Birbirlerine yakın iş yerlerinden akşamları aşağı yukarı aynı saatlerde çıktığımıza göre onu herhalde daha önce de görmüşlüğüm vardı; ama onu fark edişim bundan 5 – 6 ay öncesine rastlar. Ya da belki daha fazladır, çok emin değilim.Benim boylarımda, muhtemelen benimle aynı yaşlarda, ve aşağı yukarı aynı kilodaydı. Aksayarak yürüyordu. Saçları alın bölgesinden başlayarak yarı yarıya seyrelmeye başlamıştı. Dişleri eksikti; zaten çirkin bir adamdı, ağzını her açtığında iyice itici oluyordu.Ama bu adamı fark etmemin, fark ettiğim günden itibaren de tiksinmemin sebebi dış görünüşü değil, o gün şahit olduğum inanılmaz derecede seviyesiz küfürleşmeydi.Yukarıdan durağa doğru gelmişlerdi. Yanında iki erkek ve bir kadın arkadaşı vardı. Muhtemelen, paydostan sonra iş yerinden beraber çıkmışlardı. Kadın onlarla durağa kadar yürümüş ama onlarla birlikte otobüs beklememiş, geçen ilk taksiye el edip durdurmuştu. Sonra da tek başına devam etmişti.Grubun durağa yürüdüğünü ilk fark ettiğim andan kadının taksiyle uzaklaşmasına kadar bir – bir buçuk dakika geçmişti. Ve bu süre boyunca, herkes aynı şaşkınlık ve tiksinti içinde bu adamla bu kadının birbirleriyle küfürleşmesini seyretmişti.Şu kadarını söyleyeyim, o yakası açılmadık küfürleri hangi ortamda kim ederse etsin kesin kavga çıkar, hatta kavga kesmez, kan bile çıkardı. Oysa bu ikisi belli ki şakalaşıyor, marifetlerinden açıkça keyif alıyordu.Bu kadar ağır lafların altında yatan “Ben aslında seninle şaapmak istiyorum ama bir türlü fırsatını yakalayamıyorum.” türünden bir mesaj var mıydı, yoksa iki ilkel beynin seviyeyi bu kadar alçaltmaktan duyduğu bir haz mı söz konusuydu sadece, bilmiyorum. Bilmek, bilmeye çalışmak, lüzumsuz yere kafamı bu küçülmüşlüğe övgüyle yormak da istemiyorum. Ama bildiğim bir şey var: kanunlar önünde benimle aynı haklara sahip olan bu insanımsının varlığına her gün katlanmak zorundaydım. Nasıl anlatayım, herif o gün yolun ortasına büyük tuvaletini yapsa belki bu kadar tiksinmezdim.Dediğim gibi, iş yerlerimiz birbirine yakındı ve genelde aynı saatlerde çıkıyorduk. Üstelik, nasıl bir tesadüfse bu, ben erken çıksam o da erken çıkıyor, ben geç çıksam o da geç çıkıyordu.Bugün de aynı öyle oldu. İşten biraz erken çıktım. Bir projeyi yetiştirmek için sabahın dördüne kadar çalışmak zorunda kalmıştım. O yorgunlukla ofisten çok daha erken çıkmam gerekirdi; ama yapmam gereken başka işler olduğundan saati yine beş etmiştim.Ve tabii o da duraktaydı. Durak kalabalıktı.Yeni tasarım otobüslerdeki karşılıklı yerleştirilmiş dörtlü koltuklara çok gıcık olurum. Nedir ki bu şimdi? Bir metre önümde hiç tanımadığım birinin suratı, baksan olmaz, tam karşımda oturduğuna göre bakmasam o da mümkün olmaz. Belediyenin bizi sosyalleştirmek için yaptığı bir hizmet mi bu şimdi?Ve işte illa ki terslik olacak ya, otobüste başka yer kalmadığı için şimdi o dörtlü grupta, tiksindiğim bu adamla karşı karşıya oturuyoruz. Çok yorgunum; oturmamak gibi bir lüksüm olamaz.Olması gerekenden çok daha ılıman geçen bir kış mevsiminin ardından, beklenmedik derecede soğuk geçmeye kararlı görünen Nisan ayındayız. Önceki gece sabaha kadar proje yetiştirmeye çalışırken ister istemez üşütmüşüm. Vücudum, içeride serbestçe dolaşan gazlarla dolu. O gün öğle yemeğinde çıkan nohudun da etkisi var. Midem gurul gurul.Bir sancı bastırıyor. Karşımda gıcık olduğum bu herifin oturması da çok fena gaz yapmış olabilir. Dayanamıyorum. Kimseye belli etmeyecek şekilde, minik minik, sessizce gazımdan kurtuluyorum.Ortalığa hiç de hoş olmayan bir koku yayılıyor.

Karşımdaki herif “Bunu senin yaptığını biliyorum.” dermiş gibi bakıyor bana. Ben de “Çok da umurumdaydı, zaten sana gıcık oluyorum.” dermiş gibi ona bakıyorum. Sonra herkes camdan dışarı bakıyor. Koku biraz daha kalıyor, bir süre sonra kayboluyor.Oh be, rahatladım. Sıfatına osurduğumun kırosu.