Ne zamandı hatırlamıyorum, bildiğim tek şey; ölmek için zamansız bir gündü! Bir çok zaman olduğu gibi. (?)————————–Bütünsel bakış açısının, kuşatacağı manzaralar kadar devasayken… ne kadar çömelinse de ayrıntılarına erişilemeyecek kadar soğukken… en yüce fırtınalara rağmen sürüklenemeyecek kadar toprakken… hiç umulmadığı kadar vazgeçilmesine rağmen, hatırdan çıkmayacak kadar dağınıkken…————————-“Hayır! Hayır, sadece bu kadar değil” denileceğinden emindi. Bu yüzden, gömdüğü şehirler dirilemesin diye; ahiret haberini yalanladı gizlice. Yamamaktan aciz olduğu için, gedikleri daha da büyüttü haince. Kimseye sezdirmese de, bedduaların şahlanışını tahkikle dizginledi sessizce.———————————–Kubbe aralandı. Yere doğru sürüklenen boşluğun esintisiydi, saçlarımızı dağıtan. En geniş şapkalarımız bile kelimizi gizleyemezken, sadece kepeklerimizden şikayet ettik. Atamadığımız adımların hesabını; ellerimiz yerine, ayaklarımızdan sorduk! Hayır, biz hiç uslanmadık!———————————————–Tik tak, tik tak, tik tak… sarkaç hiç durmayacakmış gibi bir o yana, bir bu yana. Hiç susmayacak sessizliğin arasındaki sinir bozucu tekrar… tik tak, tik tak, tik tak… saat nihayete çeyrek var. Ve zemberek son sürat varış noktasına savrulurken yolculardan biri seslendi “Çıldırmış olacak ki; yaşanmayan dakikaları da hesaba kattı” diye. Hepimiz gibi o da fikr etmiyordu, israfın hesaptaki negatif etkisini.********************************************************************************Üç köşeli odanın etkisinde, okuduğu tablolar sadece uyuklamanın simgesiydi. Islak bakmış olacak ki, duvardaki resimler kurumak için akmaktan kendilerini alamadılar. Duvarları tek tek yokladı, sezgilerine güvendi Bergson gibi. Emindi ki bir gün bir çıkış kapısı muhakkak bulacaktı. Ellerinin bıraktığı izler tekrar edince canını acıtıyordu. Bu yüzden ayaklarına bulaşan görüntülerin ağırlığını kabul etti ve yine bir kenara çöktü. Düşündü uzun uzun içinde bulunduğu odanın bu halini;“Üç köşeli oda; sadece tepe noktalarını teğet geçen çemberle dokunabiliyordu dünyaya. Ne başka şekiller onun yerini, ne o başak şekillerin yerini doldurabiliyordu. Sadece bir çember kuşatmasında kendisini koruyabiliyordu. Buna mecbur olduğunu hissetmeden!”Bütün bu olanlar bir yana; içeri girer girmez kapısının yolunu bilerek kaybetmiş, bütün pencereleri kapamıştı. Zemine dokunulması kolay bir kulp çizmişti. Buradan çıkmak istediği zaman uzanması yetecekti. Güya!…Tahmin ettiğinden daha fazlasıydı, üç köşelik odada hayat. Tahmin ettiğinden fazlasını istiyordu. Bu merkez üssü, yedi kat cennet ve yedi kat cehenneme gidiyordu. Eş kenar olması sebebiyle, köşeler bazen birbirine dokunmadan edemiyordu. Böyle zamanlarda fırsatı kaçırmayıp, firara doğru evrilebiliyordu.Dilinde tüneyen kuşların, çıkan kanatları, kafes kapısının açılmasını beklemiyordu. Görünmeyen dalgalanmalarıyla ukbaya doğru yol alıyor, hiç biri geriye bakmıyordu. Hepsi ilerliyor, ilerliyor, ilerliyordu. Ta ki; kutsal bir el yakalayana kadar… Bir an; bu odada onlarda hapis olsa ne kadar kalabalık olacaklarını düşündü. Ve haline şükredip, gülümsedi.En sevdiği tablonun önünde durdu, uzun ve anlamsız bir yolculuk yerine, kısa ve derin bir misafirliğin şekline bir kez daha dokundu. O dokundukça resim büyüyor, resim büyüdükçe dokunuş uzuyordu. Birkaç adım attı ileriye doğru… Ayak uçlarında yükselen resimle aynı hizada kalınca, anladı ki; geriye adım atmaktı, bulmak istediğin kaybettiren.Üç köşeli oda; en çılgın yaşam savaşında inşa edildi. Mimarı kimdi bilinmez, lakin, ruhu didikleyen, nefsin varlığını fark edenler için kaçınılmaz bir mekandı!