Mrb. yalnız dünyamın seyir defteri.Küçüklüğümden beri dikkat ederim, yazan çizen hemen herkesin bir günlüğü olur. Bazen de başkaları, yazarın söyledikleriyle ilgili bir şeyler açıklarken; “yazar zaten günlüğünde de şöyle şöyle demiş.” diye günlükten alıntı yapar. Sanırım senin pek böyle bir şansın olmayacak, çünkü benim yazdıklarımın pek bir fikri ya da edebi değeri yok. Öylesine takılıyorum.Sen, yalnız kalmak istediğim zamanlarda herkesten kaçıp saklandığım boş bir oda gibisin. Evet boş, gizli bir oda ve ben kendimi buraya kapatıp deliler gibi kendi kendime konuşuyorum.Saul Bellow, ’76 da nobel edebiyat ödülünü kazandığı günlüğü “Boşlukta sallanan adam”ın girişinde şöyle demiş: Kişinin kendi kendisiyle sık sık konuşma alışkanlığına sahip olduğu bir dönem vardı ve iç dünyasıyla ilgili olayları belgelemek utanç verici değildi. Oysa bugün, günlük tutmak kişinin kendine yenilgisi olarak nitelenecek bir zayıflık ve küçümsenerek değerlendirilen bir zevk sayılıyor.” Evet bazı insanlar günlük yazmayı böyle görecek, bazıları da buna rağmen Saul Bellow gibi yazmaya devam edecek. Ben de onlardan, yani yazanlardanım. Günlük hayatta konuşabilecek kimse kalmayınca böyle oluyor demek ki.Eh bize de nobel verecekler diye bir şey yok zaten (ödül istiyorsam iki gözüm önüme aksın ama el insaf bari bakkala olan borcumu ödesinler, alooo nobel ödül komitesiii… kime diyorum… 🙂 Tabii ne yahudiyiz ne anglosakson, bize gelince peynir tenekesinin kapağını bile çok görürler. Olsun ödül mödül vermesinler, ben yine de yazarım. Bir de ben yazıp çizmeye devam edip bir sürü kitap yayınlarmışım, bir de ölünce adıma vakıf kurarlarmış. O vakıf da edebiyata yaptığı katkılardan dolayı “nobel ödülleri düzenleyicileri”ne bir ödül verirmiş 🙂 eee etme bulma dünyası kardeş, böyle verirler işte ödülü adamın eline…) biraz fazla attık galiba… olsun atmak da iyidir ne varsa aklımda yazıyorum işte. Alla alla sen yap dinamiti, bombayı uçur köprüleri, yolları ondan sonra al sana ödül… hadee, hadeee patron yok, patron… (dilenmek için dükkânlara girenleri, sadaka vermeden başlarından savmak için böyle derler ya:) )Neyse ben işime bakayım (işsizlikten iş yaratıyorum ben de, ama yok, çok işim var aslında. Biraz dinleneyim diye yazıyorum. Hani nasıl; koşan, top oynayan sporcuların en fazla yorulan yerine, koluna bacağına masaj yapılırsa ben de bütün gün yazıp, çizince (gerekli, gereksiz herşey için düşündüğümden) en fazla yorulan yerim beynim olduğundan beynime masaj gibi geliyor. Sağolsun bildirgeçteki çocuklar açmışlar bir defter yaz yazabildiğin kadar, yoksa ne kağıt dayanırdı benim çeneme ne kalem)Yazmanın çizmenin dışında başka işlerim de var tabii… Mesela buluşlar yaparım kendi kendime. Ama öyle hemen aklınıza gelen türde, dünyayı değiştirecek şeyler değil, koftiden de olsa, sıradan ve basit de olsa yararlı güzel şeyler ya da eğlenceli numaralar (ilerde bunları da yazarım). (bu arada teknolojisini tam çözemediğim için gerçekleştiremediğim üç boyutlu halogram tv gibi buluşlarım da yok değil ama 🙂 neyse işte elimizdeki imkânlarla bu kadar oluyor)Geçenlerde yine böyle düşünerek otobüste gidiyorum. Geçtiğimiz yerlerde bir evin camındaki kiralık ilanı dikkatimi çekti. “ ………. emlak’tan kiralık” yazısı ve bir de telefon var. Kardeşim ben kiralık ev arasaydım, sana telefon etseydim, nasıl anlatacaktım derdimi? Yok orası, yok burası, yok, yok ikinci kat değil… bir saat telefonda konuşacaktık, adresi tam olarak bilmem zaten mümkün değil. hadi bu biri, ya diğerleri? Hepsi öyle… Yaz şunun altına bir numara 145 gibi örneğin, ben de sana söyleyeyim yazdığın numarayı, bak sen de kayıtlarından, şıp diye söyle neyin ne olduğunu. Eminim kiralık ev arayanlar anladı benim