Artık gözgöze gelmeden, olanca dikkatlerini önlerindeki görevde yoğunlaştırarak ayrıldılar kulübenin kapısında. kenan evren kuzeye giden yolu izleyecekti. pinochet, ise güneye gideni. kenan evren karşı yöne giden patikaya vardığında, bir an dönüp, onun patagonya sokaklarında süzülen gölgesini seyretti. Açık pencerelerden birinden müzik yayılıyordu sokağa, emel sayin olmalı dedi, bir varsa malbus yakarken. Alacakaranlığın sarı sisinde buluşma noktasından uzaklamıştı. netekim diye mırıldandı sigarasını yere atarak. Dal kırılmasına benzeyen bir sesti duyduğu. halk hiçbir şeyin farkında olamaz, dedi heyecanını bastırmak için. Herşeyin bitmek üzere olduğunun farkındaydı. Köpeklerin havlamaması gerekiyordu, havlamadılar. sam oraya onlar için bir trabi bırakacaktı. Evet, trabi oradaydı. Kapıyı iterek bahçeye girdi, hiçkimse yoktu görünürde. pinochet çoktan burada olmalıydı diye düşündü, çiçeklerin arasından geçerek arka bahçeye doğru ilerlerken. ölümsüz yaşındayım dedi, bunu ben de yapabilirim. Hava aydınlanıyordu, ‘herşey yolunda giderse’ dedi, ‘marmaris sahilinde olacağım bir hafta sonra, et ve beyaz lebleli ve raki ve tembellik.’ Gülümsedi, heyecanını bastırarak kapıyı itti. Karanlık ve korkunç bir gölgeydi karşısında duran. Sanki bir kelebek… Ama kelebek değildi, bunu biliyordu. halk kıpırdarken silahını boşalttı.
Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade Vehbi Efendi‘nin müstesna bir eseridir. Şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün padişah Vehbi Efendi’yi yanına çağırır ve: “Bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin” der. Ve işte sonuç aşağıda:
Edicik kardeşim sen ne mutlu bir arkadaşımızsın böyle… unuttuğumuz bir çok şeyi hala tüketmemişsin. trafik işaretleri, sümbülzade, vs. vs. keşke bunları daha yeni gördüğümüz doksanlı yılların başında olsaydık…
istiyorum. sürekli güleryüzlü olduğum için beni susam sokağı’ndaki edi‘ye benzetiyorlar. gülünce gerçekten benziyorum o sevimli kuklaya:)) ama tek başına mutlu olmak yetmez. etraftakileri de neşelendirmek gerek. insanlar mutlu olmalı, kimse üzülmeyi haketmiyor. gerçi bugüne kadar yazmış olduğum şiirlere bakanlar çok hüzünlü olduğumu düşünüyorlar. çok neşeliyim ama hiç neşeli bişiler yazamıyorum. alla allaaa, ben de anlamadım…
ay bide bu varArtık gözgöze gelmeden, olanca dikkatlerini önlerindeki görevde yoğunlaştırarak ayrıldılar kulübenin kapısında. Esin kuzeye giden yolu izleyecekti. Özkan, ise güneye gideni. Esin karşı yöne giden patikaya vardığında, bir an dönüp, onun Mardin sokaklarında süzülen gölgesini seyretti. Açık pencerelerden birinden müzik yayılıyordu sokağa, Sting olmalı dedi, bir Winston yakarken. Alacakaranlığın sarı sisinde buluşma noktasından uzaklamıştı. Lanet Olsun diye mırıldandı sigarasını yere atarak. Dal kırılmasına benzeyen bir sesti duyduğu. Camış hiçbir şeyin farkında olamaz, dedi heyecanını bastırmak için. Herşeyin bitmek üzere olduğunun farkındaydı. Köpeklerin havlamaması gerekiyordu, havlamadılar. Gönül oraya onlar için bir BMW bırakacaktı. Evet, BMW oradaydı. Kapıyı iterek bahçeye girdi, hiçkimse yoktu görünürde. Özkan çoktan burada olmalıydı diye düşündü, çiçeklerin arasından geçerek arka bahçeye doğru ilerlerken. 32 yaşındayım dedi, bunu ben de yapabilirim. Hava aydınlanıyordu, ‘herşey yolunda giderse’ dedi, ‘Fethiye sahilinde olacağım bir hafta sonra, bamya ve papatya ve tembellik.’ Gülümsedi, heyecanını bastırarak kapıyı itti. Karanlık ve korkunç bir gölgeydi karşısında duran. Sanki bir köpekbalığı… Ama köpekbalığı değildi, bunu biliyordu. Camış kıpırdarken silahını boşalttı.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
Raziye için…
Seni düşünürken Raziye, uykusuz gecelerde 9 yıldır seni düşünürken,
Bir kartal gelir yüreğimin ucuna konar. Bir öküzgözü açılır ansızın,
Bir poruk sinsi sinsi kanar kalbimin üzerinde,
Seni düşünürken Raziye, bir dut ağacı tepeden tırnağa donanır. Deliler gibi dönmeye başlar,
Döndükçe, kızıl saçların dalgalanır.
