Her akşam,yatmadan önce,düzenli olarak gözlerimi çıkarır,içi su dolu bir kaba koyarım.Gözyaşına karşı kazandıkları bağışıklık da bundan gelir,bilirim…Ayrıntıcı,hassas ve titiz bir kişi olmadığımdan dolayı,bunu her akşam yapmak başlarda fena halde eziyet oldu,kabul.Hele ki en çok unutkan mizacım çektirdi…Şöyle ki; gözlerimi yuvalarından çıkarmadan hemen önce,onlarla tamamen işimin bitmesi gerekiyor.Onlara muhtaç olacağım hiçbir eyleme izin yok,tekrar tak çıkarlarla onları yıpratmaya hele,hiç izin yok…Yuvaları aşınıyor öyle olunca,renkleri de soluyor…Fakat ben,yapmam gereken her işimi,artık yapacak hiçbir işim kalmadığına emin olduktan sonra hatırladığımdan,malesef çok çekmiştir gözlerim…Garanti sürelerini dolduralı epey olduğundan dolayı da telaşlanmamak elde değil. 20 yaşını doldurmuş gözlerin götürülüp yerine yenilerinin verildiği kampanyalar da hiç bana göre değil;akıllılar, içlerindeki yaşanmışlıklar,görmüş geçirmişliklerle beraber alıyorlar gözleri,yerine yuvadan doğma,daha hiçbirşey görmemiş etmemiş bir çift göz veriyorlar.İnsanın hayatında temiz bir sayfaya başlamak istediği anlar çok olmuştur fakat hiç kimse yaşanmışlıklarını satacak kadar aptal değildir!Hoş,bir anlık sinirlerine yenik düşüp soluğu göz ticaretçilerinde alıp bu değişimi gerçekleştirenlerin ve sonrasında mutlaka pişman da olanların sayısı da küçümsenmeyecek derecededir…Neyse;gözlerimle işimin bittiğine kanaat getirdikten sonra,15 kez sabunlamak zorunda olduğum ellerimi en narin şekilde kullanarak,yavaşca yuvalarından çıkarıyorum kendilerini ve suyla dolu kaba aynı narinlikle bırakıyorum.Ama mutlaka neyi unutmamam lazım? Fiyatlarına gelen zammın benzinle yarıştığı göz cifinden suyun içine üç damla damlatmayı! Damlatınca,suyun aldığı yeni renk ve cifle karışımının yarattığı manzara izlenmeye değer gerçekten…Bu sahneye tabiiki kendi gözlerimin bakımını yaparken şahit olamadım;ancak arkadaşımla birbirimizde kaldığımız zamanlarda birbirimizin bakımını izlerken bu değişik ve pahalı maddenin suyla birleşimi esnasında ettiği raksı gözlemleyebiliyorum ya da aileden birilerinin benden önce yatıp da onların bakımlarını izlediğim zamanlarda….Ama en zevklisi tabiiki,anneannemin bizde kaldığı zamanlarda gözlerine yaptığı bakıma dişlerininkinin de eklendiği zamanlar…Ben daha küçükken ve gösterilmesi gereken hassasiyetten bir o kadar habersizken,anneannemin özenle bakımını yapıp ayrı ayrı kaplara yerleştirdiği gözleri ile dişlerini;o artık nasıl olsa bir şey göremiyorken, aynı kaplara koyduğumda ve gözleri yerlerinde olmayan anneannemden başka ,uyanmış olan herkesin,dişlerin arasına geçmiş olan gözlerin görüntüsüne şahit olduğunda işittiğim azarlardan,besle kargayı oysun gözünü şeklinde arkamdan savrulan ithaflardan, nihayetinde uyandığında boş yuvalarıyla olan bitene anlam veremeyen anneannemin,herşeyden habersiz,belli ki azar işiten beni annemle babama karşı savunmasındanaldığım hazzı anlatamam hiç.Büyüdüm artık tabi,kalmadı öyle şeytanlıklarım…Neyse efenim,gözler,bakımlı suyun içerisine emanet edildikten sonra,malesef herşey bitmiş sayılmıyor.Onlara sahiplik eden yuvaların da bakımının ayrıca yapılması gerekiyor.Okulda bunların eğitimini aldığımızda,yuva bakımının gözlerinkinden geri kalmaması gerektiğini,şu sözle açıklıyordu öğretmenlerimiz:“gözün görüp göreceği zamane,dişi kuşun yuvasına taşıdığı samane” (hönnkk)Her üşenerek yaptığım yuva bakımının gecesinde rüyalarımda bu söz yankılanır,ertesi gün yapmam gereken bakımı çok daha şevkle yapardım.