Berrin,-Ben mi söyledim Nejla’yı gönderde beni ikna etsin diye, ne suçum var ki?-En samimi arkadaşındı, yok olmana gönlü razı olmadığı için sana geliyordu,-Ya, tamam. Zaten aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyorum, bende istemezdim böyle olmasını,-Ne zaman, nasıl ayrıldın?-Kazadan hemen sonra ayrıldım, tüm alacaklarımdan da vazgeçtim, şimdi Mesut beyin şirketindeyim ayrıca işim kritik, şirketin tüm bilgileri elimde, adamın bana sonsuz güveni var.-Vayy, en büyük şirketlerden biri, ayrıca gizli birde çalışmaları olduğunu duydum,-Nasıl duydun?-Kızım sen benden yardım istemiyor musun?-Evet,-Herkesin bilmediğini bileceğim ki insanlara faydam olsun, anlat bakalım.-Alçaklar beni uyutup uygunsuz fotoğraflarımı çekmişler, bana şantaj yapmak istiyorlar,-İstediklerini ver kurtul,-Senin de duyduğun projeyi istiyorlar,-Bu senin sonun olur,-Evet, ya sonumu hazırlayacağım ya da rezil olacağım,-Yemekte konuşuruz, hadi gidelim.Dedi Halim bey.Gecenin ardından yorgun düşen Güler’ e izin vermişti Halim bey. Buna rağmen Güler, öğleden sonra gelmiş, işinin başına geçmişti. Japonlarla yapılan anlaşmada büyük katkısı vardı.Onlara yalnızca iş için değil başka konularda da tercümanlık yapmış hatta heyetten birinin kızı ile arasındaki sorunu halledebilmesi için tavsiyelerde de bulunmuştu.Kendileri ile yakından ilgilenen Güler’i Japonlar çok sevmişler hatta iş teklifinde bile bulunmuşlardı ama Güler kabul etmemişti.Türkiye’yi bırakıp gidemezdi.Aslında ayrılmak bir yerde kurtuluşu olabilirdi.Yaşadığı onca tatsız olayları ve yıllarını silebilirdi ama gizli aşkının hayali ile yaşamak bile onu rahatlatıyordu.Odanın temizliği bitmek üzereydi ki Halim bey ve Berrin yemek dönüşü şirkete gelmişlerdi.Temizlik yapmakta olan Güler’i gören Berrin;-Aaa, Güler değil misin sen? Diyerek ona sarıldı, Güler şaşkınlık içerisinde neler olduğunu anlamamış bir halde yıllardır görmediği arkadaşına sımsıkı sarılmış, ikisi birlikte gözyaşlarına boğulmuşlardı.Durumu hayretle izleyen Halim bey,-Neler oluyor kuzum, siz nereden tanışıyorsunuz?Diyerek araya girmeye çalıştı ancak iki arkadaşın birbirleri ile hasret gidermelerini ve hasbihal etmelerini beklemek zorunda kaldı.-Oturun bakalım, anlatın, nereden geliyor bu samimiyet? Dedi Halim bey,Berrin,-Güler ile üniversite yıllarında tanıştık. En çok sevdiğim ve değer verdiğim iki arkadaşım vardı biri Nejla diğeri Güler. Bölümlerimiz ayrı ama kalplerimiz birdi.-Ne yani üçünüz aynı üniversitede okudunuz öyle mi? Ben neden tanımıyorum Güler’i?-Evet, birlikte okuduk.Biz Nejla ile birlikte aynı evde kalıyorduk,Güler ise babası ile birlikte yaşıyordu.Güler, Halim beye,-Siz Nejla’yı tanıyor musunuz? Dedi.Ortam birden sessizleşti.Halim bey ve Berrin başlarını öne eğmiş öylece düşünürlerken bir müddet sonra Güler,-Özür dilerim yanlış bir şey mi yaptım? Dedi. Berrin,-Hayır canım yanlış yapmadın. Nejla ile Halim son sınıfta tanıştılar. Birbirlerine deli gibi aşık oldular sonunda yollarını birleştirdiler ama Nejla hayata erken veda etti.-Neee? Olamaz bu! Arkadaşım… Diyerek gözyaşlarına boğulan Güler bir yandan üzülüyor bir yandan da kendine kahrediyordu. Öyle ya kendi derdine dalıp, içine kapanan, arkadaşlarını aramayan, sormayan bir insan olmuştu.Tam da hayata yeniden merhaba demek üzereydi. İnanması güç bir haber almıştı. Üzüntü ile Halim beye,-Lütfen doğru olmadığını söyleyin Halim bey, Nejla’nın ölmediğini söyleyin, diyerek Halim beyden duymak istediği cevabı bekledi, ağlamaklı olan Halim bey bir müddet sessiz kalıp,-Maalesef, keşke diyebilsem, ölmedi diyebilsem. Daha bu sabah denizde aradım onu, bu kadar zaman geçti hala unutamadım, ahh keşke ölmedi diyebilsem.Beklediği cevabı alamayan Güler, teselliyi Berrine sarılarak ve içi dışına çıkasıya kadar ağlamakta aradı ama nafile, yapılacak bir şey yoktu iki arkadaş üçüncü arkadaşlarına ağlıyor, vefasızlıklarını, hayatın kendilerine galebe çalmasından nasıl yeise düştüklerini, hayata neden sırt çevirdiklerini dile getiriyorlardı.Bir anda hüzün kaplayan ortamı değiştirmek ve konuyu kapatmak için Halim bey,-Tamam. Yeter artık. Ölenle ölünmüyor. Kendinizi daha fazla hırpalamayın.Hadi ikinizde bir güzel yüzünüzü yıkayın da kendinize gelin.Diyerek kollarından tutup onları kaldırdı ve lavaboya kadar eşlik etti.Göstermiyordu ama onunda içi içini yiyor halen kabullenmek istemiyordu.Evet çok doğru söylemişti “ölenle ölünmüyor” çünkü hayat tüm güçlükleri ile devam ediyordu.”La havle..” diyerek sekreterin yanına geçti.
