6666 da gelsin. paran yeter mi bilmem ama çek kesersin artık. kredi kartına oniki taksit imkanı da varmış.
ande bacımız bu aralar ıstanbulda çıkmak ıstemıyormuş..istanbulu elektronık muziğe doyurmuş..anadoluyu doyurmak ıstıyormuş..mardıne gidip SABEHEEEE KADAR TIRMALAR BENİİİ REMEEEZANN REMEZAAANN dıycekmış
bu sürmene bıçaa aleksi zorba’nın elindeki olanda, çok türk’ün boynunu vurur kurban deyü bunlar. toplu kurtuluş yok mu hakikaten. belki bir kapı aralarsınız da bir kaç kişi sıyrılır aradan. hiç mi umut yok? kutsal olanı hafif’e alanda bunlar bizi mi korkutacaklar sanki. babam kasap demiştin. zanaatı kaptıysan bir parça; al bıçaa. kes kendini, adak et. gül diye söylüyorum. yoksa ben seni kesicem. kaçma.
bu arada endüstri kapital türban a.ş. hiç kurban kesmiyır tanrısına. hep al, hep al. nereye kadar bu? allam yarappim.
internet cafee,bu işler merak etmekle olur…sendeki bu geçmişe olan merak, araştırma ruhu ve güzel bir şekilde derleyebilmek özelliğini tebrik ederim…bu siteye tarafından kazandırılan müthiş bir arşiv daha..
makaleci. saol, varol, nurol. sayende.tek başıma mıyım. hafif kurtardı beni. bu ne olucek. sen de yüzmeyi burda öğrenmedin mi. madem kurtulamıcaksak söndürelim kandilleri. karanlıkta oturalım. silmeyelim benliğin üstündeki tozu. toz kurtuluşa ersin. hepimiz aynı gemideyiz usta. batarsak beraberiz. şahsen batarsa ben seninle aynı sandala binerim. bana ne.toplu kurtuluş şarkısı
bu ne be. hayda. vay anasını. ön sözünde okuduydum. bataille de aynı yoldan yürümüş. basbayağı cinli perili bu hikaye. böyle olmaz. yazı ister bu mevzu.ateş yaktın içimizde.
ol canlı, canhıraş çırpınmakta iken, birileri demiş ki; “sabırsızlanır”. “o çırpınıştan aşa, ‘hakedilmeye’ atılış, heyecandır.” ne bilsin kuzu karaciğerinin “kelebeklenmiş” mi?” diye bakldıktan sonra ayrılacağını, sonra 3 kadre kendisinin bir leğende sinir sinr atacağını?canım kuzum benim, ne bilirsin yarın ne olacağını? sen ki Cebril Efendimizin kucağına düşmüşsün, artk o hayır da der, “hayır!” da 😉 {istihab haddini doldurmuşlar için NOT:Cebrail (A.S.)’a hep ‘teğüşük’ görevler verilmiş. Bazı “yararlı” sayılır, “bazı” ‘zararlı’}.len zorlamayın! tamam, gidince deşecem parşömenleri, o zamana kadar bu kadarını araştırınız 🙂
marmara şarabı açarız istersen. biraderle haliçte çok keyfini yaptık biz bu sandalın. yıldızlar, mıldızlar, çok kıyak oluye. istersen bi hande çalarız radyoda. oh değme keyfime.aman zaten hep yalnız değil miyiz hayatta.