Şimdiyse artık,alıştım…Tabii bazen hiçbir durumda bizim elimizden bir şey gelmeyen durumlar da söz konusu olabiliyor.Kötü hava şartlarına yenik düşen ve bir dirençsizlikle karşı karşıya kalan gözlerimiz ve yuvaları,profosyonel bir bakım isteyebiliyorlar.Bu gibi durumlarda,çare genellikle yüksek vakumlu göz süpürge makinalarının bulunduğu mahallere uğramaktan başka bir şey olmuyor.Hijyenik bir ortamda çıkarılan gözlerin yuvalarına yapışmış toz ve kirler,bu vakumlu makineyle dibine kadar temizleniyor.Müdahele edilmesi gereken bu durumun farkında olunmadığı zamanlar da,kapımızda bizi bekleyen,bir göz kanseri riski oluyor.Kimsenin gözüne vermesin Allah…Ama buradan da sesleneyim,hacılara hocalara gidip de göz dualarından medet ummayınız allaseniz.Önce bilim,litfen…!Bunun dışında,çok protestoya da şahit oldu bu vatan…Bir kere,göz bakımına ait ürünlerden alınan vergilerin özel tüketime tabi olması,büyük kitleleri ayağa kaldırdı.Bakımsız bırakılan gözün işlevini yerine getirme zaten yokken,e söz konusu da yani,boru değil gözken,bu tür bir uygulamanın bir göz katliamı olduğuna dair çok şeyler yazılıp çizildi;fakat hükümetten yapılan açıklama fena halde feci idi:“Bir düşünün bakalım,doğuştan ya da sonradan kör olan insanlara göre Allah katında özel misiniz değil misiniz?Özelsiniz! Özelsiniz ve tüketiyorsunuz,özel olmasaydınız tüketmezdiniz de çünkü…Demek ki ne yapıyormuşsunuz,özel tüketiyormuşsunuz…Aldığımız verginin adı ne:Özel Tüketim Vergisi.”Bu açıklamaya karşın,ötv’nin babası Avrupa Birliği ülkelerinde böyle bir uygulamanın olmadığını söylediklerinde ise,şu cevap suratlara çarptı:“Avrupa’nın dini,imanı,Allah’ı mı var…Onlar ne anlar Allah katında özel olmaktan…”O güne kadar,sadece bizde geçerli olan bu uygulama,ertesi gün bu açıklamanın dünyada yankılanmasıyla,tüm islam ülkelerinde yürürlüğe konuldu.Yuvalardaki gözlerin tartışma yarattığı bir başka konu ise,içerisinde göz ve yuva geçen deyim ya da atasözlerinin günlük hayattaki kullanımlarının yarattığı karışıklıktan ötürü,kullanıma kapanılmasının talep edilmesiydi.Bunca zaman böyle bir yakınma olmamasına rağmen,şu saatten sonra olmasının da bir nedeni yok değildi,elbette vardı.Şöyle ki;Kalabalıkça olan arkadaş grubu içerisinde muhabbet eden ve ileri seviyede panik atak hastalığına sahip olup bunu da herkesten gizleyen Gözde,yanında oturan arkadaşının kendisine verdiği bir havadis üzerine çok sevinir.Tam karşısında oturan bir diğer arkadaşı da,yeni yeni kullanılmaya başlanıp popüler olma aşamasındaki o yeni öğrendiği,kullanmak için de fırsat kolladığı deyimi Gözde’nin gözlerine doğru,ilk kez söylüyor olmanın da verdiği heyecanla fırlatır veee:“Aaa şuna bakk,gözleri yuvalarından fırlamışş…”Bu lafın bir deyim olduğu henüz bilmeyen,hoş bilse de,belki henüz gerçek anlamıyla mı yoksa deyim olarak mı kullanıldığını ayırt edemeyecek olan Gözde,görme yetisinde bir problem olmamasına rağmen gene de gözlerinin sahiden yuvalarından fırlamış olabileceğini düşünür,yerinden sıçrar ve bunun yarattığı heyecanının panik atağını tetiklemesi üzerine de aylardır kendisine gelememesine neden olan bir şok geçirir.O günden sonra herkes Gözde olmuş,meydanlar Gözde için dolup taşmıştır.Fakat tüm bu ayak sesleri elbette ki herhangi bir sonuç getirmiş değildir;üstelik bu seferki açıklama dünyanın yanısıra diğer gezegenleri de haberdar edecek cinste bir saçmalık taşımaktadır:“Sevgili vatandaşlarım,biriniz de çıkıp demez mi ki:Eğer böyle bir yanlış anlaşılma olmasaydı da Gözde söylenen lafı doğru anlasaydı,Gözde’nin herkesten gizlediği hastalığı nasıl ortaya çıkardı?Bu Allah’ın işi değildir de nedir söyleyin bana…”Ve şöyle devam edilmiştir açıklamaya:“Tez zamanda,bu tür deyimlerin, atasözlerinin,deyişlerin birarada olduğu bir kitap basılması gerekmektedir,fotokopileri kesinlikle yasak olacaktır,bu kitabı hatim etmeyip,gene bu sözler yüzünden rahatsızlanacak kişilerin tedavi masraflarına katkımız olsun diye de,peşin peşin bir katkı payı kitaplar üzerinden alınacaktır…”Demeçin ardından,mikrofonların yaydığı büyük bir gürültü koptu,başkan kürsüden düşmüştü;fakat ertesi günkü gazetelerin manşeti kürsünün lafını etmiyordu:“Başkan gözlerden iyicene düştü”