Bir zamanlar oldukça sakin bir şehirde bir çocuk varmış. Kendi halinde, pek insanlara katılamayan ama içi sevgi dolu bir çocukmuş bu… Elleriyle “dışın dışın” yaparak birbirlerini vuran çocuklar arasında tek “vurulan” oymuş :))

Çok seviyormuş etrafına bakmayı, insanları incelemeyi. ilkokul, Lise sıkıcı geçmiş, bir sürü hayal kırıklığı… Üniversite desen tamamen kabusmuş, uyanmış zaten o rüyadan da.

Birgün en sevdiği oyuncağı almışlar ona. Hiç bir zaman en iyi dostu olmasa da çok sığınmış ona. İnsanlarla konuşmayı sevememiş, gittikçe uzaklaşmış. Derken birden okşamış bir melek onu uzun saçlarından. Daha sonra bir melek, bir melek daha… Ama meleklerin rengi beyaz olmazmıymış ki? Neden siyah diye şaşırmamış mı? Anlamış bir gün uyandığında, kolundaki son meleğiyle tek başına kaldığında. O onu hiç bir zaman terketmeyecekmiş ki…

O sıralar değişmeye başlamış hayatı. Yine etrafındakileri görmeye başlamış. Derken bir tane daha melek çıkmış karşısına. Ufacık, minicik, şirin mi şirin :)) Melek korkmuş ondan, çocuk da melekten… Mlek yanına gelmiş çocuğun. Çocuk da ellerini uzatmış meleğe. Konmuş avcuna minicik melek. Sonra çocuğun kolundaki meleği öpmüş minik melekcik, bitmesin demişler hiç bir zaman…