Metroda oturuyorsun. Önündeki bu insan kalabalığından başka, hiçbir manzara olmaksızın geçecek koskoca on dakikaya nasıl katlanacağını düşünürken, birden o sıkıcı olduğunu düşündüğün manzarada bir şekil belirginleşiyor… Ve tüm anlam değişiyor birden… Manzara güzelleşiyor.Huzursuzca ordan oraya konan bakışların, istikamatine karar vermenin huzuruyla, şimdi tek birşeye odaklanıyor. Kendisi dışındaki herşeyi geri plana iten ama o geridekileri de kendinden kaynaklanan bambaşka bir anlama bürüyen; yanındaki, arkasındaki, önündeki diğer pekçok benzerinden ilk bakışta hemen hemen farksız… bir erkek bedeni… Genç, pervasız, biraz dalgın… Ama çevresiyle onu benzeştiren tüm bu özelliklerinden bir anda sıyrılmasına neden olacak kadar da farklı bir ışık yayan…Senden kaç yaş büyük olabileceğini anlamaya çalışıyorsun. Bir parça utanıyorsun, çünkü onu yaşamına dahil etme isteğinin bir yansıması olarak görüyorsun bu çabanı. Ama ne kadar anlaşılmaz olsa da bu; o gencin, yaşamında yer alma ihtimali ne kadar az olsa da, yine de o küçücük ihtimal kalbini sıcacık ediyor.Genç, ummadığın bir şekilde, birden farkediyor seni. Profilden gördüğün yüzünü senin yönündeki birşeye çeviriyor… Ama o şey herneyse onu değil, senin kendisine yönelmiş gözlerini görüyor.Oysa şimdi farkedilmek istememiştin. Sadece seyretmek, biraz daha içini ısıtmak istemiştin. En azından şu an… İçin ısınmaya böylesine muhtaçken… Bir metroda bir başına, böyle anlamsız hissederken kendini…Sanki tek bir aynası olmayan bir evde, yüzünün neye benzediğini bile unutmuşsun gibi… burada da, yüzlerine baktığında senden birşeyler bulduğun; çünkü seni tanıyan, bu yüzden tanıdık bakan ve bu bakışlarıyla da seni sana bir kez daha hatırlatan tek bir kimse yok… Ve bu yüzden, tıpkı ayna olmadan yüzünü görememen gibi kendini de göremiyorsun artık. Çevrendeki sana yabancı onca insandan biri de sen oluyorsun.İşte bu yüzden, onun seni farketmesini şimdi istememiştin. En azından metro duruncaya kadar… Sonra dışarı çıkınca, hayat kesintiye uğradığı noktadan yeniden akmaya başlayınca, yani sen her zamanki sen olunca artık, farkedebilirdi seni. Üstelik çok da güzel olurdu bu.

Çünkü dışarıdayken bir aynaya gerek yok. Zaten kendini neden görmek isteyesin ki, seyredecek onca şey varken?! Ve yapacak, düşünecek, hissedecek onca şey…?! Zaten en çok, kendine bakmadığında, çünkü çevrende seyredecek başka yüzlerce şey varken, ‘kendin’ değil misin?! Aynadaki hayalinden çok daha gerçek bir ‘sen’…İşte o genç seni farkettiğinde, bunlar geçiyor şimşek hızıyla aklından… Ve korkuyla ürperiyorsun; bakışlarını kaçırıp, diğerlerinden onu ayıran ışığından seni mahrum etmesinden… Onlardan herhangi biri olup onlar gibi bomboş bakmasından…Ama korktuğun olmuyor… Senin gözlerinde gördüğü şey gülümsetiyor onu. Başını önceki pozisyonuna çeviriyor… Ama hala gülümsemeye devam ediyor. Işığını kısmadan, tersine daha da çoğaltarak…Sanki senin kendisini seyretmeni daha kolaylaştırmak için gittikçe daha çok aydınlatıyor çevresini. ”Ne tuhaf!” diye düşünüyorsun. ”Artık yalnız hissetmiyorum kendimi. Hiç tanımadığım birinin, gözlerimde birşey görmesi ve o şeye gülümsemesi, onu bir yabancı olmaktan çıkarmaya yetti.”… Ve artık ruhun ısınmaya ihtiyaç duymayacak kadar sıcak…Birden onun sana doğru yaklaştığını fark ediyorsun.Ama hiç korkmuyorsun. Çünkü sana ne derse desin, artık ona baktığında, kaybettiğini sandığın kendini bulmaya çalışmıyorsun. Artık tamamen buradasın, kendinsin… ve ne derse desin, biliyorsun ki aynı kalacaksın yine.”Pardon!” diyor genç. Tam da o noktada metro duruyor. İkiniz kapıya doğru ilerlerken, o devam ediyor: ”Biraz konuşabilir miyiz?”… Evet… Belki diyecekleri önemli değil, en azından senin kendi gözündeki yerin açısından… Ama kalbinin hızlanan atışları açısından bakacak olursan da, aslında oldukça önemli……Ve ayrıca onun o ışığı var ya, çevresine hep yaydığı… İşte o ışığın, şu an senin gözlerine yönelmiş gözlerinde, çevresine yaydığından çok daha fazla bulunması da… önemli!!