Bu sabah, yine güneşin şehrime ayırdığı aydınlıkla uyandım. Her zaman yatmadan önce bıraktığım 2cm’lik perde aralığımdan sızan ışık, bugün yağmurlu ve ne yazık ki güneşin sabah hırçınlığı ile savurduğu keskin ışıkla gözlerim oyun oynayamadı; lakin yağmurun inceden akışı yeryüzüne, tatlı bir dokunuş gibi geldi. Güne uyanmak, yeni hatırlanacakları bana getirir ve hatırlamak istediğim gibi yaşamaya gayret ederim, ben günümü.Malum sabah uğraşlarımı bitirdim. Evden çıkarken, az önce dinlediğim şarkının sözleri; hep başa sarıyor ve nabzımın ritmini unutacak kadar dalgınım. Madde mi, maneviyat mı ağır basarcasına iş ortamım beni bekliyor. Bazen işte bugünkü gibi dalgın olan bünyem, insanlık oyunu sahnesinde ikinci karakteri oynar. Tam bu nokta da sevgi depomda kaçak olduğunu düşünürüm, şu benzetmeyi duyduğumdan beri, “Her çocuğun içinde, sevgi ile doldurulmayı bekleyen bir duygu deposu vardır. Fakat sevgi deposu boş olduğu zaman, çocuk yanlış davranışlar da bulunacaktır.”Bu dalgınlıkla yanlışlar yapmamam ve kabuğuma çekilmemem için, sevgi depomu doldurmam gerek diye düşündüm. Bu düşüncem beni bir yolculuğa çıkardı. Yolculuk dediğim 2km’lik yürüyüş mesafesinde olan iş yerime doğru… Sevgi deposunu dolu tutmayı, tıpkı bir otomobilin benzin deposunu dolu tutma ile eş değer görürüm.Bu yolculuğum esnasında çevremi izliyorum: 1) Bir hengame de olan trafik, bana 1 litrelik sevgi dolduruyor; çünkü yürümeyi seçtiğimden dolayı trafiğin keşmekeşinde değilim.2) Çantamdan çıkardığım minik el aynama bakıyorum ve ikinci litre de depoma giriyor; çünkü bir koşuşturma ile bir yerlere yetişme çabasındaki insanların asık yüzlerini kendimde göremiyorum. Buklet tebessümü her zaman ki yerinde duruyor. 3) Ara sıra da olsa yaptığım bir şey aklıma geliyor, köşe başındaki çiçekçiyi görünce; sevgi depoma bir buket kır çiçeği ilave ediyorum. 4) Elimde, aldığım kır çiçeklerini koklayarak yürümeye devam ederken; depoma nefis kokular ekliyorum.Artık, işyerime yaklaşmak üzereyim ve hatta gelmişim bile.5) Kapıyı açan elemanın her zaman ki iltifatı, (Hiç bıkmadan aynı sözler, yalakalık mı, gerçek mi? Çözmek istemedim hiçbir zaman) bana bugün de yarım litre kazandırıyor.Mark Twain bir zamanlar demiş ki, “Güzel bir iltifatla iki ay yaşayabilirim.” Bu sözler gerçek olsaydı eğer, yılda altı iltifat insanlara yeterdi; lakin bence iltifatı yapan kişinin kim olduğu da önemli olurdu…İşte bugün dalgın olan bünyemi, cesaretlendirerek yok ettiğimi düşündüm. (Her zaman bu dalgınlık olmaz bende, nedense genellikle kapalı havalarda olur.) Hepimizin yaşadığı farklı iş ortamlarından birini daha yaşamaya başladım. Yalnız, bazen iş arkadaşımın benle dertleşmesi içimi sıkar. Bugün yine içim sıkıldı.Tam sevgi depom fullenmişken; başladı yana yakıla aşkını anlatmaya, bu sefer susuyorum ve “hıhı” deyip geçiştiriyorum. (Biraz hafife takılayım, bari sen anlatırken.)Zaman belli bir yaştan sonra gerçekten su gibi akıp geçiyor, bünyelerimizden. Akıyor ki akşam oldu bile ve bakıyorum, sevgi depomda ister istemez ışık yanıyor, sen ne kadar uğraşsan da bu depo empty sinyali veriyor. (Artık evde doldurayım.)Eve geldim, malum işler aynen bir robot sessizliğinde tamamlanıyor. Sakinlik noktasına gelen ortam ve ben bütün gün yerinde duramayan beynimin kıpraşmasını kale alıyorum. Klavyem ile yeni bir senaryo yazmak istedim, bu akşam. Eski senaryolarımdan bir kaçının yarım olmasına rağmen, ben yenisini yazacağım; çünkü bünyem yenilikleri sever. Birden vazgeçtim. Düz yazı yazmaya karar verdim. Televizyonu kapadım. Bu ara hastalık derecesinde dinlediğim 45’likleri çıkardım. Ama tercihimi Michel Fugain’in, “Une belle histoire” sinde kullandım. Sözlerini anlamadığım halde, bozuk plak gibi çaldı, bu akşam “c’est un beau roman, c’est une belle histoire, c’est une romance d’aujourd’hui, il rentrait chez lui……….” Çalışırken, tek bir şarkıyı bozuk plak gibi dinlemek hep hoşuma gitmiştir. Yazıyorum derken, durdu ellerim ve buna paralel düşüncelerim. İşte, yine bu yazı da başka akşama kaldı, tamamlanmak üzere. İlla ki tamamlanır, belki bir başka akşam, belki bir sabah veya bir gece yarısı…Uykum geldi hat safa da, perdemi 2 cm aralığa kurdum; hatırlanacak diğer bir güne…