ne demek istediğimi. Oh be, şöyle yaaaa… böyle hiç düşünmediğim anda zınk diye bir şey gelir aklıma (kıskanmayın kardeşim allah vergisi, ben ne yapayım alla alla:) ) ama bazen de çok basit bir şeyi –özellikle kitap, yazar, film isimleri ya da müzik gruplarını– bir türlü hatırlayamam.Kanada da kardeşim gibi sevdiğim bir arkadaşım var (uğur). zamanında birlikte çalışıyorduk o gitti okudu kurtardı kendini. şimdi ara sıra mail atıyoruz birbirimize, yine sormuş bu bana; abi kitap alacağım, ne alayım, ne okuyayım? eh tabii ki bu soruya herkes kendince bir cevap verebilir ama iş bu kadarla bitmiyor ki bir de eklemiş “en iyi ilk on kitap listesi yapsan neleri koyardın?”… haydaaa şimdi laf mı bu, herkesi dönem dönem etkilemiş bir yazar vardır. Beğense de beğenmese de arkadaş gibi sarılır ona, ne yazdıysa ya da yazmışsa alır okur. e şimdi ben beğendim diye bakalım sen beğenecek misin?Ben de bir aralar böyle ferhan şensoy abimin gazına gelip boris vian’ın tuvalet duvarına yazdığına varıncaya kadar, ne yazmışsa bütün (türkçeye çevrilmiş) kitaplarını bulup okudum. Eh ne yalan söyleyeyim kimini beğendim, kimini beğenmedim ve hatta yalan söylemeyeyim bazısını da tam olarak (o zaman ki yaşım gereği olsa gerek) anlayamadım. Ama mecburmuşum gibi boris vian’ı hep sevdim (niyeyse?).Adam sürrealist yani gerçeküstücü, o dönemde öyle bir dadaist fırtına esmiş, (hani dünya savaşlarla çalkalanıyor, insanlıktan eser yok. Bunlar da; madem insan bilinciyle, aklıyla böyle kötü şeyler oluyor, biz de protesto etmek için, bilinçsizce; aklımızdan ne geçerse, içimizden nasıl gelirse öyle yazalım, aman bilinç bizden uzak dursun, insanlığın halini görüyoruz işte bilinçle ne hallere geldi” demişler. ve sürreal yazını o dönem moda yapmışlar.) ferhan abim de adamı, fransa’nın içinde bulunduğu kültürel havayla birlikte kabullenip bağrına basmış. (Basmış ama ferhan abimizin bütün kitaplarını okudum ve fikrim şu ferhan abim boris vian’a on basmış valla… bana göre öyle, başkası ne der beni ilgilendirmez. Ben kendi fikrimi söylüyorum. Ortada İki kitap olsa; biri ferhan şensoy’un, biri boris vian’ın ben ferhan abimizin, fışkıran zekâsından kapağı kapanmayan kitaplarını tercih ederim.) Tamam boris vian da bir yazar ve bir döneme imza atmış ama ben artık beğenmiyorum ve al bak çok beğendim bunu oku diye önermem. Haaa yine 18 /20 yaşlarında olsam yine o zamanlarda olduğu gibi yine adamı çok sevsem, o zaman sorsa, bak işte o zaman boris derdim. zaten demek istediğim de buydu zamana göre, yaşımıza göre, gittikçe artan bilgi ve tecrübelerimize göre beğenilerimiz de doğal olarak değişiyor. Boris vian gerçeküstücü (yani dadaizmin edebi uzantısı) romanlarında, ya gökyüzünde iki güneş birden doğuyor (günlerin köpüğü) ya da çölde yaşanan bir aşk hikâyesinde, rakiplerden biri diğerini öldürünce anlıyorsun ki ölenle öldüren aynı kişi de, adam güya kendi kötü yanını temsil eden ikinci kişiliğini öldürmüş de (pekinde sonbahar) falan filan. diğer kitaplarında da üç aşağı beş yukarı konular farklı da olsa hayalgücünü zorlayan gariplikler birbirine benziyor (bkz. Bir karakedi için blues) Her dönem beğendiğimiz bir yazar olmuyor mu? Oluyor… e onlar da zaten ferhan abi gibi kendini geliştirerek yazanlar. 