Çekirdeği henüz süt bağlamış bir hıyar kesilir ağzımda,
Dokundukça yanar siyah gözlerin.
Seni düşünürken bir deniz anası geçer okyanuslardan, ‘tombulum’ der dudakların,
Seni düşünürken, siyah kirpiklerini…
Seni düşünürken, ‘canım benim’ der dudaklarım…
şöyle bir şey çıktı şu olaya dayanarak:
vic vega numb için…
Seni düşünürken vic vega numb, uykusuz gecelerde 1 yıldır seni düşünürken,
Bir karga gelir yüreğimin ucuna konar. Bir orkide açılır ansızın,
Bir papatya sinsi sinsi kanar kalbimin üzerinde,
Seni düşünürken vic vega numb, bir kestane ağacı tepeden tırnağa donanır. Deliler gibi dönmeye başlar,
Döndükçe, kızıl saçların dalgalanır.
Çekirdeği henüz süt bağlamış bir şeftali kesilir ağzımda,
Dokundukça yanar koyu kahverengi gözlerin.
Seni düşünürken bir kalkan geçer okyanuslardan, ‘hayvan seni’ der dudakların,
Seni düşünürken, kızıl kirpiklerini…
Seni düşünürken, ‘başımın belaları’ der dudaklarım…
Maşrum’um, mantarım
Aşuremde bulunmaz baharat,
Şam’da kaysı, gülde bülbül,
Risale-i nur-i Lugatım
Ulu çınarlar, makiler
Mani olamaz bize eller
Seni düşünürken ciğerimin köşesi, uykusuz gecelerde yüz yıldır seni düşünürken,
Bir akbaba gelir yüreğimin ucuna konar.
Bir kaktüs açılır ansızın,
Bir kaynana dili sinsi sinsi kanar kalbimin üzerinde,
Seni düşünürken ciğerimin köşesi, bir yılbaşı ağacı tepeden tırnağa donanır. Deliler gibi dönmeye başlar,
Döndükçe, porsuk saçların dalgalanır.
Çekirdeği henüz süt bağlamış bir armut kesilir ağzımda,
Dokundukça yanar ot yeşili gözlerin.
Seni düşünürken bir hamsi geçer okyanuslardan, ‘ula şu hamsiye bak!’ der dudakların,
Seni düşünürken, kaşlarına değen hayvani kirpiklerini…
Seni düşünürken, ‘tipe bak! hıyardan farkı ne?’ der dudaklarım…
Seni düşünürken fosforlu cevriye, uykusuz gecelerde 2-1 yıldır seni düşünürken,
Bir devekuşu gelir yüreğimin ucuna konar. Bir sarımsak açılır ansızın,
Bir soğan sinsi sinsi kanar kalbimin üzerinde,
Seni düşünürken fosforlu cevriye, bir çilek ağacı tepeden tırnağa donanır. Deliler gibi dönmeye başlar,
Döndükçe, yemyeşil saçların dalgalanır.
Çekirdeği henüz süt bağlamış bir armutun iyisi kesilir ağzımda,
Dokundukça yanar sarı gözlerin.
Seni düşünürken bir elektrikli yılan geçer okyanuslardan, ‘bebeğim beniiim bebeğim benim, ilk göz ağrıım sevdiğim benim‘ der dudakların,
Seni düşünürken, kıpkırmızı pembe karışımına turuncu eklenmiş kirpiklerini…
Seni düşünürken, ‘sen hiç slayer raining blood dinledin mi?‘ der dudaklarım…
Artık gözgöze gelmeden, olanca dikkatlerini önlerindeki görevde yoğunlaştırarak ayrıldılar kulübenin kapısında. kenan evren kuzeye giden yolu izleyecekti. pinochet, ise güneye gideni. kenan evren karşı yöne giden patikaya vardığında, bir an dönüp, onun patagonya sokaklarında süzülen gölgesini seyretti. Açık pencerelerden birinden müzik yayılıyordu sokağa, emel sayin olmalı dedi, bir varsa malbus yakarken. Alacakaranlığın sarı sisinde buluşma noktasından uzaklamıştı. netekim diye mırıldandı sigarasını yere atarak. Dal kırılmasına benzeyen bir sesti duyduğu. halk hiçbir şeyin farkında olamaz, dedi heyecanını bastırmak için. Herşeyin bitmek üzere olduğunun farkındaydı. Köpeklerin havlamaması gerekiyordu, havlamadılar. sam oraya onlar için bir trabi bırakacaktı. Evet, trabi oradaydı. Kapıyı iterek bahçeye girdi, hiçkimse yoktu görünürde. pinochet çoktan burada olmalıydı diye düşündü, çiçeklerin arasından geçerek arka bahçeye doğru ilerlerken. ölümsüz yaşındayım dedi, bunu ben de yapabilirim. Hava aydınlanıyordu, ‘herşey yolunda giderse’ dedi, ‘marmaris sahilinde olacağım bir hafta sonra, et ve beyaz lebleli ve raki ve tembellik.’ Gülümsedi, heyecanını bastırarak kapıyı itti. Karanlık ve korkunç bir gölgeydi karşısında duran. Sanki bir kelebek… Ama kelebek değildi, bunu biliyordu. halk kıpırdarken silahını boşalttı.
