Yıllar, yıllar önce insanlarla, mistik yaratıklar (Elfler, Goblinler, Ogreler vb..) arasında büyük savaşlar olmuştur.. Bu kanlı savaşların bir döneminde insanlar, savaşın üstün tarafı haline gelerek, rakiplerini kırıp geçirmişlerdir..Elf kralı bu katliamdan çok etkilenmiş, üzüntüye boğulmuştur..Bir gün, bir ‘Goblin’ demirci ustası, krala, altından imal edilmiş, asla karşı konulamayacak, devasa askerlerden oluşan, mekanik bir ordu yapmayı teklif eder.. Oğlu Prens’in de etkisiyle, Kral bu öneriyi kabul eder..Bu yenilmez armadayla birlikte, bir de taç imal edilmiştir ki, tacı başına takan, bu tehlikeli ordunun kontrolünü de ele geçirecektir..Elf Kralı, artık, bu Altın Ordu’nun da kralıdır..Gel zaman, git zaman; insanlar yeniden saldırıya geçtiğinde, karşılarında buldukları ‘acı ve merhamet duygusundan nasipsiz’ bu Altın Ordu’nun önünde, müthiş bir kıyıma uğrarlar..İyi yürekli Elf Kralı, bu kez de, bu kararından büyük pişmanlık duyar ve başındaki tacı üç parçaya böler; birini insanlara verir, ikisini kendisine saklar..Kral, bundan böyle, insanların şehirlerde; diğer yaratıkların da ormanlarda hüküm sürmelerini karara bağlar..Altın Ordu ise, tacın parçaları birleşmediği sürece, etkisiz kalmaya mahkum olarak dünyanın bilinmeyen bir yerine kapatılır..İnsanlara -belki de safca- güvenen, barıştan yana olan Kral’ın, kendisine hiç çekmemiş oğlu Prens Nuada, ademoğlunun verdiği söze inanmayarak, elbet bir gün geri dönmek üzere, krallık topraklarını terk eder..

Filmin başında, bir yılbaşı gecesi, ‘babası’ Profesör Trevor Broom (John Hurt)’dan, uyku öncesi bu masalı dinleyen Hellboy artık büyümüş; zamanda da, tüm bu masalın gerçeğe dönüşeceği günümüze gelinmiştir..Kral’ın oğlu Elf prensi Nuada (Luke Goss), insanlarla yapacağı müstakbel savaşa hazırlanmakta; Altın Ordu’yu canlandıracak tacın bir parçasını insanların elinden almanın planlarını yapmaktadır..
Kadim kuralın çiğneneceği, insanlığın yok edileceği anlamına gelen bu gelişmeye müdahale etmek, elbette, Paranormal Araştırma ve Savunma Bürosu’ndaki dedektif Hellboy (Ron Perlman) ve de onun paranormal arkadaşlarının görevidir..Arkadaşları arasında adı ‘Kızıl’ olan Hellboy, -adı üstünde- cehennem kaçkını bir ucube olmakla birlikte; ‘ateşli’ sevgilisi ‘pirokinetik’ Liz Sherman (Selma Blair)’ın açtığı kalp yarasına, kankası ‘balık adam’ Abe Sapien (Doug Jones)’le beraber ‘alkol tedavisi’ uygulayan, -üstelik de kediperver- duygusal bir adamdır da..

Sinemaya taşınmış çoğu çizgi roman karakterine nazaran oldukça yeni yaratılmış bir kahraman olan, Dark Horse Comics’in Hellboy’unun, sinemadaki bu ikinci macerasının yönetmenliğini, ilki gibi, Guillermo Del Toro yapmış..Del Toro’nun, çizgi romanın asıl yaratıcısı Mike Mignola‘yla birlikte senaryoyu da yazdığını ve bu çok değerli ikilinin ‘hayal gücü’ birlikteliğinden, yine, müthiş bir sonuç çıktığını söylemeliyim..Aslında, diğer hikaye ve filmlerden, bize çok tanıdık gelen, o meşhur paralel dünyanın yaratıklarının bu hikayeye yedirilmesi ve onlara uyumlu diğer yeni karakterlerle müthiş zenginleştirilmesi de gayet başarılı..Bütün bu olağandışılığa rağmen, -ayrıca, mizahi yönü gayet güçlü- Hellboy ve arkadaşlarında görülen, özellikle, ‘sıradan’ insani değer ve zaafların yoğunluğu; seyircinin, her şeye rağmen, ‘ayakları yere basan’ bu hikayeye kolayca ısınmasını da sağlıyor..