1980’lerin ortasında “gündeste” çok güzeldi, kendimi aynen oradaki aşkın içindeymiş gibi (ki o zaman ben de, ulaşılmayacağım bir aşkın pençesindeydim ve mektuplar, zarflar, postaneler arasında can çekişiyordum) hissedip hem okuyup hem ağlıyordum, 2005’e geldik şimdi de son olarak “hacı komünist” var. Bunu da ferhan abi karşımda anlatıyormuş gibi gülerek ve düşünerek iki gecede soluksuz bitirdim. Hah bakalım şimdi ben seviyorum diye sen sevecek misin?Zaten bu ilk on nedir yaa… yüzlerce kitap okursun okumayı bir ihtiyaç olarak hissedersin. ne bulursan okursun ve belki de okumayı iş edinirsin hayatının bir parçası olur. O zaman okuya okuya kendin bulursun kendi ilk on’unu. Bir sürü kitap bir sürü yazar var aklımda ama hangi birini söyleyeyim? Her birinin yeri ve önemi ayrı. Acaba listeye alamadığım yüzlerce yazardan hangisine haksızlık etmiş olurum. Belki daha en baştan, benim sevdiğim yazarların anlatımlarına yansıyan siyasi görüşlerine önyargıyla yaklaşacaksın sonra da yazdıklarını beğenmeyeceksin. Belki de hep yabancı yazarları okuyarak alıştığın çeviri türkçesinden kurtulunca, yazarın kendi diliyle kendi anlatımı sana fazla gerçekçi gelecek. (bu yüzden türk yazarları bu işin dışında bırakıyorum)Amaaaaan ne bileyim ben be, o kadar bilsem eleştirmen olurdum. Neyse işte onu mu yazayım, bunu mu yazayım derken aklıma gelenleri (ilk on sıralaması olmasa da en başta hatırladıklarımı) yazdım. ne yalan söyleyeyim gerçekten çok sevdiğim kitaplardı bunlar yani okumaya başlar başlamaz insanı saran ve hiç ara vermeden bir çırpıda okunup bitirilmek istenen kitaplar. Bunların haricinde dil ve anlatım olarak Yaşar Kemal’in ince memed’ini önerecektim ama bana söylediler de, o kadar duydum da okudum mu sanki? Hep yerli yazar diye (salaklığıma doymayayım) gençken burun kıvırdık, hep bildiğimiz konular diye önemsemedik ama işimiz yazı olunca Yaşar Kemal’in ne yaptığını, nasıl yazdığını ve neden önemli bir yazar olduğunu, ancak 30 yaşımızda anladık. İnce memedi okumaya başladığımda adam beni mahvetti herhalde öyle bir türkçe ve öyle bir anlatım için on fırın ekmek yemem lâzım… Bitirdiğim de ise ya bir daha böyle bir kitap bulup da okuyamazsam diye korktum resmen.Geçelim aklıma gelen en güzel kitaplar listesinde hangi kitapları yazdığıma. (fakat üzülerek görüyorum ki bazılarının ismini, bazılarının da yazarlarını hatırlamam mümkün değil kitapları hatırlarsam daha sonra internetten yazarlarını da bulabilirim ama 20 sene önce okuyup şimdi hiç hatırlamadıklarım ne olacak? Artık onları da zamanla karşıma geldikçe hatırlarım.) bir de türk yazarları özellikle yazmadım bence hepsi okunmalı ve beğenilen yazarların diğer kitaplarına devam edilmeli sonuçta bizim kültürümüzü, bizim hayatımızı yazıyorlar ama hepsi öylesine farklı anlatıyor ki kendimizi anlamamız için mutlaka bunları da sağcı solcu, eski yeni demeden okumalıyız. okumalıyız ki şu anda bulunduğumuz yere nerelerden neler atlatarak gelmişiz, nerede nasıl yaşanıyor ve her gün yanyana olduğumuz diğer insanlar neler düşünüyor anlayalım. Tabii bir de medya desteği ile isim yapanlara karşı dikkatli olalım ve biraz seçici davranalım derim. (son olarak şunu da unutmayalım ki kitabın güzeli çirkini olmaz ve her insanın yaşadığı döneme göre etkilendiği bir kitap vardır benimkiler de işte böyle ama her okuduğun kitapda bir sonrakini merak ettirecek kadar güzel onuda söyleyeyim…) evet gelelim listeye.En güzel kitaplar listesi1- koku – patrick süskind2- Gözlemevi Hikayeleri – Edward Carey3- Akşam yemeği -michael tournier4- Simyacı – Paulo Coelho5- Pancarın Dansı – Tom Robbins(parfümün dansı diye sonradan ismini değiştirdiler)6- Boyalı Kuş – Jerzy Kosinski7- Pokerde Kazandığım Adayı Yeğenime Bırakıyorum – David Forrest8- Küçük prens – Antoine de Saint Exupéry(çocuklar için olan eksik ya da özet basımları değil)9- Böyle Buyurdu Zerdüşt – Nietzche10- Çıplak Maymun ve İnsanat Bahçesi – Desmond Morris(birbirine bağlı iki kitap diye ikisini birden yazdım)iki tane de yedek yazdımA- Sofinin Dünyası – Jostein GaarderB- William Golding – Sineklerin TanrisiBunları okuyunca beğenmediği olursa parasını ben vereceğim yok beğenirse o bana bir kitap armağan edecek…