Gercek Nedir ? Hiç düşündünüz mü?
İnsanlığın başlangıcından bu yana sorulan ve henüz cevaplanamamış yegane soru: Gerçek nedir ?Hepimizin zaman zaman kendimize sorduğumuz ve hemen arkasından hissettiğimiz ekşimsi tattan sonra cevabını bile düşünmeden günlük yaşantımıza devam etdiğimiz acayip soru.Eski efsanelerde kahramanımız, büyük bir hazine için yollara düşer. Başından geçen nice badirelerden sonra hazineye ulaşır. Fakat bu hazine artık ona eskisi kadar çekici gelmez ve kendi içindeki gerçek hazinesini bulduğu düşüncesi onun en büyük dayanağı olur.Peki ama hangi gerçek ?Gerçek şu ki;* Sahip olduğumuzu zannettiğimiz şeylerin bizi esir alması gerçeği,* Hacivat ve karagöz oyununda olduğu gibi perdenin arkasını değilde, sadece gölgesini gördüğümüz gerçeği,* Sonuçlara odaklanıp, nedenlerini bizim yarattığımızı unuttuğumuz gerçeği,* Bir gün öleceğimiz gerçeği* Hepimizin gördüğü kötü şeylerden sonra, dünyanın çivisi çıkmış diyerek, hiç bir şey yapmadığımız gerçeği,VE TÜM GERÇEKLERİ BİLMEMİZE RAĞMEN, UMURSAMADIĞIMIZ GERÇEĞİ…
yorumlar
Sahip olduğumuz şeylerin bize sahip olması, insanların yarattığı bir gerçektir. Sahiplenme güdüsünün temelinde bu yoktur. Burada en önemli gerçeklik insanların gerçeklik dışında gerçeklikler “kurallı eylemler” yaratabildiğidir.Hacıvat karagöz benzetmesindeki olayı, tam olarak nerede ve nasıl yaşadığımızı öğrenmek bizi bu yapay gerçeklikten sıyıracaktır. “Perdenin arkasını göremiyoruz” cümlesi bu şekilde ancak bir varsayım olarak kalır.Sonuçlara odaklanıp nedenleri bizim yarattığımızı unuttuğumuz gerçeği sadece işin dış görünümüdür. Asıl altta yatan gerçek, Sonuçların aynı zamanda başka nedenlere dönüştüğü ve nedenlerin de bazı sonuçlara sönüştüğüdür. Birbirine geçişen kavram veya nesnel olay, tek bir bütün sayılmalıdır.Bir gün öleceğimiz gerçeği diye bir şey yoktur. Gerçek, yaşandıktan sonra yaşayan kişi tarafından anlatıldığında belki geçerli sayılabilir.Ve güzel yazına son bir küçük müdahele, “dünyanın çivisi çıkmış” deyip hiç bir şey yapmadığımız yalan.
gerçek olup olmadığını bilemediğin bir ortamda gerçek nedir sorgulaması kadar anlamsız bir çaba olamaz..ana karnındaki ceninin dünya nedir diye sormasına benzer bu..an’ı verimli kullanmanın hesaplarını yapmak ve gereksiz kuruntulardan sıyrılmak gerektir.. ya nasip, ya kısmet.. gerisi boş.. gerisi hikaye..gerçek, sahte, iyi, kötü, güzel, çirkin, küçük, büyük, kıymetli, adi..hepsi kof.. alelâde..bakınız ne diyor üstad..