bu arada ‘a’ lar basmıyo, idare ediverin, düzeltmeye üşendim, hafiten yavaşlık baki 🙂
Y ormlarımız niye uçuyor anlamadım
balıkenede karagöz mü bitti, yoksa televizyon seyretmekte sıkıldın mı nephilim, sefirim?oşgelmişsin bre 🙂
Öncelikle daldan dala yazında mezar taşından başlayıp, Jim’le bitirmene hayran kaldım :)(Blake’i es geçtim üzgünüm)Habil ile Kabil arasındaki husumeti yüzyıllarca avcılık ve toplayıcılık (tane sebze, meyve)yaşamını sürdüren insanoğlunun; zamanla birtakım toprak mahsullerini (tanelileri öncelikle buğday, arpa vb.) istediği alana ekerek tarıma geçişindeki iki grup arasındaki farklılığa benzetiyorum. Hatta bunu Türkler hayvancılıkla geçiniyordu Çinliler ise yerleşik topluma geçmişti sebebi de tarımdı, diyerek bir gönderme yapabilirim sanırım. Tarım kavgayı getirir çünkü tarım hiyerarşi ister. Avcılık ve toplayıcılık ise birlik beraberlik ister. Yok senin arazin, yok benim.. yok!hee birde şu parçalandı bölündü olayı, bilmem belkide bu mitler de Zecheria’nın Sümer mitinden çıkardığı, uzaklardan gelip şu an asteroid kuşağımız olan gezegene yada venuse çarpıp onu parçalayıp yada yörüngesini değiştiren; aynı zamanda dünyada her gelişinde “yeni dönemlere” işaret eden sayın Marduk’tan bahsediyordur..(Anunaki olayına hiç girmeyeceğim)Ne zaman göreceğiz Marduk’u çok heyecanlıyım :)Birdeee, tiyatronun temelinin Dionysos’a yapılan ayinlerde okunan şiirlerle başladığını eklemek isterim.. Anlayacağınız içelim güzelleşelim çünkü”before i sink into the big sleepi want to hear,the scream of the butterfly”:)teşekkürler yine keyifli bir gezintiydi..
tutamıyorum.. çünkü otoçifttıklama var bende (nedense).. tutup bırakıyor :S
“kuzular neden kırpılmamalı, katolik kuzusu nassı olur” diye yazı yazacam; azırlanın be yav (ver denizi, yosun da ossun sktret:)
eti yağlı amma yumuşak olur. kavurması pek makbul olur.
bak şimdi aklıma geldi; o zamanlar toyluğuma denk geldiydi, kimse okumadıydı 😉 emi reklam yapmış olayım, emi okuyasın, ilhamlanasın zuzu 🙂
okuyan, okumuş ya kadiiişim neye öle diyosuun
acıların hülasasıdır ömür denilen.. kimi kendini kurban ederek bu acıyı -kendi acısını- dindirmek ister.. kimi başkalarının acısını dindirmek adına kendini kurban eder.. çoğu kez kaçış olarak görülen intahar aslında çok zor bir seçim olsa gerek.. ve kurban olmak ile arasında çok ince bir çizgi var gibi.. o ince çizgiyi aşmak aslında ölümünün anlamına işaret sadenindedir.. kimi mok yoluna gider.. kimi onurunu, gururunu kurtarıp saygıyla karşılanır.. kimi ise anlam katar..
ölümün kollarına bırakmak
esasında ölümdür hepsi hepsi.. anlamı ne olacak..? ama insanlık birini unutur, diğerini binyıllarca hatırlar.. kiminin hikayesi değişir bu yıllar içinde.. amacı bambaşkadır belki osirisin.. ya da kızılderili şefin.. nereden biliyoruz ki..? yazılanlardan, anlatılagelenlerden gayrı ne bilebiliriz..? ama işbu hikayeleri anlatanlar insan psikolojisini gayet iyi bilmekteler.. orası kesin.. ve fakat, kesin olan bir diğer şey de, gerçekten bir amaç uğruna, ideal uğruna kendini feda edişlerin, kurban oluşların sayısı havsalaların, tahminlerin oldukça üzerindedir.. bunu da kabul etmek gerek..
