Ve Yehova ”Bunlar hepsi tek kavim” dedi. ”Konuştukları dil aynı, giriştikleri işi yarıda bırakacağa benzemiyorlar. Gelin de toprağa inelim, dillerini ayıralım şunların; birbirlerini anlayamaz olsunlar”. Ve ademoğulları, kentlerini kuramadılar. Oraya Babil dendi. Babil, yani karışıklık. (Tevrat)
Hazret böyle başılıyor “Bu Ülke” adlı kitabına.Aslında sadece Ahmet bey ne yazmış ona bakacaktım.Dil yarası sızlayınca ben de dayanamadım birkaç malzeme toplayayım dedim.Önce Ahmet beyin de tavsiyesi üzerine Hakkı Devrim ne demişona bir baktım.Sonra da bu iş mimlikten çıktı blog olsun bari dedim.Neyse efendim, daha sonra elimde bulunan “Cemil Meriçin dil hassasiyeti” adlı yazıyı da altına iliştirirsem güzel bir şeyler olur zannıyla yazıyorum.Sonra kendime döndüm “sen ne kadar dikkat ediyorsun?” diye bir sual sordum.Ne yalan söyleyim cevap bile veremedim.Sonra kendime ikram ettiğim nasihat “bilmemek ayıp değil Suphi, öğrenmemek ayıp.” İyi de nereden, nasıl başlayacağım.Bu yaştan sonra arkadaşlara madara olmak da var(:)).Sahi 19 da dayandı kapıya.Kapanış faslını yapmadan önce ravisini bilmediğim bir rivayet geldi aklıma. Arattım buldum.Bir rivayete göre, sağlığına zarar verecek düzeyde bal müptelası olmuş birini, ikna etmesi için İmam Gazalî rh.a.’in huzuruna getirirler. Gazalî durumu öğrendikten sonra, ertesi gün gelmelerini söyler.Ertesi gün olunca, Gazalî bal müptelası kişiye her şeyin aşırısının zararlı olduğunu, İslâm’ın herşeyde itidal ve ölçüye önem verdiğini anlattıktan sonra, balı daha az yemesini tavsiye eder. Gazalî’nin öğüdüne kulak veren bu kişi, bir müddet sonra bal müptelası olmaktan kurtulur.Lâkin yanındakiler Gazalî’nin onları neden ertesi gün çağırdığını merak ederler ve sorarlar. Gazalî cevaben der ki: “O sabah ben bal yemiştim. Balın tadı ağzımda dururken, kimseye ‘bal yeme’ diyemezdim. O yüzden ertesi gün gelmenizi istedim.”
Bu hatırıma gelince “yazmasam mı?” diye biraz düşündüm.Ama yazmak lazım.Körün elindeki meşalenin, kendisine faydası olmasa bile başkasına faydası olur belki.Ne alaka ama.Peh!!