gerçek olup olmadığını bilmediğin bir ortam, ortam değildir. “Gerçek nedir” sorgulaması anlamsızlaştığı anda soruyu soran kişide anlamını yitirir. Nihilizme sapma çoğunlukla burada başlar. Bu raddeye gelen insan düşüncesi, gerçeğin ne olduğunu anladığında veya anladığını sandığında hayalkırıklığı, şaşkınlık ve bunalıma sürüklenir. Ya gerçekliği olduğu gibi kabullenecek ve o güne kadar yaşadıklarının çoğunu kendi kendine yalanlayacak ya da son yaşadığı deneyimi unutacak bir daha gerçek nedir sorusunu sormayacak ve eski hayatına geri dönecektir. Bu iki seçimin arasında kalmak insanı nihilizme iter. Birinci seçeneği denemek kendini bir nevi öldürmek sayılabilir. İkinci seçenek ise çoğunlukla insanı delirtebilecek kadar güçlüdür. “Gerçek anlaşılmayagörsün.”Benim bu aşamadaki beyinlerin tümüne tek bir tavsiyem var. “Gerçeği takip edin, o kendini belli eder.”
bulunduğun ya da bulunduğunu sandığın yer, eski tabirle mekân, yeni tabirle ortamdır.. sanal olur, gerçek olur.. bunun tanımını/ayırımını yapabilmek için ise “gerçeği” somut bir şekilde, şeksiz şüphesiz tutabiliyor/tanımlayabiliyor olman gerekir.. yoksa boş laftan öte gitmez..nedir o takip edilecek gerçek..? onu açıklar mısın bu aşamadaki beyinlere lütfen..
Açıklarım tabi, öncelikle ortam hakkında konuşmak isterim ama:=)Bir yerde bulunduğunu sanmak veya bir yerde bulunmak beynin işleyişine göre aynı anlama gelir. Bunun benzeri bir olay da beynin yaşadıklarıyla hatırladıklarının arasındaki farkı ayırt edememesidir. Sana “aklına bir elma getir” dediğimde hayalinde canlandırdığın elma gerçekte yoktur, daha önceki deneyimlerinden bir karma halinde elmayı düşünebilirsin, işte bu düşünme sırasında beyninde oluşan fiziksel süreç yaşadığında da aynısıdır. Aynı yerden elektriksel sinyaller aynı bölgeleri uyarır. İnsan bu yüzden gerçeğin gerçekdışından ayrımını yapamaz. Her şey ya gerçektir ya da değildir. Takip edilecek gerçek bunun kendisidir. İnsanın gerçeklik üzerindeki hakimiyeti, onu yaratabilme gücü, tasarlama yeteneği ve beynin yorumlamaları, insanın gerçeklik karşısında algıladıklarından geriye kalan kısım, tanrı kurgusunu ve ölümsüzlük düşüncesini yaratabilecek niteliktedir. İnsan beyni büyük bir rahim gibidir. Bu yorumlamalar ve yaratmalar için insan algılara ve daha öncesinde nesnel dünyaya ihtiyaç duyar. Bahsettiğimiz zihinsel gerçeklik (ikinci el diyelim anlaşılsın) nesnel gerçekliğin yorumlanmış bir kopyası olarak insan beyninde dolanır. İnsan gerçeğe hiç bir zaman gerçekten dokunamaz bu onun eksikliği ve gücüdür.
o zaman bir tanım hatanı düzeltmek durumundayım müsadenle sevgili bestloser
tanımlamana göre “Her şey ya gerçektir ya da değildir” manası çıkmıyor.. tanımlamana katılıyorum ama düzeltmek kaydıyla.. doğrusu şöyle olmalıydı mantık silsilesi ile;“Her şey hem gerçektir hem de değildir”eğer takip edeceğin yol bu ise -ki dediklerinden bunu anlıyorum- seninle beraberim.. fakat bunun başka getirileri de var.. umarım farkındasındır..
Evet çok iyi fark etmişsin, her şeyin hem gerçek olması hemde gerçek olmaması insanoğlunun kurmuş olduğu temel mantığa aykırıdır. Gerçekliğin mantıktan ve matematikten ayrıldığı çok yer biliyorum. Bu tür konuların gündeme gelmesi beni çok sevindiriyor.
peki..