Efenim yine biraz geciktim, çünkü sağlıklı bir yorum yapmak için bekledim.Her dinde, her inanışta bir kurtarıcı var. Bir şekilde efsane olmanın yolu bu. Efsaneler ise
aaa çok ilginç bir şey oldu. yorumumun ilk üç cümlesi çıktı, gerisi uçtu.
bi daa yaz. merak ettim şimdi.
yazıyorum, kahrolsun hafif diye boş yere demiyorum: )biraz bekleteceğim.
aceleye getirme, tekrar yazıyo, biraz zaman tanı, derleyip toparlasın, çalakalem olmasın, nevdalist bu tip mevzuların üzerinde hassasiyetle durur
Neyse deneme 1- 2 diyerek garantiye alıyorum.Her dinin, her efsanenin kendine göre yarattığı kahramanlar var. Başka türlü efsane olamaz zaten. Yani bir sürü hayali nedenimiz (tanrı, ruh, şeytan…vs.) bir sürü hayalimiz (günah, özgürlük, iyilik..vs) bir sürü hayali varlıklar arasında bir alışveriş (ruhlar ve melekler ve tanrı) hayali bir doğabilim (niçeye göre antroposentrik), hayali bir şeytan ayartması şekline dönüşmüyor mu? Yani biraz daha somutlarsak gerçeklikten acı çekmiyor muyuz? Sürekli bizlere bir umut hali veriliyor. Günahtan kurtulduğunu inanırsın, al sana bir umut. Genel olarak ifade edersem her şeyden önce gerekli olan inanç olunca; o zaman akıl, bilgi, araştırma, bilim gözden düşmüyor mu? Hatta tanrının aramızda olduğu bizden biri olduğunu göstermek için belki de Meryem’e ve İsa’ya ihtiyaç duyuyor olamaz mıyız? İsa insanlığı kurtaracak bir kişiye ihtiyaç duyulduğunda ya ortay açıkmışsa. Yahuda olmasa acaba Yahudiler aynı duygulara sahip olurlar mıydı?Ölümü ve diğer tarafı yüceleştirmek için belki de mezar taşının yüceliğine ihtiyacımız var. Belki aslında bu söylediğimiz, yazdığımız, tartıştığımız her şey aslında kendi öz tanrımıza sahip olmadığımız için olabilir mi? Kutsal kitapta Kabil’in hikayesinde insanın en çok korktuğu şeyin ceza değil, yalnızlaştırma, bir yana itilme olduğundan bahseder. İlk katile ihtiyacımız vardı, oda yaratıldı.Tanrı kavramı, kahraman kavramı veya mitsel kimlikler veya yunadaki heykeller hep tanrısal alanları artırmak için değil mi? Sürekli üzerimizde bir baskı hissederiz, sürekli mezar taşı oradadır, sürekli ben olamadan xNicosX deyimiyle biz oluruz. İddialı bir cümle kurayım, tanrının hükümranlığını neden sona erdiremiyoruz? Ateistler de bunu başaramıyor. Sadece başarmış gibi yapıyorlar.Velhasıl araya başka işler girdi, şunu demek için debelenip duruyorum. İnanç, inanışlar hep insanlık için. Çünkü özü gereği bir şeye inanmak istiyoruz. Aynı şey ideolojiler için de geçerlidir. Üstelik siz onu bırakıncaya kadar, o da sizi bırakmaz. Bu inanışlar bir şekilde diri tutulmak, canlandırılmak, gelecek nesillere aktarılmak zorundadır. Bu yüzden de günler tespit edilmiştir. Falanca gün oruç, falanca gün kurban. Bu günler olmasa idi sözlü aktarımla inançlar bu çağa kadar gelmezdi. Seremoniler, anmalar bu bağlamda önemlidir. Bu sayede ananeler, gelenekler, inanış yaşar.NOT: araya başka bir iş girince, biraz gecikti. kusuruma bakmayın.
