pazar günü, dersaneden çıkıyorum. yalnızım, canım sıkkın otobüs durağına gitmek için kestirme yola sapmak üzereyim. birden bir ses duyuyorum. bir gitar sesi ve ardından davul. ne iş bizim dersanenin sokağında pek beklenmeyecek bi ritim. kalabalığa doğru ilerliyorum. caddenin kenarına kurulan küçük bi platformda dört genç adam müzik yapıyo! ordan geçmekte olan herkes de durmuş olan biteni anlamaya çalışıyo (ben de tabii) kimdir bunlar, neden burda çalmaktalar? gibi sorular zihnimde dolaşmaya başlarken kalabalığı yarıp sahnenin önüne geliyorum. sahnenin önünde bir branda;”arizona’dan EVERETT” kalabalık biraz şaşkın biraz memnun sahneye fazla yaklaşmadan müziği dinlemekte. dudaklarım yukarı kıvrılıyor. akşam akşam bu bir lütuf diyorum kendi kendime. o küçücük sahnenin üstünde onlar şarkılarını söylemeye devam ediyolar ve ben de dinlemeye tabii. grubu fotoğraflayan bir kız ve kameraya alan sarışın bi adam çarpıyo gözüme. küçük bir ekip bunlar. adamlar ingilizce şarkı söylüyo ama arkadaki panoya şarkıların türkçe sözleri yansıtılıyo. bu uygulama hoşuma gidiyo. anlayan anlamayan herkes onları dinliyo. insanlara enteresan geliyo bu hadise. ama yadırgamıyolar, hoşlarına gidiyo, alkışlıyolar -ki ben böyle olmasını beklemezdim. sonra solist olduğu anlaşılan çocuk ingilizce bişiler sölüyo. ve kalabalığın anlaması için bir adam tercüme ediyo. küçük küçük forumlar dağıtılıyo, grubu beğendiniz mi vs şeklinde. genci yaşlısı herkes form dolduruyo neredeyse. çocuk, bizden sahneye yaklaşmamızı istiyo, insanlarla burun buruna çalmaya alışığız biz diyo. kalabalık önce biraz çekiniyo ama ilk adımlar atılınca gerisi de geliyo. hafiften katılıyoruz şarkılara. sallanıyoruz ritime uymaya çalışarak. samimi çocuklar, öyle havaya falan girmiyolar. sahnede çalarken gerçekten sevdiklerinden yapıyolar bu işi. şarkılar insanı ilk dinleyişte çarpan parçalar değil, harika müzik de yapmıyolar ama samimiyetlerini hissedebiliyorum. ülke ülke gezip müziğini insanlarla paylaşan bir grup benim için her zaman +1 puan öndedir. rüzgar esiyo üşüyorum, eve de geç kalıyorum ama gitmek istemiyorum. bu akşam üstü ziyafetini yarıda bırakmak istemiyorum. mesaj atıyorum babama geç kalıcam merak etmeyin diye. steady love’ı anladığım kadarıyla söylemeye çalışıyorum. solist çocuk, sesi kısık olduğu için özür diliyo,(gerçi baterist hariç hepsi sölüyo zaten) burdaki soğuk havaya alışamadıklarını anlatıyo. son şarkıyı çalıyoruz dedikten sonra, bi kaç parça daha çalıyolar kalabalık da mini konserin bitmesini istemiyo anlaşılan. şarkılar bittikten sonra yanınıza gelicez lütfen buralarda olmaya devam edin diyo. sonra şarkılar bitiyo ve aramıza karışıyolar. genç kızlar hemen solist çocuğun etrafını sarıyolar. ingilizce bilen insan sayısı az, o yüzden meramlarını ortak kelimelerle anlatmaya çalışıyolar. super, bravo gibi. tabii bunu yapanlargenellikle şarkılarla değil çocuğun tipiyle ilgilenen dişicanlar. benim bir iki lakırdı ettiğimi görünce, söylediklerini çevirmemi istiyolar ve sordukları soru şu “kız arkadaşı var mıymış?” eh ne bekliyodum ki, konser sırasında cırlak cırlak bağıran bi avuç tıntın’dan! neise, onu da çeviriyorum. ve yüzüğünü göstererek evli olduğunu söylüyo. bunun üzerine kızlardan bir “aaaa” ünlemi geliyo. ve dönüp diyo ki; “onlara söyle, türkçe bilmiyorum ama ne ima ettiklerini anlıyorum” önce gülüyorum sonra da çeviriyorum söylediği şeyi. onlar da gülüyo. kasetlerinden alıyorum bir tane ve bi çok kişi de alıyo. kendi çabalarıyla bastıkları dört şarkılık albümlerini. cep telefonuyla resim çektirmeye çalışanlar, kolunu bacağını imzalatanlar falan. ben grubun diğer elemanlarıyla da el sıkışıp onları tekrar burda görmek istediğimizi belirtiyorum. daha önce üç defa geldiklerini öğreniyorum ve bunun sonuncusu olmaması için dua ediyorum. şarkılar genellikle aşk üstüne ama Tanrı’ya olan sevgilerini dile getiren bir iki şarkı da dinliyoruz. sözleri kim yazıyo diye soruyorum, öğreniyorum ki, solist çocuk ve gözlüklü olan :)kalabalık orda biraz daha kalacağa benziyor ama ben saatime bakıp gitme vakti geldi diyorum. ağır adımlarla kalabalığın içinden sıyrılıp yola koyuluyorum. EVERETT, feridun düzağaç’ın köprüden önce son çıkış albümünü usulca walkman’den çıkarıyorum ve everett’i dinlemeye koyuluyorum otobüste giderken. Müziğini benimle yürekten paylaşan herkese teşekkür ediyorum.
yazarken atladığım ayrıntılar için kendimden özür diliyorum.