:=)
bu arada sevgili şahlanankoç yanlış anlaşılmak istemiyorum, her şeyin aynı zamanda gerçek olması ve gerçek olmaması bir gerçektir. Daha doğrusu buna en yakın ismi sayılabilir. Ama insan mantığına aykırı düştüğü de doğrudur. Bu gerçeklik için bir çelişki anlamına gelmez. Doğal olan budur. “Her şey ya gerçektir ya da değildir” derken tek bir bütün olan şeyin ikiye ayrılmasının insan beyninin bir işlevi olduğunu anlatmak istemiştim. Neyse sonuç olarak “her şey tek bir şeydir” diyebiliriz şimdilik:=)
esasında o en son söylenecek, ulaşılacak olan sonuç bestloser.. herşeyin aynı zamanda var ve yok, büyük ve küçük, güzel ve çirkin, asi ve sadık, kara ve beyaz..vs olması halinin ve bunların her an yaşandığının farkındalığına ulaştıktan sonra varabileceğin bir sonuç.. peşinden gidilecek bir gerçeğin olmadığını, “gerçek” diye tanımlanan şeyin algı kesitinin genişliğince varlığını sürdürdüğünü farkettiğin zaman ulaşabileceğin sonuç.. belki de bir kaçış noktası.. seçim sizin elbet.. tek diyebileceğim, neyin gerçek olduğu ile uğraşmanın vakit kaybı olduğudur.. çünkü hiçbirşey gerçek değildir.. kimimiz reklam seyredip gerçek sanır, kimimiz film, pandomim, opera, tragedya.. herkes kendi gördüğünü gerçek “bilir”.. bilmesi de zandır.. esas itibarı ile bilinci de zandır.. esas büyüklük, zan’a teslim olmadan, tek adım ile onun üstüne çıkıp kendimizi olabildiğince geliştirmek, yetiştirmek, hep ilerlemeye çabalamaktır.. bu çaba sırasında hedef olarak “gerçek nedir” sorusu fazlasıyla muğlak ve pusludur.. kendi “soru”nuzu, “hedef”inizi kendiniz belirleyin elbette.. ama ulaşılması imkansız hedefler koyarsanız oturduğunuz yerden kıpırdayamazsınız.. yol sonsuz, zaman çok az.. atılabilecek her adım kıymetli..
Konu kapanıyorsa bende bir şeyler söylemek istiyorum. Her insanın ayrı ayrı içinde bulundukları gerçekliklerin (sonuçta işin içine beyin ve işleyişi faktörü girdiği için gerçekliği kişiselleştirip göreli hale getirdikten sonrasından bahsediyorum) ve o gerçeklikleri kabul etmiş olan bütün beyinlerin içinde bulunduğu tek bir gerçeklik, şimdilik sabitleyebileceğimiz kadar fazla işleyiş örneği barındırmaktadır. Bu işleyiş yasalarını ve evrensel gerçeklik kurallarını yakalamamız, gerçeğe giden yolun kenarında biten çiçekler gibidir:=) (nası benzetme?)Neyse gelgelelim bu küçük ipuçlarını yakalamak için ve tüm insanların ve gerçeği ayırdedemeyecek durumda olan beyinlerin içinde bulunduğu ortak durumdan, asıl gerçeklikten bahsedebilmemiz için insandan yola çıkmak zorunda kalırız. İnsandan yola çıkarak gerçeğin ne olduğunu bulmaya çalışmak aslında insanın yapacağı en mantıklı harekettir. İnsan gerçeğe en yakın olarak kendisini bulur çünkü gerçekten de insana en yakın gerçeklik (Yakın diyorum çünkü ne kadar yaklaşılacağı gerçeğin ne kadar tanımlanacağını etkiler) kendi gerçekliğidir. İnsan kendi gerçekliğini tanımlamaya başladığında bunun evrensel bir gerçeklik olmadığını bilir. Bu tanımladığı gerçeklik tamamen insanın kişisel gerçekliğidir. Ne