Efendim ortaya karışık olmuş bir parça. Değerlendirme açısından ortaya konan kültürel tarihi miraslar hep bir anlayış yoksunluğundan nasibini almış-hala daha alıyoruz. İş bu tarihin bıraktıkları ve yabancılaşma süreci içinde değer keşfi yahut ne oluyor için lütfen Muazzez İlmiye Çığ’ın kitaplarını karıştırınız. Özellikle belirtmek isterim ki ortalama ömür süresi veya gelişen teknolojiden ziyade aynı insan aynı belirsizlik ve aynı yaşam mücadelesi (keza şartların şekilleendirdiği insan manzaraları) çıkıyor karşımıza. Asıl farkı yaratan bilgi metadolojisi ne yazık ki. Kısaca biz de öğretildik, öğrendik ve belki öğrettik lakin bir bilgi binlercesii yalanlayabilir veya önüne geçebilir mikyas 1/n-1 şeklinde. Sonsuz kavramı ölçülemeyen çokluk mantıklı önermesinde yazılan çizilenden ziyade ve dahilinde “Yamuk bakmak” gerekir diye düşünüyorum.Ayrıca bakınız üzerine bunca yazılan çizilen ayrı dünyalar ve külliyatı şeklinde kafa dolduran tüm bilgi “Ölüm” ve “Korku-Bilinmezlik” üçgeninde şekil alır. Mantık geriği ölüm deneyimlemediğimiz bir durum Tıp buraan hareketle “Ex” meali anlam taşısada algılanan özü metarial içerir. Öyle bir külliyat var ki hiç yaşamadığımız br durum üzerine hep konu başlıklarından hareketle değişik fikirler üretmeye çalışıyoruz.Kısaca zindanı çizen zihenlerimiz ve öğretilerimiz ne yazık “İnsan” kendini şartlayabilen bir canlı örneğin intihar bombacısı da olunabilnir yeter ki aklı erecek cehalet ve acziyette olsun. Şiddet insanı böcekleştiremedi olgun tanımımız ve sanatılarımızın (dünya geneli) acıların çocuğu algısı bundan sebep. ancak cehennemin çocukları bu tarz üretime ve heyacana geçebilir. Bu zihin köreltilmesi tabi kalınan kölelik ve vergimi verdim rahatım/sahip uyudu rahatım anlayışı kişisel tatminsizlikerimize dayanıyor.iş bu tatminsizlik sinsice internet ve türlü marifetle ciğerimize şu kekil işliyor, bilirsiniz ki dünyanın mutlu bir azınlığı var ve gördüğü üzerinden istekler üreten insan tatminsizlik boyutuna geçişi dünyaya entegrasyonunun ekonomik istikrarsızlıkları çelişkisine kurban oluyor. Kötü yola düşen insan profili bakın türk filmleri ezik ve salak gösterir budala der lakin “İnsan budur” hepimiz buyuz, burada varoluyoruz. Bakınız toplumsal tarihsel olguları birer anlamsal kelime ile geçiyorum çünkü tarih tüm dünyada topluma dayayalım aklında kaldığınlan artık modeli veriliyor çünkü insan heyacan duymaz ise unutmasını sağlayan algı yönetimi ve biyolojik uyuşturucular ile donanmış durumda (uykudan kalk morfin yemiş şişmesi her gün, her gün, her gün…).Kutsal mealleri ve kitapları geçelim rica ederim “Kutsal olan insandır” daha doğrusu tüm kitaplar ve nefşiriyat muhatap olarak insanı alır. Buna rağmen kitapların metinlerin mezarların kutsallaştırılması adına adam öldürülmesi bildiğiniz aidiyet duygusu ve yatak odalarınızda yaşadığınız psikolojik dışa vurumun toplumsal göstergeleri burada bile çelişki mevcut. Herşeyden önce rahat değiliz ki düşünelim sanat üretelim uçalım dışa bağımlı kalıyoruz hep baskıların şekillendirdiği bakış açılarımızdan sebep. İlkokullarda öğreniyoruz derim hep umumi ve özel ortam çelişkisini birde kadın erkek ayırımı ile buluşturduğumuz nokta gayri gerisini siz düşünün. Evlerde serbest en muteasıp ailelerde bile umumi güvensizlik çocuk zihinlerde vay anasını vay…
