Yine birbirinin benzeri günler yaşıyorum. Balkonumda oturup denizi izlerken her şey aynı sanki. Deniz aynı deniz, sokaklar aynı sokaklar ve ben yine aynı benim. Bilmem kaç defa saydım balkonumun demirlerini, ya da yoldan geçen arabaları . Hatta bir keresinde hiç usanmadım ve tekerlekli arabamın dişlilerini bile saydım. Yaşam benim için oturma odası ve balkon arasında geçiyor çoğu zaman. Yağmur yağdığı zaman balkonu da özlediğim oluyor ne yalan söyleyeyim.Bu saatte sokaklar biraz daha tenha oluyor, çocuklar okullarında ve insanlar işlerinde. Arabaların gürültüsü de biraz azalınca aradığım fırsatı buluyorum. Kitap yazmaya karar verdim vereli ne kadar oldu bilemiyorum. Kitabımda okula gidemediği için çalışmak zorunda olan, daha sonra bir iş kazası yaşayan ve sakat kalan bir genci anlatıyorum. Elli, belki altmış sayfa kadar yazmıştım ancak tekrar okuyunca yazımı çok karamsar buldum ve şimdi yeniden yazmaya karar verdim.Bu kaçıncı yeniden yazışım onu bile hatırlamıyorum. Vazgeçmenin eşiğindeyim bu aralar, çünkü ne yazarsam yazayım hep o karamsar hava hâkim oluyor yazdıklarıma. Belki de dram yazmalıyım içimden geldiği gibi. Galiba yine olmayacak, biraz ara vermek iyi gelecek bana.İnsanları seyretmek gezmekten daha kolay geliyor bana. Bazıları çocuğunu gezdiriyor, bazıları spor yapıyor ya da yalnız geziyor insanlar. Ben gezmeyi bırakalı onbir sene oldu. Gezenleri seyrediyorum artık evimizin ikinci katından. Şeker hastası olan babamdan beni gezdirmesini beklemek çok şey olur sanırım. Asansörü kendim kullanabilseydim keşke.Gelip geçeni izlemek benim için bir zevk şimdi. İnsanlar, arabalar ve dalgalar gelip geçiyor, bir tek ben duruyorum sanki. Duruyorum ve durdukça yoruluyorum. Kendi içinde akan bu hayatın kenarında durup onu seyretmek yoruyor beni. Gözüme toz kaçmasından nefret ediyorum. Sakın ağladığımı sanmayın, gözyaşlarımda geçip gitsin istemiyorum ve onun için ben hiç ağlamıyorum.Denizi, arabaları ve insanları seyrediyorum. Bankın arkasında sandalyesine kurulmuş balık tutuyor bir çocuk. Sahi dün de görmüştüm aynı çocuğu. Kırmızı kazak giymiş ve başında kasketi olan, balık tutan çocuk. Nasıl da keyiflidir kim bilir oltasını özgürce denize doğru fırlatırken.Balık tutan çocuğu seyrediyorum dakikalarca, çocuk toparlanmaya başlıyor, sanırım gidecek artık. Bir gariplik seziyorum hareketlerinde, ne olduğuna bir anlama veremediğim bir gariplik var sanki. Oltasını toplarken hiç yerinden kalkmıyor kırmızı kazaklı balık tutan çocuk. Ve sandalyesini itmeye başlıyor. Gözlerime inanamıyorum, meğer o çocukta benim gibi sandalyeye mahkûmmuş. Dönüp bizim apartmana doğru yaklaşıyor ve tanıyorum çocuğu, bizim karşı komşumuzun oğluymuş meğer. Bana selam veriyor, sandalyesinde mutlu görünüyor. Bakıyorum, bakakalıyorum o apartmana girerken arkasından. Sonra hızla sandalyemi dış kapıya doğru sürüyorum ve kapıda yakalıyorum onu. Kapıyı açtığımı duyunca dönüp bakıyor bana; asansörü kullanmak zor değil mi, bunu nasıl yapıyorsun diye soruyorum. Gözlerime anlamlı bir şekilde bakıyor ve diyor ki; bedenindeki engeli zihnine taşıma, kendine güven.Şimdi anlıyorum bütün kitap denemelerimde o karamsar hava neden var. Beni asıl engelleyen şeyin kendim olduğunu bana gösterdiği için teşekkür edeceğim ona. Hem de sandalyemle ilk defa kendi başıma evden çıkıp, zihnimdeki engelleri yıkmak istediğimi göstereceğim.