var ki insan kendini tanıma aşamasında, gerçeği aramak için çıktığı yolda bir süre sonra kendisinin değişip evrensel gerçekliğe ayak uydurmaya başladığını fark eder. “İnsan gerçeği ararsa gerçekleşmeye başlar.” Bu durumdan sonra insan “serden geçmek” deyimini tam olarak yaşamaya başlar ve kendine ait kişisel olan ne varsa öldürür. İnsanın kişiselliğini öldürmesi ve sahip olduğu şeyleri de yitirmesi aynı zamanda onu özgür kılar. “Sahip olduğun ve dolayısıyla sana sahip olan hiç bir şey kalmadığında, ancak o zaman özgür olabilirsin.”(Benim nickimdeki kaybetme felsefesi buna dayanır.) İster istemez bir özgürlük arayışı içine girmiş olan ve gerçekte gerçekliği merak eden insan ne mi yapar, evrensel gerçekliğin özgürlük kavramıyla bir ilişkisi olduğunu sezer. Özgürlük insan beyninin algılayabildiği şekilde karşıtı olmadan düşünülemez.Şimdi bu konuda benim basit çıkarımlarım şunlardır: Özgürlük, bağımlılık- Yaşam, ölüm, -iyi, kötü- büyük, küçük gibi tüm kavramlar ikili bir düşünce sisteminin mantığına göre ortaya koyulmuştur. Mantık, onu tasarlayan beynin şekline göre konuşur. Beyin iki lobdan meydana gelir, insan iki karşı cins insanın birleşiminen meydana gelir (biyolojik olan açıklama) Sonuçta ister istemez insan her şeyi karşıtıyla birlikte düşünür. Oysa karşıtlar sadece bir bütünü oluşturan yarımlardır. Gerçeklik, gerçek dışılık sayesinde kavramlaşır. İkisi tek bir bütündür. İnsan beyni hiç bir bütünü ikiye ayırıp kutuplaştırmadan düşünemez. Yüzyıllar öncesinden kurulmuş bu düşünce sistemi ve mantık (işin kolayına kaçılmış) insanı yanıltmaktadır. (Ben’ce)
gerçek, gerçek olmadığımızdır. Kopyalar yaratan ve bu kopyalara ölesiye inanan beyinlerimiz var. Ne çok çenem düştü bee. Gidiyorum ben ya.
Selamlar,Öncelikle, “Gerçek Nedir ? ” yazısına başlarken gerçekliğin gerçek doğasını sorgulamaktı. Fakat yazıyı yazmaya başladıktan sonra içimden, kendime ve insanlara serzenişte bulunmak geçti ve bazı toplum ve insan olmak adına yapmamız gerekenleri yapmadığımız kanısına vardım. Belkide bu sadece kendi hakkımdaki yargımdı. Yinede gerçek ya da değil bu Dünya’da ters giden şeylerin olduğu oldukça açık.Gerçeği sorgularken aklımdan binlerce düşünce geçmesine rağmen kaygan bir zemin olduğu açıktı ve bu kaygan zeminde değişik düşünce sistemleriyle değişik sonuçlara varılabilir ki bu sonuçlar diğerleriyle çelişir.BESTLOSER ve SAHLANANKOC günümüzde pek sorgulanmayan bu kavramı benden daha geniş perspektifle açıklamaya çalışmışlar. Tabiki “Gerçek Nedir ?” sorusu hala bir soru olarak duruyor. Hiç düşünmediğim şeyleri yorumlarda gördüm. Sağolasınız….
Sen de sağol omerserdar merak uyandıran yazın için teşekkür ederiz.
tüm bu yazdıklarınızdan nasıl emin olabiliyorsunuz?..bunlar gerçek mi?.
emin olmak kavramının beyinde nasıl yaratıldığını seziyoruz, amaçlarını ve sebeplerini…
ya da soru şölye olmalıydı..tüm bu yazdıklarınıza dayanak noktası olarak kabul ettikleriniz, okuduklarınız, öğrendikleriniz, bildikleriniz…vs ne kadar gerçek?.
