olasılıklar-ve-olumsallıklar-departmanından..,
Free Image Hosting at www.ImageShack.us“al” demişti actor, “iyi bu”, elime aldım, sakin, kitap bahsettiğim. Balinaya benzer bir resim vardı üzerinde, hafif’de okuduğum bir şeyleri anımsatıyor gibiydi adı; 19/84. Eh çabuk bitti, sonra huxleyle bir tanışıklığımız oldu akabinde “ulan iyi olmuş ama eski bunlar, bu ciddi sorun, yani o zamandan farkına varıldıysa bunun, ne kadar şansımız olabilir?”.Evet eskiydiler ve televizyon yeniydi mesela, sterilize beyinlerin toplum içindeki oranı pek öyle tavan yapmış değildi yani. Bildiğimiz şeylerin edebi bir dille yazılmasından başka bir şey değil yani aslında nietzche’de aynı ben de biliyorum… gibi laflarla “düşünemiyor” olmamızı önce kendimizden saklama çabamızın samimiyetsizliğinin farkına vardıysak eğer, şunu sormak istiyorum: kafamı bulandırmak için mi tüm bu kitaplar? Yoksa gerçekten gerçek mi tüm bunlar? Bireysel gerçekliğin bakış açısına bağımlılığı tartışma götürmez evet ama, lunaparklar mesela, o koca koca makineler, kıvıran, dönen, sallayan, çalkalayan, müzikli ışıklı dev makineler ve çalkalanan beyinler. Neden gider insanlar lunapark’a? Balon ve şenlik ha?Sehir meydanlarına koydukları titreşimli masaj aletleri, topuklartan yükselen titreşim direk kulak salyangozunu sallar ve denge hissi yok olur, uçmak ya da yüksek bir yerden düşme etkisi, tıpkı rock’n coke’un 12kW lık ses sisteminin etkisi gibi. Ne çaldıklarının önemi olmadığı doğrudur.E televizyonun nesini söyleyeyim artık. Beyinde işlenen cinayetler lafından bunu anlarım ben. Ama eskiden amerikan filmleri vardı, “amerikadan yana ol kazan!”, “rüyalar ülkesi” neyse ne, coca-cola, marlboro reklamları ve özgürlük anıtı, bir de amerika’nın akıl almaz teknolojisi. Bizimkilerin porno çektiği yıllar da ve biraz öncesinde alman sinemasında da nazi propagandası. Pırıl pırıl, zeki, güçlü almanlar, ama rocky döverdi alman’ı ve rambo elbette. 68 71. Kabus gibi. Yaşayanlardan dinliyorum da, “bir gecede oldu her şey” diyor, “örgütlenmeye, eyleme geçmeye fırsatımız olmadı, ne olduğunu anlayamadan içerdeydik hepimiz” ve televizyon’un yükselişi. Abuk bir figürasyonun berisinde fastfood obezitesi ile yürümeye mecali olmayan, ifadesiz suratı ve boş göz delikleriyle kameraya bakan yirmili yaşlarında sarışın bir amerikalı erkek “i love this game” nasıl bir gülümseme o? Korkuyorum ben. Al işte, günde yirmi tekrardan ayda altıyüz, yılda ikiyüzyirmibin. Kitlesel şartlandırma. Sor etrafındakilere, (ah belki ne yazık ki kendine) pavlov yüzlerce köpeğin kafatasını parçaladıktan sonra koydu adını, şartlı refleks, şimdi sor işte, sadece köpeklerde mi? Sakın!Metrolardaki anonslar, en mongol’un (gerçek anlamıyla mongol), en ağır işitenin, en zor algılayanın anlayacağı netlikte, tane tane, “bir sonraki istasyon basmane”. Trt spikeri değil o ya da iyi bir radyocu, sosyolog, psikiyatr ya da öyle bir şey işte ve sıralanmış turnikeler, yürüyen merdivenler, disiplin, farklı bir yöne gidemezsin. Tımarhaneler var, değer yargıları, algısı farklı olan deli işte, kolay bu, altı milyarı kapatmak zor olduğundan olsa gerek içerdeler ama bakıcılar “normal” olduğundan, ellerinden gelen pisliği ardına koymamacasına hizmet veriyor onlara. Tımarlanan, törpülenen, otomatlaştırılan, salınıveriyor ve bir postanede memur oluyor, sam amcaya çalışıyor başka bir deyişle.Aids – afrika – amerika triadına ne dersiniz? Nazilerin toplama kampları ve almanyanın tıptaki dev adımları, wisap, aeusculap, wolf, shultz, siemens, reda, sadece laparoskopi aletleriyle yılda bir kaç türkiye kadar kazanan şirketler topluluğu. Şimdi de ırak’ta deneyler, savaşçı robotlar, yeni kimyasallar, endonezya