Bugün arkadaşım ile birlikte, erkekler ne söyler kadınlar ne anlar adlı filme gittik. İlk yarısında gerçekten de tüm kadınların mutlaka yaşamış olduğu bazı olaylar ve, kadınların bu durumlarda verdiği tepkilere yer verilmişti. Mesela bir erkekle çıkan kadın, doğal olarak o erkek tarafından aranılmayı bekler. Kendini o erkek için, önemli olduğuna inandırır (ve tabi o erkeğe önem verir) ve mümkünse hemen, hatta her gün aranmayı bekler. Erkek aramazsa da kız arkadaşları ile birlikte bir çok neden bularak, çıktığı erkeğin onu aramamasına mazeretler geliştirir. Biz de eskiden kızlarla hep bunu konuşurduk. Randevunun her ayrıntısını birbirimize anlatır, ve neden aranmadığımızı ya da neden aşık olunmadığımızı bulmaya çalışırdık. Bu filmden anlaşılıyordu ki, bir erkek bir kızı ya da kadını aramazsa demek ki ondan hoşlanmamıştır.Oysa kızlar pek çok bahane bulur ve onlardan hoşlanılmadığını hiç düşünmezler. Bahane geliştiriler. Telefonumu kaybetmiştir, biri hastalanmıştır, hatta belki kendi hastalanmıştır, ölmüş bile olabilir, ama asla ondan hoşlanmadığı için aramadıklarını düşünmezler .Birde kadınları baştan savma taktikleri var ki o da başka bir alem. Tüm kızlar hayatlarında birilerinden şöyle şeyler duymuştur. Sen çok daha iyilerine layıksın, ben sana uygun değilim. Ya sen benden iyi mi biliyorsun bana layık mısın değil misin.Filmin ikinci yarısında ise, biz kadınların gerçek hayatta da var olduğuna inandığı, o umarsız, film aşklarına dönüyoruz yeniden ve ilk yarı gayet realist süren konu, ikinci yarı tekrar kadınların istediği mutlu aşklarla filan bitiyor. Yani bizi yine o mutlu aşkın var olduğuna, ve yeterince ararsak bulabileceğimize inandırıyorlar her zaman ki gibi.İlk yarı tam gözümüzü açıyoruz evet ya bu adam beni aramıyorsa ölmemiştir, sadece beni istemiyordur diye bir aydınlanma yaşarken, ikinci yarı yine sırılsıklam aşıklara dönen film kahramanları yüzünden, yok ya bak işte gerçekten aşk var diyorsun yenidenEvli iki insanın arasında yaşanan yasak aşklar bile böyle. Kadın yeniden yaşlanmadan az önce, bir kez daha aşık olmaya karar verir ,ve gönlünü o seçtiği erkeğin rüzgarına açar, hem de bu kez arkasında bir sürü öcü vardır.O artık annedir eştir, kutsal evlilik bağıyla bağlıdır, cennet anaların ayakları altındadır filan ama, aşk dışarılarda bir yerlerdedir ve bir sonbahar vurgunu yaşamak ister. Şarkıda olduğu gibi ‘ çok yakarmış güneşin solgunu tanrım bu sonbahar vurgunu ‘ gel gör ki erkek aşk istemez gönlünün kapılarını kapamıştır, aşkların ancak filmlerde yaşanan bir şehir efsanesi olduğuna yürekten inanır ve kadına aşık olamayacaklarını, aşık olurlarsa da evliklerinin tehlikeye gireceğini anlatır. Onun aradığı evdekinden farklı bazı cinsel fanteziler yaşamak, gizli saklı buluşup, keyifli birkaç saat geçirmek ve duş alıp eve gitmektir.Kadının da bununla yetinmesi gerekmektedir.Aşık filan da olmadığı için, kadını kırk yılda bir arar, ( canı çekerse, ya da canı çektiğinde) kadın yine de onu kendine aşık etmeye kararlıdır, çünkü o aşık olunası bir kadındır, ve kendin de aşık olabilme potansiyeli vardır.Adam onu aramayınca, çok ağırına gider ve erkeği, onunla olmak için yaptığı fedakarlıkları anlamamakla suçlar. .Ama erkek onu anlamaktan çokkkkkk uzaktır. O sadece sıkıcı ve monoton hayatına birazcık renk katmak istemektedir . Üstelik, evli kadın bunun için en idealidir. Nasılsa karından ayrıl benimle evlen demez. Beraber yaşayalım ev tutalım demez. Beraber dışarıda yemek yiyelim bile diyemez. Kadın onu aradığında ilgilenmiş gibi yapar, çok meşguldüm sen beni ara der, aradığında seninle konuşmamazlık mı ediyorum der. Kadın, yeterli ilgi gösterilmediğinden şikayet ederse de, ben düz bir adamım öyle şeylerle uğraşamam der. Sonuçta karar kadına kalır. Bu zor bir karardır çünkü kadın, kendine yanlış bir karar verdiğini bir türlü itiraf edemez. Ama geçte olsa gerçeği anlar. Anladığı şey o filmlerdeki ya da şarkılarda ki gibi aşkı bu adamla da yaşayamayacağıdır.Yine de o filmleri seyrederken iç geçirmekten vazgeçmez.