yorumlar
Arkadaşlar yazının başlığını değiştirmeyi unutmuşum özür dilerim.O gece (5) olacaktı.
Aşağıdaki yazıyı yazmıştım ancak sayın editör ne düşündü bilmiyorum yayınlanmadı, bana kaynak muhabbeti yapıyor.Ya ben alıntı yapmadım ki kaynak göstereyim,bildiklerimi yazdım.Kutlu doğum haftası münasebeti ile yazmıştım, takdirlerinize.(Hafifin editörleri hafif kaldı!)Haftanın önemine binaen…Hristiyanların ve Musevilerin kendi dinlerini yaşadığı bir zamandı.Kendi peygamberleri onlara ne getirmişse genelde onun üzerine yaşıyorlardı.Tabi ki kendilerine gelen kutsal kitaplarını da işlerine geldiği gibi yorumlamışlardı. Ataları Hz.İbrahim’in Hanif (tevhid) dinine inanan ve ceziret-ül arap’ta yaşayan insanların hali de içler acısıydı. Allah’ı kabul ediyorlardı ancak Allah ile aralarına putları sokmuşlardı.Dünyanın her tarafında çirkinler kol geziyordu.Ancak burada yaşananlara çirkin demek bile azdı.Bir insanın güçsüz kalması, arkasız olması demek onun sonu demekti.Kız çocukları, günahsız sabiler en çok acıyı çekenlerdi.Diri diri, insan aklının almadığı ve hayvanın bile yapmayacağı bir şekilde toprağa gömülürlerdi, neden? Çünkü kız çocuğu demek utanç demekti, şu cahilliğe bakın, şu canavarlığa bakın! Biraz Allah korkusu olanlar kızlarını herkesten saklardı.Ta ki evlendirinceye kadar.Hırsızlık, arsızlık,yağma,talan tam bir cehennem yeri ceziret-ül arap.Aydınlıkta bile karanlığın yaşandığı bir devir, insanın hayvandan daha aşağıda yaşadığı bir devir, evet cahiliye devri.İşte sen böyle bir zamanda geldin, gelişinle aydınlandı her yer,sen ki cahiliye devrinde kendini kaybetmeyen, sen ki cahiliye devrinde emin olan, sen ki boynu bükük gezen, sen ki Abdulmuttalibin yetimi, sen ki annesiz büyüyen, sokakta oyun oynayan çocukların canları yanınca anne çığlıkları ile hüzünlenen, sen ki kainatın yegane sahibinin koruması altında olan, sen ki alemlerin efendisi, sen ki ümmetin rehberi, sen ki Allah’ın habibi, kulu ve elçisi, sen ki Hz.Muhammed (S.A.V.). İnsanlığın değil kainatın peygamberi.
Sevgili zarifçe. İfadelerinde anlam karmaşası var. Hikayenin nereye doğru gittiğini sanırım ki sen de bilmiyorsun. Olaylar aşırı derecede sürpriz şekilde ilerliyor. Konu hakkında öncelikle bir taslak çalışması yapmanı tavsiye edebilirim. Veya en azından konunun gidişatını kafanda canlandırıp sonuca öyla gidebilirsin.
Tavsiyen için teşekkür ederim Nıhansage.Doğru söylüyorsun bir karmaşa var bir daha ki bölümde düzeltmeye çalışayım.Aslında düşündüğüm konu biraz dağınık, şöyle söyleyim, şuan da gidişi patron&temizlikçi aşkı gibi görünüyor.?