da garip bir şeyler. Tamam 11 eylül gerçek olsun, iki afgan delikanlı cigaralığı çekip girdi kulelere, pentagon’a, insandık size, peki nasıl olabiliyor bu beyler? Binlerin ölümünden bahsediyoruz ve kavgayla, savaş aynı şey kafalarda. Yazık değil mi?Son bir kaç yıldır format dediklikleri ibnelik var. Biçem diyeceğim ben, akılda kalıcılığı artar belki, şu uzayan cümle bir yer edinirse kafataslarındaki grilikte, frontal lob’da bir iki bağlantıyı değiştirme ihtimali hatrı sayılır bir hâl alabilir metnin. Sit-comlar (bunlara dekorlu durum komedisi mi diyelim?) ilk örnekleri bu işin, önceden filmler vardı evet, ama o liseli kızı evinin önünde öpen oğlanları pek benimseyemedi asya, ne yapılacak o zaman? Overdoze? Denendi, ama hep yabancılık çektik, işte sit-comlar, ehlileştirilmiş yapımlar, ekranlara kitlendi zihinler, tüm konuşma, düşünme, eyleme bunlardan ibaret artık. Sonrasında bbg (big brother değil mi ingiltere menşeili aslı?), pop-star, benimle evlenir misin? İşte bu cin fikirli puştlar, tüm dünyaya izletiyor artık yayınları, evrensel şartlandırma? Dünya devletinin orta vade adımları?Kap-kaç, hırsızlık haberleri inmiyor bültenlerden ve ardından güvenlik sistemleri. Bana gelmişti teklif, izmir’de ufak bir bilgisayar dükkanıyken, şimdi merkezini istanbul’a taşımış ve türkiye’nin çeşitli şehirlerinde, yangın ve hırsız alarmlarıyla, gelişmiş teknolojisiyle… reklamlı bir şirket oldu. “narlıdere’de” diyordu adam, “bir sürü dükkan var, bunlara satarız, sen programını yaz, montajı yaptırırız…” ve yine narlıdere’den, ne idüğü belirsiz üç beş serseri gelip gidiyordu dükkana, sattılarda nitekim. Eh onun yaptığı kendi ayakları üzerinde durmaktı, ne dersiniz?Okullar, o kitaplar, tarih derleri ve atatürk işte, karga kovaladıktan sonra yunanı denize dökmüş, atamız, hepsi bu, gerisini bilme, bizim bb’de o işte, beton kemal! Her şeyi anlatıyor. Sokaklara bakıyorum da soruyorum, bu asfalt, tonlarca asfalt, ne rezilliktir bu, “e asfalt olmasa arabalar nerden gitçek” diyor zavallı, çok doğal bir şey gibi geliyor otomobiller, boyları bizimkilerin yirmi katı beton bloklar ve bu ezilmişlik ve inadına pompalanan ego. Levi’s almassan kızlar sana vermez, saçların parlamaz, dove kullanmazsan kimse seni beğenmez, beğenilmemek kötüdür, çirkin olmak kötüdür, bunlardan alırsan güzel olursun, güzel olursan popüler, popülerlik iyidir.Tüm o kimyasallar, boğmuş, lanetlemişken bizi, deli danalar gibi geziyor sokaklarda, istiklal, alsancak, tunalı, ışıklar, artık neresi olursa. İri kıçlar görüp büyüleniyor, eylemde o kıçlara girememenin sancısıyla kıçını sokacak bir diesel olmadı ona sokacak bir şeyler aranıyor kitleler. Ucube kitleler, her yerdeler, nasıl bir insan türü yetişiyor bu memlekette, nasıl bakışlar onlar öyle, öldürmek istiyorlar bizi yahu.İki üç hafta önce, iki aydır eve kapanmış olmanın da tesiriyle bir teklifi kabul edip çıktım dışarı, alsancak, yüksek alkol, dramatize edemiyeceğim olayı. Önce kordonda iki kızdan biri, köle olduğu ve siyah giyerek ceset gibi bakarak özgürleşemeyeceği konusunda ısrarcı davranmama kızmış olacak ki elindeki şarap şişesini kırıp üzerime yürüdü. Gelgelim kan akmadı o sahnede. Otobüste arkadaşımla seyrederken, “tamam fikirlerin güzel ama tavrın kötü” deyiverince ayağa kakıp yolcu kiteye “iyi akşamlar insanlar! Ben, sizlerin, televizyon, özellikle televizyon ve diğer medyayla uyuşturulan özgür köleler olduğunuzu, hiç bir eyleminizin bireysel töz taşıyamayacağını ve sistemin otomatları olmaktan öteye gidememekle beraber, varolan karanlığı derinleştirmekten başka bir işe yaramadığınızı düşünüyorum. Ancak arkadaşım, bu söylemimin sizleri incittiğini