içinde kopan fırtınalar, izlandada o adını kimsenin telaffuz edemediği yanardağın tepesinde kopanlardan çok da farklı değildi. yanardağın acımasız kül bulutları insanları gittikleri yerde kalmaya zorlarken, don kişot da o insanların bian önce gitme isteğinden başka bir isteğe sahip değildi. bununla beraber o insanlarla arasındaki fark; onlar felaket karaborsacılarına normal fiyatın beş, on kat fazlasını ödeyerek herhangi bir araçla olay mahallinden tez elden uzaklaşmaya bakarken, don kişotun bütün servetini verse de kaçacak bir delik bulamamasıydı. ne de olsa kaçacağı yer ben, bizzat, kendim dediğiydi. kül bulutları peşi sıra don kişotu kovalarken, o hala etrafındaki insanları korumaya, önemsemeye, sevmeye ve anlamaya çalışmaktaydı. bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır şiarıyla büyüyen bu beden, vefanın istanbulda bir semt ismi olduğundan hala bihaber yaşamakta; anlamsız hareketlere kendince anlamlar ararken bi adet navigasyon cihazına ihtiyaç duymaktaydı. cihazın pahalılığından değil de gürültü kirliliğinden muzdarip bünyeler için isviçreli bilim adamları acil bir cihaz geliştirmeliydi. yoksa hayatı anlamaya, anlamlandırmaya, tanımlamaya çalışan daha çok beden bu uğurda heba olacaktı.don kişota göre ‘hayat’: en başta gülmekti umarsızca, dalga geçmekti en çok da kendisiyle hatta, ara ara üzülmek, çokça sevinmek, maalesef işe gitmek, özlemek, lezzetli yemekler yemek, sevdicekle sevişmek, dünya meselelerini kendine dert edinirken bir yandan da düzeltmek için çaba sarf etmek, dostlarla olmak, okumak, yazmak, izlemek, dinlemek, konuşmak, su içmek, göz göze gelmek, kavga etmek, sinirlenmek, istemeyerek ya da isteyerek ağlamak, ama en çok da paylaşmaktı. Oyundu bir yandan ama oyun değildi asla karşındakini aptal yerine koymaktan, acıtmaktan. el yoktuysa göz vardı, göz yoktuysa dudak vardı anlatacak insanoğluna bahşedilmiş. ama başka bir silah daha vardı adına sessizlik denilen. sesin yokluğunda beyin kıvrımlarını alt etmeye çalışan böcüler yol almaktaydı. beyin cansiperane savaşmaktaydı böcülerle arkasında sanço pançonun olduğunu zannederek kuvvetlice lakin modern çağın delikanlısı sanço panço çoktan arazi olmuştu. ama zaten sözümüz uzun yol yorgunlarınaydı. yolun yarısında tıkananlara nefes açıcı spreylerden başka önerecek bir tedavi ise isviçreli bilim adamları sağ olsun henüz yoldaydı.her konuda duyarlı, her konuda hassas insan evladı sanço panço bunu her fırsatta dile getirirken nedense olay ikili ilişkilere gelip dayandığında tüm hassasiyetlerinden, insani duygularından uzaklaşmayı çok kolay başarıyordu. memleket meseleleri konusundaki hassasiyetin binde birini, işyerinde dert ettiği meselelerin yüzde birini, hatta çevre kirliliğine gösterdiği özenin onda birini don kişot için gösterse belki de dünya bugünkü çirkefliğinden bu yüzdelerin toplamının 10 üzerinden “eksi” katınca azalacaktı. çünkü, bir insanı sevmekle başlayacaktı her şey..ama neylersin..e ne diyeyim ki ben sana ey sanço panço…eyjafjallajökull…dedim de anladın mı???