wassago “Off!!” dedim yorumuna..Makro sorunlara mikro çözümlerle bakmaya çalışan binlerce gözün dışına çıkılabildiğini görmek çok güzel..Kutsallığın Nuri ve Hurilerle ödüllendirildiği bilincin öldürdüğü, gerçek kutsala yaptığın yönlendirme çok güzel..Ama şunu unutmamak lazım bu bilgiler bizi farkındalığa taşıyor. Şu tartışılmaz ki, putatapanlara karşı duran tüm dinler kendi putlarını yaratmışlar zamanla (Hz.İsa, şeytan taşlama, Hacer’ul esvet vb.) ama gerçek herkesin algılayabileceği kadar basit değil ki açık olsun. Ölüm ve korkudan bahsediyorsun… Kaç kişi tanıyorsun bu hisleri taşımayacak kadar teslim(!) olmuş.. Teslimiyet varlığın gerçeğini bilmek ve yaşamaktır.İnsanoğlunun en büyük acizliği, içgüdülerine mahkum olduğunu kabul etmesidir! Bu insana yaptığı kötü-ilkel davranışlar için “insanın doğası bu!” deme hakkı verir. Bu bahsettiğin kutsallığı bilmemesinden ve anlayamayışındadır. Bunu şimdiye taşırsak: trafikte herkes canavarken sen de canavar olmazsan öldün demektir!Caveman olmaktan çıktığını cep telefonuna yada laptopuna göre algılayan, yukarıda bahsettiğimiz günümüz insanı aslında yeni yeni anlamaya başladığımız, ortodoks tarihçilerin hala barbar-ilkel olarak nitelendirdiği kadim uygarlıklardan çok daha geridir!“Alice Harikalar Diyarında” kitabı zamanında anarşik bulunup, toplatılmış.. Sevgili Gulliver’imizin hikayesi de gayet anarşik. Bunları bugün çocuklarımıza masal diye okuyoruz ve kendimizde onları masal zannediyoruz! Bu basit örneklerden yola çıkarak –ki başka birçok örnek gösterilebilir- mitlerin ve kutsal adledilen metinlerin bu gözle anılması gerektiğini düşünüyorum.Not: Anarşi tüm yönetim organlarına karşı durma düşüncesidir, insanın yüceliğine inanır ve yönetilmesi gerektiğini kabul etmez!
anlamadım bunları. ne demek.
walla okudum hepsini de burdan annadığım bişiy war usta?:? bütün bunnarın kaynakları farklı (ama) hepisi bi yerde bağdaştığına gören…eeeeee.. nitekim bu annattığın olayların sn. internet kafe hepsinin aynı olay olduuna ganaat getirdim kendimcene sadfvasdbaboolajvpuetweortğ yaw dediim şu ki;misal veriyorum sitcin in kitabından sümerlerin,asurun,babilin,greklerin,hintlilerin,hititlerin,inkaların tanrılarının benzerlikleri gibin ve bunların zaman dilimlerinin farklı olması gibin, ve ya hutta gılgamışın=nuh hazretlerinin kuran’ı kerim’de, eski ahitte, incilde ve bunlardan çok daha önceki hammurabinin kütüphanesindeki tabletlerden alıntı gibin anlatıldığı, sümerlerin yaratılış destanlarının da aynı şekilde olduunu (havva ve ademin yaratılışı muhabbeti gibin yani).hatta idda eiorum türk yaratılş destanında da sümer yaratılış destanından cümleler bulunmakta. taki nerelere kadar gelmiş bu önceki olaylar gelin görün..yani demek istediğim ortada yaşanan bi olay war tabikin we bunun en gerçek annatımının da en eskisi olduuna inanıyorm ben. hmmm ben bişey bilmiorum bunların hepsi bi yalandı:) salladım hepsini sizinde yazdıklarnızn hepsi yalan hatta ve hattaaa bu başlık kompile yalan olsunbence yeter yauuw deş deş nereye kadar? olmaski boyle
Bilgi için teşekkürlerElmaselmas yüzükelmas kolyeelmas gerdanlık