ve dolayısıyla beni dinleme zahmetine katlanmayacağınızı düşünüyor, bu konuda olası fikirlerinizi bekliyorum” dedim, ilk şaşkınlıktan sonra arkadan bir kız, “sen benim kim olduğumu bilmiyorsun, beni yargılayamazsın” dedi, “kim olduğunla ilgisi yok köleliğinin, ne olduğunla ilgili daha çok” dedim ve arkamdaki koltukta oturan, sonradan sosyolog olduğunu öğrendiğim otuz yaşlarındaki beyin “ben arkadaş’a katılıyorum ama…” demesiyle bir forum oluştu orda. Deney başarıyla tamamlanmıştı. Son durakta indik, bu sefer “bak işte herkes biliyor neyin ne olduğunu” dedi, “yahu sen bilmiyorsun daha, nasıl karar vereceksin buna, bana itimat et şimdi, kimsenin bir boktan haberi yok”, arkamızdan bir çift geliyordu, gece vakti karanlık bir sokaktan bahsediyorum, “afedersiniz, iyi geceler, size varoluşumuzun nasıl bir şey olduğunu sorsam bana bir şeyler söyler misiniz?”, “…”, “ya da böyle susup gider misiniz?” bizi sollayıp on metre kadar ilerlediler “peki şimdi gidip pop-star birincisini seçmek için sms atın, ama endonezyayı kafanıza takmayın!”. Bir kez daha kanıtlamıştım, gururla karışık üzüntüyle eve iyice yaklaşmıştık ki, arkamızdan ik ikişinin geldiğini farkettik, biri az önce varoluş sohbetine yanaşmayan bey, diğeri inşaat amalelerine has tarifsiz iriliğiyle bir azman hızlı adımlarla yaklaşıyorlar. Bey’in elinde bir sopa, “ulan utanmıyonuz mu lan şerefsizler!” arkadaş sol tarafımdan vınlayarak kaçmaya başlarken ben donuk adam sendromumun belirtilerini sergilemekteydim, iri olan kaçanı kovaladı, diğeri sopayla balestra atak yaptı, sırt çantasıyla kestim, ikinci atak sağ bacağımdan puan aldı, arkadaşıma baktım, iri oğlan bizimkini yere yatırmış, gardı açıldıkça bir yumruk zekrediyor suratına, olaydan habersiz, kim olduğundan habersiz altındakinin, vuruyor ama, kafası yerden sekiyor çocuğun, “vurma lan! O bişey yapmadı!” diyerek koştum o tarafa, yok koşamadım pek, yeltendim ve yüksek perdeden bir ses yankılandı, gözlerimi açtığımda “vurmayın lan, o bişey yapmadı” diye mırıldanıyordum hemen hemen cenin pozisyonunda yerde. Sopa kırılmış, ufak çaplı beyin sarsıntısı. Neyse, uzatmayalım ama ölebilirdim o darbeyle, doktor’un sözü bu, olayı balkondan gören ve akabinde yardıma gelen bir doktor çift ve arkadaşlarının sözü. Gülüyorduk, komik geliyordu hepsi. Ve vahşet tavan yapmış, çok kolay her şey.Kafein, tenin, nikotin, devlet memurluğu sınavları, trafik lambaları, ah evet trafik lambaları, siemens marka, türkiye’nin her yerinde, bir üçlü set 900€ sanırım, sadece ışıklar, kontrolcüsü, direkleri hariç. Ya da bakın işte fiyat listesine ve adedini düşünün. Ama gerekli trafik lambaları değil mi? Aksi düşünülemez. Otobanları ve 3×2 bir karayolunun 4 yönlü viyadüğünün kaç milyon$’a ihale edildiğini öğrendikten sonra, açlıktan ölenlerin sayısına bölüp bu rakamı, günlük faiz oranıyla çarptıktan sonra elde ettiğiniz sayıyı, açlık sınırı tabir edilen sayıdan çıkartın (açlık sınırı ve bir rakam, vay be, eksili mi oldu sonuç?), hah şimdi bir sayı tutun, aklınızdan öylesine ve bunu bile hür iradenizle yapamamış olmanın sancısını hissetmiyorsanız hala, bu yazıyı daha fazla okumayın.Düşündüm de, sırf şu son cümle yüzünden biraz daha yazmak zorundayım sanırım. Peki, biraz uğraştan kimseye zarar gelmeyeceğini umarak, futbol, avrupa birliği, çocuk pornosu, atv ana haber bülteni ve neşeli haber bölümü, mehmet ali erbil, amerikan eyaletleri anahtar kelimelerini kişisel veri tabanınızda aratın. Şimdi de, yakın tarih, salgın hastalıklar, türkiye’deki şehirler anahtar kelimelerini deneyin. Sonuçları sayısal olarak karşılaştırırken, lütfen televizyonun sesini kısınız, yoksa beyninizde yankı yapacak, lütfen.