Aşağıdaki şiir, edebiyat tarihimizin saygın şahsiyetlerinden Sümbülzade Vehbi Efendi‘nin müstesna bir eseridir. Şiirin hikayesi ise şöyle: Bir gün padişah Vehbi Efendi’yi yanına çağırır ve: “Bana öyle bir şiir yaz ki bir mısrasını okuyunca içimden seni öldürmek, bir sonrakini okuyunca ise ödüllendirmek gelsin” der. Ve işte sonuç aşağıda:
Azm-u hamam edelim, sürtüştürem ben sana,
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-u can.
* * *
Lal-u şarap içurem ve ıslatıp geçirem,
Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.
* * *
Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır?
Lale ile sümbülü kakülüne nevcivan.
* * *
Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam,
Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.
* * *
Salınarak giderken arkandan ben sokayım,
Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.
* * *
Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam,
Sahtiyenden çizmeyi, olasın yola revan.
* * *
Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarıda hiç,
Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.
* * *
Eğer arzu edersen, ben ağzına vereyim,
Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.
* * *
Herkese vermektesin, bir de bana versene,
Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.
* * *
Sen her zaman gelesin, ben Vehbi’ye veresin,
Esselamun aleyküm ve aleykümesselam.
Edicik kardeşim sen ne mutlu bir arkadaşımızsın böyle… unuttuğumuz bir çok şeyi hala tüketmemişsin. trafik işaretleri, sümbülzade, vs. vs. keşke bunları daha yeni gördüğümüz doksanlı yılların başında olsaydık…
öpsün zeki müren gibi olmus be edicik’im.
Seni düşünürken bir ahtapot geçer okyanuslardan, ‘ne bu be’ der dudakların,
istiyorum. sürekli güleryüzlü olduğum için beni susam sokağı’ndaki edi‘ye benzetiyorlar. gülünce gerçekten benziyorum o sevimli kuklaya:)) ama tek başına mutlu olmak yetmez. etraftakileri de neşelendirmek gerek. insanlar mutlu olmalı, kimse üzülmeyi haketmiyor. gerçi bugüne kadar yazmış olduğum şiirlere bakanlar çok hüzünlü olduğumu düşünüyorlar. çok neşeliyim ama hiç neşeli bişiler yazamıyorum. alla allaaa, ben de anlamadım…
ay bide bu varArtık gözgöze gelmeden, olanca dikkatlerini önlerindeki görevde yoğunlaştırarak ayrıldılar kulübenin kapısında. Esin kuzeye giden yolu izleyecekti. Özkan, ise güneye gideni. Esin karşı yöne giden patikaya vardığında, bir an dönüp, onun Mardin sokaklarında süzülen gölgesini seyretti. Açık pencerelerden birinden müzik yayılıyordu sokağa, Sting olmalı dedi, bir Winston yakarken. Alacakaranlığın sarı sisinde buluşma noktasından uzaklamıştı. Lanet Olsun diye mırıldandı sigarasını yere atarak. Dal kırılmasına benzeyen bir sesti duyduğu. Camış hiçbir şeyin farkında olamaz, dedi heyecanını bastırmak için. Herşeyin bitmek üzere olduğunun farkındaydı. Köpeklerin havlamaması gerekiyordu, havlamadılar. Gönül oraya onlar için bir BMW bırakacaktı. Evet, BMW oradaydı. Kapıyı iterek bahçeye girdi, hiçkimse yoktu görünürde. Özkan çoktan burada olmalıydı diye düşündü, çiçeklerin arasından geçerek arka bahçeye doğru ilerlerken. 32 yaşındayım dedi, bunu ben de yapabilirim. Hava aydınlanıyordu, ‘herşey yolunda giderse’ dedi, ‘Fethiye sahilinde olacağım bir hafta sonra, bamya ve papatya ve tembellik.’ Gülümsedi, heyecanını bastırarak kapıyı itti. Karanlık ve korkunç bir gölgeydi karşısında duran. Sanki bir köpekbalığı… Ama köpekbalığı değildi, bunu biliyordu. Camış kıpırdarken silahını boşalttı.