Okuma ve sonrasında edinilen bilgi ile konuşmak (biraz ezbercilik gibi) okunan bilgi doğru değilse hiç bir işe yaramaz. İnsan okuduklarından edindiği tecrübeyi ispat olarak gösteremez. Bu konuda söylemek istediğim şey, ispatlanamayan doğruların doğru sayılmadığı ve ispatların sadece bilimsel (nesnel dünya ile ilgili) deneyler sonucunda elde edildiği varsayılan bir dünya üzerinde gerçeğin ne olduğu bu şekilde yaşamaya alışmış bir insana anlatılamaz. İnsan gerçeği yaşamalı ve anlamalıdır. Bu yüzden her yerde “kendin ol, kendin ol” diye bağırır filozoflar. Neyse Absence asıl anlatmak istediğim şey gerçeğin bilimsel bilgi veya deneyle ispatlanan kısmı yarım kalacaktır. Eksik olacaktır. Çünkü gerçeklik nesnel dünyadan ibaret değildir. Diğer yarısı, sezgi yoluyla anlaşılabilen bir metafiziksel gerçektir. Bilim evreni ve gerçekliği açıklamak istiyorsa felsefeyle birlikte çalışmalıdır. Ama bilim fiziğin dışında kalan her şeye hurafe muamelesi yaparak onları metafizik olarak sınıflandırmıştır. Halbuki metafizik, fizikten sonra gelen demektir. Metafizik ve fizik bir bütündür, yine hayat ve ölüm gibi insan tarafından ikiye ayrılmıştır. Evren ve tüm gerçeklik varlık ve yokluğun oluşturduğu bir bütündür. İnsanın emin olmasını sağlayan en güvenilir kaynak içinde bulunduğu doğanın kendisidir. Sezgi, bilinç ve metafizik doğaldır.
Bu ne kadar gerçek olduğunu, sen ancak kendi gerçekliğinle anlayabilirsin. Senin gerçekliğin hakkında yorum yapmak ne kadar doğru olur bilemem. Diyelim ki sen gerçeksin ve gerçek olmayan bir yazıya yorum yapıyorsun, bu durumda kendi gerçekliğinle çelişkiye düşmez misin ?
İnsanın kişisel gerçekliği o insan dışında hiç kimse için bir şey ifade etmez, o insan gerçeğin kendisi olana kadar. Gerçeğin bir parçası olmak gerçeğin kendisi olmak demektir. Çünkü evrende bir şeyin parçası aynı zamanda o şeyin bütünüdür.Soruna gelecek olursak ben gerçeksem gerçek bir yazıya yorum yapıyorum demektir. Doğa burada çelişmez,insan çelişir..
Best o kadar çok şey yazdın ki pür dikkat okudum. Kendimi sorgulamaya koyuldum. Ben şimdi bulunduğum odanın içinde miyim? yoksa bulunduğum oda beynimin içinde mi? Gerçek olan hagisi acaba? Kafam karıştı ya…
Tabiki bizler çelişiyoruz evren kendi düzeninde ilerliyor. Gerçeklik arayışında insanın yaşadığı an itibariyle şüpheye düşmesi ve an’ın gerçekliğini sorgulaması normaldir. Fizik ve metafizik herşeyin (madde olarak) birbirini etkilediğini ve bir bütün olduğu konusunda hem fikir bildiğim kadarıyla. Fakat madde dışında metafiziksel öğelerin de bir bütün olduğunun nasıl açıklanabileceği konusunda şüpherler vardır.
