Self Portrait with Burnin Cigarette (1895)
Yaşam, aşk, acı, korku ve melankolinin dışavurumcu ressamı Edvard Munch 12 Aralık 1863’te gözlerini dünyaya açtı. Çocukluğunda tanıştığı ölüm, depresif sanatına yansıyacak en büyük olguydu. Henüz beş yaşındayken annesini, 1877 yılında da tüberkülozdan ablası Johanne Sophie’yi kaybetti.Çocukluk dönemini şöyle ifade eder: “Deliliğin tohumlarını devraldım. Korku, hüzün ve ölüm melekleri doğduğum günden beri başucumdalar.”
1879’da mühendislik eğitimi için kaydolduğu teknik okulda fizik, kimya ve teknik resim derslerinde başarı gösterir. Eğitimine kronik hastalıkları engel oluncaya kadar devam eder, eğitimini yarıda bırakır. Babasının olumsuz tavrına rağmen “ressam” olmak için 1881’de The Royal School of Art and Design of Kristiania’ya kaydolur. Ortak bir öğrenci sergisinde sergilenen eseri “Karl Jensen-Hjell’in Portresi” eleştirmenler tarafından “sanat saçmalığı” olarak nitelendirilir. İlk “nü” çalışmaları “Ayaktaki Çıplak” (Standing Nude, 1887) hariç taslak halindedir. Nihilist arkadaşı Hans Jæger’le ilişkileri ve bohem hayatı babasını öfkelendirse de sanatı için belirleyici izler oluşturmuştur.
1886’da ablasının ölümünden etkilenerek yaptığı “Hasta Çocuk” (The Sick Child) tablosu yine eleştirmenler tarafından yerden yere vurulur.
The Sick Child (1886)
Leon Bonnat, kişisel bir sergi önererek Munch’ü 1889’da Paris’e çağırır. Sanatını derinden etkileyecek olan Avrupalı post-empresyonistler Van Gogh, Gaugin ve Toulouse-Lautrec’in tablolarını inceleme fırsatı bulur.Babasının ölümü üzerine Norveç’e dönmek zorunda kalır. Babasının ölümü, kendisini intihara sürükleyen düşünceleri beraberinde getirir: “Ölülerle yaşadım — Annem, kız kardeşim, büyükbabam, babam… Kendini öldür ve bitsin. Niçin yaşıyorsun?”
1892’de Berlin’e gider ve dört yıl boyunca çalışmalar yapar. Daha sonra “Hayatın Frizi — Yaşam, Sevgi ve Ölüm Üzerine bir Şiir” (Frieze of Life — A Poem about Life, Love and Death) olarak adlandıracağı altı resmi sergilenir ve eleştirmenlerden olumlu yorumlar alır. 1893 yılında fırçasında hayat bulan ünlü dışavurumcu tablosu “Çığlık” (The Scream), modern insanın yalnızlığı ve korkularını çarpıcı renkler ve çizgilerle gözler önüne serer.
“İki arkadaşımla günbatımında yürüyordum. Aniden gökyüzü kan gibi kızıllaştı, parmaklıklara yaslandım, konuşamayacak derecede yorgun hissettim. Karanlığın çökmeye başladığı fiyordun üzerinde ateşin dili ve kan vardı. Korkuyla titreyip donakaldım, arkadaşlarım yürümeye devam ettiler. Ardından doğanın sonsuz çığlığını duydum.”
The Scream (1893)
Munch, 1896’da Paris’e gider. Fransız sanat eleştirmenlerinin olumsuz yorumlarına rağmen tablolarının benzerleri alıcı bulur. Finansal yönden sıkıntısı kalmayan Munch yazlık bir ev bile satın alır. Tulla Larsen ile bir ilişkiye başlar, sanatında yaratıcı bir döneme girer. İlişki uzun sürmez; Larsen Munch’ten “evlenmeyi hak etmeyen”, “ruhu hastalıklı” biri olduğunu söyleyecek kadar nefret etmiştir.Hayatı çalkantılarla geçen ressam, psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle Berlin’de uzun süre tedavi görür. Fransa – Almanya arasında geçen hayatı boyunca yüzlerce tablo ve eskiz üzerinde çalışır, kişisel sergiler düzenler. İki dünya savaşını da görür, anavatanı saydığı Fransa ve Almanya arasındaki savaşlardan haliyle etkilenir.
1933’teki fotoğrafı
Yıkıntılar arasında bir dünyada yaşar Edvard Munch. Tozpembe gösterilen dünyanın karanlık gerçeklerini “aydınlatır”; sevgiyi hastalıkla, ölümle, korkuyla harmanlar olması gerektiği gibi. Estetik kaygılar yanında sıkıştırılıp köşeye atılan şeyleri göstermeye çalışmasındandır ki, zamanında bir çok sanat eleştirmeni tarafından eserleri “vahşi” ve “korkunç” olarak nitelendirilmiştir.23 Ocak 1944’te Oslo’da hayata gözlerini yuman ressam, arkasında 1100 yağlıboya tablo, 4500 çizim, 18.000 baskı ve 6 heykel bıraktı. Eserleri Oslo’daki Munch Museum’da sergilenmektedir.Başlıca eserlerinin bulunduğu galeriyi burayı tıklayarak görebilirsiniz.1994 ve 2004’te çalınan “Çığlık” tablosunun iki versiyonu 2006 yılında bulundu.
yorumlar
Neden normal bir insan, ressam olamıyor acaba..
deli olmadan veli olunmaz, Pbk cicim.
Van Gogh kulağını kesip kadına göndermiş, var mı ötesi..
yok !
ötesi yok ta, berisi var:)
Güzel yazı.
Acıyla yüzleşen “acı”yı iyi ifade edebilendir. -şahsi fikrim-…Görmek istemediklerimizi gösterenlere ne zaman hayattayken değerlerini verebildik? insanoğlunun fikre ve sanata olan önyargısı, “duvar”ı yavaş yavaş yıkılıyormuş (!); unutmayın Berlin Duvarı bile ideolojileri 48 yıl ikiye ayırabildiyse…
<strong>”Carrion Swarm DİYOR Kİ, (05 Şubat 2010 05:33)</strong>Görmek istemediklerimizi gösterenlere ne zaman hayattayken değerlerini verebildik?”Dünyaca idrakımız zayıf demek ki..
normal insanlar para ve yemek pesinde kostuklari icin dahi olmaya firsat bulamiyorlar da olabilir… biliyorsunuz dahi olunca genelde sefil sekilde olme oraniniz yukseliyor..
O zaman normal olarak yaşamak daha iyi..Yaşarken hiçkimsenin göremediği bir tuval i kendine şekillendirmek, neşeyle uçsuz bucaksız ormanlar boyamak, ya da hüzünlerle karartmak..
Güzel yazı.
Bilgi için teşekkürler<a href=”http://www.burunestetigi-istanbul.de/” title=”Burun”>Burun</a><a href=”http://www.burunestetigi-istanbul.de/burun-estetiginde-dogallik-2/” title=”burun estetigi”>burun estetigi</a><a href=”http://www.burunestetigi-istanbul.de/burun-estetigi-ameliyati-rinoplasti-nedir/” title=”burun ameliyati”>burun ameliyati</a><a href=”http://www.burunestetigi-istanbul.de/burun-estetigi-ameliyati-fiyati/” title=”burun estetigi fiyat”>burun estetigi fiyat</a>