“Dudaklarının kenarındaki o alaycı gülüşten minicik bir parça da bana verebilir misin?””Vermeme gerek yok ki!” dedi, gülüşünü tüm yüzüne yayarak. “İki ucu yukarı doğru kaldıracaksın. Dudaklarına bu kadarcık da bir söz geçirebilirsin herhalde?””Denemedim mi sanıyorsun?!” dedim, neredeyse ağlamaklı. “Ama dudaklar hiç de senin zannettiğin kadar yumuşak başlı değiller. Gülümsemeleri için gerçekten de gülünecek bir şeyler bulmaları gerekiyor. Yoksa hep düz bir çizgi halinde kalmaya devam ediyorlar. Sen bu konuda hiç zorlanmıyorsun oysa. Sanki her şey, dudaklarını yerçekiminin etkisinden bir anda kurtaran müthiş bir gıdıklanma hissi uyandırıyor sende. Bunun sırrını bana da verebilir misin?””Peki, sana vereceğim o sırrı.” dedi. “Ama bir şartım var önce: Sakın kimseye hayran olma! Tamam, hoşlan, takdir et. Bunların hepsi çok güzel… Ama hiçbir duyguya da takılıp kalma. Ezilme onun altında. Ufacık olma.”Gülüş hala yerli yerinde miydi, bilmiyorum. Çünkü yüzündeki anlamdan çok daha fazla sözlerinin anlamıyla ilgiliydim o an. Duyduğum en ciddi konuşmalardan birinin tam ortasında, bir gülüşün ortaya çıkış koşullarını öğreniyordum.”Gülüşünden hoşlanmam bu kadar küçültücü mü?” dedim kırılgan bir sesle.”Küçültücü hale getirme diyorum sana. Böyle olup olmaması senden başka kimsenin kontrolünde olamaz. Hiç kimsenin gülüşünü ödünç alamazsın. Bu yüzden kendi gülüşünü sen yaratmak zorundasın. Onu dudaklarına konduracak olan o duyguları da sen oluşturacaksın bu durumda.”Duyguları oluşturmak… Evet, böyle söylemişti. Şaka yapıyora da benzemiyordu hiç. O gülüş hala aynı yerde duruyordu hınzırca. İki kenarına konduğu dudaklardan çıkan kelimelerin ciddiyetiyle hiç bağdaşmıyor görünse de, gerçek bir gülüşün canlı örneği olarak en büyük katkıyı sunuyordu aslında, söylenenlere.Sahibi gibi o da övülmeyi değil paylaşmayı seviyor ve şöyle diyordu bana: “Bana sahip olmak istiyorsan, hak etmelisin beni. Bunun için de kendin olarak kalabilmelisin önce. Çünkü ta içinden kopup gelen duyguların doğal ürünü olarak dudaklarına konmayı kabul edebilirim ancak.””Bir çay daha söyleyeyim mi?” dedi gülüşün sahibi. Buz olmuş çayıma gözlerini dikerek… Kendisininki çoktan bitmişti.Martılar çığlık çığlığa uçuşuyordu tepemizde. O’nun gerisinde uçsuz bucaksız bir mavilik… Gözlerinden çalmış sanki rengini. Ve dudaklarındaki o hınzır gülüş… Tam birşey söyleyecektim… Zor tuttum kendimi. “Hayır!” dedim içimden. “Övgü sözcükleri yok. Hele gözlerinden söz etmek mi?!.. Tövbeler olsun!”