Hayatımın en güzel sahnelerinden birini yaşamak üzereyken bugün, rol arkadaşım bozdu büyüyü.

Cihangir parkına teğet ve gayet dünden iktibas duygularla yürürken sabah sabah, kulağıma U2 çalındı birden . Hem de “One” ve bangır ki ne bangır!

Vücudum ciddiyetini yitirir benim bu şarkıyla, sol kolum sağımla sevişmeye başlar, sağ kolum tüm bu patolojik durumumu yazacak kağıt arar, bacaklarım yola çıkar başka bedenler aramaya. Hiç birinizin haberi olmaz, hiçbiriniz zaten umurumda olmazsınız.

Kız pencerede oturuyor. “One” o pencereden içime yayın yapıyor. Etrafta güller, bahar kokusu, çocuk cıvıltıları filan gibi ayrıntılarda tamam … Fakat pencere sakini kız elindeki kahve fincanını olanca şuhluğuyla yudumlayacağına; yalıyor telveyi. Hayatımın muhtemel en güzel sahnelerinden birini bozuyor, rol arkadaşım pencere önü kızı; telveyi yalıyor.

Göz göze geliyoruz. Çirkin bir de. Bu sahneye yakışmayacak kadar çirkin.

Çocukların cıvıldamadığını, küfürler savurduğunu, etraftakinin bahar değil ıtriyat deposunun kokusu olduğunu anlamam tam o ana denk geliyor işte.

Ne güzel sahne olacaktı lan halbuki, bozdu salak kız her şeyi. Camda oturup U2 dinliyorsun bu çirkinlikle, bari yalama telveyi…

Havyar sokaktan sola sapıp Orhan Kemal Müzesinin önünde bir an duruyorum. Sol kolumu sağ kolumun üzerinden çekip derin bir nefes marifetiyle gerçek hayata dönüyorum:

Bağdatlım, kardeşim, sesini dünyaya duyurma çabana destek olabiliyorum ben sadece, başka bir şey gelemiyor elimden affet beni. Ama hiç olmazsa bil ki, buralarda bahar bile gelemiyor sen oralarda ölürken…..