Birde hepimizin yaptığı en büyük yanlışlardan biri olarak gerçeği aramak için bir bütün olarak değilde bütünün parçalası olarak sınırlı bir bakış açısıyla bakmamamız. Bu durumda, mantıklı bakış açısıyla bakarsak, gözümüzden kaça bir şeylerin olmasını mümkün kılıyor ve bizler gerçeği bulmak konusunda biraz aciz kalıyoruz ve sonrasında insanın aklına eski öğretiler geliyor; budizm, sufizm, bektaşilik gibi…
Öncelikle pelitas kafanın karışmasına gerek yok doğumgünüdaşım:=) Sen gerçekliğin (evrensel veya salt) içindesin ve kendi kişisel gerçekliğini yaratıyorsun. Mesela bir ağaç görüyorsun ve yeşil yaprakları var ve sende yeşili daha öncesinden bir sebepten ötürü seviyorsun o halde ağaç senin hoşuna gidecektir. İyi veya kötü nasıl olursa olsun daha önce yaşadıklarımız bizim ön yargılarımızı belirlerler. Neyse yanında biri daha var ve o yeşili sevmiyor ağaca bakıyor ve o da beyninde bir görüntü oluşturuyor, ağacın sesi, görüntüsü, kokusu ve benzeri salgıladığı gerçeklik ve yanındaki kişinin algı kapasitesi ile orantılı olarak kafasında bir ağaç canlanıyor. İKinizin kafasında da beyninizin arka tarafında görüntü yorumlanıyor ve gerçeklik kişiselleşiyor. Ortada bir ağaç iki insan varken üç ağaç oluyor ve ağaçların her biri başka yaşanmışlıklar eklenerek değiştirilmiş durumdadır. Sadece oradaki ağacın kendisi evrensel gerçekliğe girer. Gerçek olan o ağacın kendisidir ve ağacın gerçekliğini anlayabilmen için ağaç olman gerkir. Ağaç olmak için de ön yargılarını görmezden gelerek gerçeği tüm gerçekliğiyle hissedip sezmen gerekir. Senden geriye hiç bir şeyin kalmayacağı bir bakış açısına sahip olursan doğayla empati yapabilirsin tabi. İşte benim bahsettiğim gerçek bu üç ayrı gerçekliğin etkileşimlerinden çıkarılan çıkarımlardan oluşur. BU çıkarımlar işleyişin yasaları ve gerçeğin hareketi hakkında bilgi verir.Omerserdar öncelikle ilk yazı için metafizik kavramını anlatmak istiyorum düşünce dediğimiz şey bir çok filozof ve bilim adamı tarafından metafizik olarak görülür. Düşünce var mı sence? Bence var. Ama bununla yetinmeyip düşünce denen bu şeyin (olduğuna emin olduğumuz ama bilimsel olarak ispatlayamadığımız herhangi şeylerin) ne tarafından yaratıldığı, oluştuğu veya sebebinin ne olduğuna bakınca, merak ve korku duyguları dediğimiz (Aslında bir bütün olan) şeylerin keskinleşip evrimi sonucu ortaya çıktığını fark ederiz. Evrim tinsellik için de geçerlidir.Sonuçta merak ve korkunun bütünlüğünü ortaya çıkaran şey nesnel dünyanın ta kendisidir. Fark edildiği gibi yine kendi karşıtını yaratan bir olgu var. Umarım aydınlatıcı olmuştur.Evrende herhangi bir şeyin parçası olmak o şeyin kendisi olmak anlamına gelir. Çünkü evrende bütün ve yarım aynı anlama gelir. Gerçeği bulmak isteyen insan onun bir parçası olarak onu bulabilir. İnsan zaten gerçeğin bir parçasıdır, sadece içgüdülerinden uzaklaştırılmış ve biraz yapaylık eklenmiştir. İnsan gerçeği aramaya kendinden başlamalıdır. Bu konuda tasavvuf ve zen budizmi öğretileri oldukça yararlı olabilir.Bağlantım çok yavaş demin bir sürü yazdım koptu gitti rezil oldu:=) Yani yazamazsam kusura bakmayın.
Dünyada gerçeği aramak en büyük ahmaklıktır.NebilimSen, bu soluduğunun hava olduğunu mu zannediyorsun?Morpheus
Sanırım hepimiz matrix dünyasında yaşıyoruz. Kafamızın arkasında delik olmasına gerek yok çünkü vücudumuzu delik deşik etmenin manası yok. Gerçel sayılarla uğraşmayıp zion’u kurtamının yollarını aramalıyız.
@Nebilim “Dünyada gerçeği aramak en büyük ahmaklıktır” şeklindeki aforizmana katılmıyorum:=)