Bir yetimhanede nasıl uyur çocuklar?! Herhangi bir çocuk gibi yataklarına girdiklerinde, onlar da hemen dalarlar mı düşlere? Düşlerinde onlar da, dinledikleri bir masaldaki ya da seyrettikleri çizgi filmdeki dünyalara benzer dünyalar mı kurarlar? Onların da sınırsız mıdır hayal edebildikleri?!Saçlarının hiç okşanmamış olması, saçları okşanmış çocuklardan daha mı farklı yapar uykularını? Yoksa, hiç değilse uykularında onlarla aynı mı olurlar? Saçlarını okşayan annelerle dolu rüyalarında, gerçek dünyada diğer çocuklarla aralarında varolan tüm uçurumlar kapanır mı bir anda?Sabah uyandıklarında, rüya bitse de, hiç değilse o rüyadaki kimi görüntüler arasıra da olsa canlanır mı zihinlerinde? Rüyadaki onlara masallar anlatan o tatlı kadın, yine öyle gülümser mi o görüntülerden birinde?… Ve o görüntü, önlerinde uzanan koca bir gün boyu koruyabilir mi, dışarıdaki gerçek çocuklardan aslında hiçbir farkları olmadığına dair inançlarını? Gerçek bir çocuk olmadıklarını unutabilirler mi?Çünkü bir çocuğun ‘gerçek’ olması için, sadece bir çocuk görüntüsüne sahip olması yetmez. Hatta görüntü belki de en son gereken şeydir çocuk olabilmek için.Eğer çocuksan, nasıl senden sabah işe gitmen ya da evin musluğunu tamir etmen beklenemezse; her sabah uyandığında, karşıkarşıya geldiğin onca çocuktan seni daha özel bir yere koyan tek bir kimsenin bile çevrende bulunmaması da beklenemez… Çünkü gerçek bir çocuk, sadece O’nun için birilerinin yakınlarında bir yerlerde birşeylerle uğraştığını bilir. Bu özel olma duygusunu, olsa olsa evdeki kendi yaşlarında birkaç çocukla paylaşabilir en çok. O da istemeye istemeye… Ha, bir de ‘evde’ demişken, atlamayalım… ‘Ev’ de olmazsa olmazdır bir çocuk için.

Sadece birkaç kişiyle sınırlı bireylerin barındığı bir evde; o bireylerin birbirleri için, o evin dışındakilerden daha farklı bir anlam taşıdığını; bu özel anlama sahip, özel insanladan birinin de kendisi olduğunu hissetmek de, şartlarından biridir çocuk olmanın.Yetimhanede herkes eşittir oysa. ‘Eşitlik’, ne güzel bir kelimedir! Herkese aynı değeri vermek… Aynı ölçülere göre davranmak… Adil olmak… Evet, kulağa çok hoş gelen bir kavramdır bu ‘eşitlik’… Ama kritik bir noktanın gözden kaçırılmaması şartıyla… O nokta, bu eşitlikte hangi ölçülerin geçerli olduğudur. Mesela bir annenin, iki çocuğuna aynı özeni göstermesi de eşitliğe girer, onlara aynı derecede eziyet etmesi de…Eğer eşitlik, olumsuz yöndeyse, ‘Kalsın. Ben eşitlik meşitlik istemiyorum.’ bile diyebilir insan. Mesela çocuklarını döven annenin, adalet duygusunun bir parça noksan olmasını bile dileyebilir, en azından çocuklardan biri olsun, daha az eziyet görsün diye.İşte yetimhanelerde de ‘eşitlik’, bu kavramdan nefret ettirmeyi amaçlar bir görünümde uygulanır daha çok. ”Keşke, orada çocuklarla ilgilenmekten sorumlu olanlar, bir parça daha az adalet dugusuna sahip olsalar… !”, der insan; bir haber programında, onların, saçları hiç okşanmamış o çocuklara uyguladıkları adaleti açıkseçik gördüğünde… ”Keşke hiç değilse şu kadın, o çocuklardan herhangi birini bir parçacık da olsa farklı görse diğerlerinden… O çok sevdiği adaletinden hiç değilse O’nun için taviz verebilse arasıra da olsa…!” der.Çünkü eğer gerçekten farklı görebilirse O’nu, tek de olsa o çocuk, ucundan kıyısından da olsa daha bir yaklaşır gerçek bir çocuk olmaya… Kendisini özel hissetmesini sağlayan o kadının, diğerlerine

uyguladığı eşit derecedeki eziyetin gözlerinin önünde cereyan etmesi, o kadını sevmesini engellese de, hiç değilse sevilme ihtiyacını karşılar bir parça O’nunla. Zaten bir yetimhanede sevilmek sevmekten de öndedir. Hatta öyle önemlidir ki, sırf birinin seni sevmesi O’nu bir anda sevmene yetebilir. Ama o kadın gibileri sözkonusu olduğunda, sevilmek sevmekten koca bir uçurumla ayrılır… Ve sevmenin yerini koca bir suçluluk alır.Seni seven o kadının, sevilebilecek bir kadın olmasını istersin. O zaman sevilmek, özel hissetmek daha bir güzelleşir çünkü. Suçluluk değil gurur… ve daha önemlisi de sevgi uyandırır. Seni seven o kadını sen de seversin… Ve o zaman gerçek bir çocuktan hiç farkın kalmaz. Hatta ondan da öte, gerçek çocuklardan biri de sen olursun.Çünkü öyle bir kadın varsa, bir yetimhanede de olsan, özel hissedersin kendini. O kadın herkese

seninle eşit davransa, yani O, adaletini iyiden yana olarak kullansa; yine de bilirsin ki, özelsin. Çünkü sevginin dağıtılması söz konusuysa, ‘eşitlik’ çok güzeldir. Nasıl ki, haber programındaki o sevgisiz kadın, bütün o sevgiye aç çocuklara ayrı ayrı, özel olarak aynı derecede şiddet uyguluyorsa… Sevgi dolu bir kadın da aynı şekilde, herkese özel, farklı farklı sevgiler dağıtabilir pekala.Ama haber programlarında rastladıklarımız, maalesef böyle kadınlar değildir. Hep ilk kategoride olan sevgisiz kadınlar vardır o programlarda… Ve onların çalıştıkları yetimhanelerde çocuklar, eğer nadiren de olsa onlardan biri tarafından seviliyorlarsa, hep bir suçluluk duyarlar. Diğer çocuklara sunulmayan bir şansa sahip oldukları, yani sevildikleri için…Evet… İşte bir yetimhanede böyledir, çocuk olmak. Onları tanıyınca anlar insan, iki çeşit çocuk olduğunu… : 1)Gerçek çocuklar… 2)Yetimhane çocukları…