Deniz çarşaf gibi derler ya… İşte Öyle tatlı bir titreşim, insana masaj yapan bir kıpırdanma… Deniz simitleri içinde çocuklar, kollarında şişme kolluklar, hayallerindeki oyunlarındalar… Keyiflerine diyecek yok… Denize yeni gelenler belli, hemen seçiliyor. Pamuk gibi bedenler, ciğer gibi kızarmış omuzlar… Eskiler memnun, şikayetçi değil hallerinden. Pırıl pırıl bronzluk…Deniz çarşaf gibi… Çocuklar şen…Son bir hamleyle ıslak kumlara attı kendini. Avuçlarıyla saçlarının ve yüzünün suyunu silip attı. Ayakları denizde, deniz küçük bir atılımla ayak bileklerini ıslatıyor. Biraz sonra serinlik dizlerine ulaşıyor… Mayosunun askısını düzeltti, derin bir nefes aldı… Gözleri ufukta, uzaklara dalıp gitti… Deniz çarşaf gibi… Çocuklar şen… Güneş ufukta, tepelerin ardından yeni gülümsemiş sahile…O da kendini bıraktı ıslak kumlara… Sabah güneşine bıraktı kendini, denizin serinliğinde… Gözleri uzaklara gitti, tepelere… Aynı kumda, aynı denizde, aynı nefes… İki kadın… Tanımıyorlar birbirlerini, gerek de yok… Ama aynı yaşam, aynı macera, aynı duygular… Ufuk aynı, anılar farklı…

Biri Orta Anadolu’dan yaşama merhaba demiş… Deniz buğday tarlası, sarı başaklar dalgalanmakta… Yöresinde, deniz gibi dalgalanmakta tarlalar derlerdi. Hangisi gerçek acaba? Deniz gibi dalgalanan başaklar, Altın başaklar gibi dalgalanan mavi deniz… Tarlanın bir başındaki çamın dalına urgandan bir salıncak yapmış babası. Önce salıncakta sallandı, göklere uçtu. Uçtu… Babasının tırpan sallayışını izledi. Altın başakların yere düşüşleri gözünün önüne geldi… Annesi deste deste topladı başakları… Toprak testiden su taşıdı babasına, annesi de içti kana kana… Kızlarının yanaklarından öptüler. Ağustos sıcağında kan ter içindeydiler… Gölgede uyuyan kardeşinin sesini duydu, koştu kardeşini avutmaya…

Deniz çarşaf gibiydi… Çocuklar şen…Öteki, başı dumanlı yüksek dağların yamaçlarında, çay bahçesindeydi şimdi… Dün sabah annesinin sırtında sepette gelen, kardeşini uyutmaya çalışıyordu dağ evinde… Anneler, teyzeler, ablalar çay topluyorlardı. Hangi ince belli bardaklarda dem vereceğini bilmedikleri çay filizlerini topluyorlardı… Çay bahçesi yeşil denizdi… Gözleri ufukta, şimdi deniz yeşil çay bahçesi olmuştu… Akşam ateş başında , annesi ateş böceklerinden bahsetmişti… Aradı, bulamadı… Gece olur, görürsün diye seslendi annesi…

Deniz çarşaf gibiydi… Çocuklar şen…Yüzü aydınlandı berikinin… Dudaklarında bir mutlu gülümseme belirdi… Harmandaydı. Sarı başaklar serilmişti yerlere. Hayvanların çektiği düvenler dönüyordu başakların üstünde… Samanlar arasında da buğdaylar… Az ilerde annesi gölgede dinlenmekte. Komşu harmandan bir bakış… Yüreği bir hoş oldu. Hopur hopur hopluyordu yüreği… Neydi, nasıl oluyordu… Kedini alamıyordu o bakışlara yanıt vermekten… Bu bakış ve gülümsemeyle başladı her şey. Bunca yıl ve çoluk çocuk, bilmem kaç torun…

Deniz çarşaf gibiydi… Çocuklar şen…Öteki, çay bahçesindeydi… Sepetler sırtlarında, cümbür cemaat gelmişlerdi çay toplamaya… Dağ evinde akşam… Ateş ve lamba ışıkları aydınlatıyordu etrafı… Biraz uzaklaştı aydınlıktan. Çok sevdiği ateş böceklerini seyre daldı… Yanıp sönen el fenerlerini andırıyorlardı… Yüreği gümbür gümbürdü… Erkenden biterdi işleri… Köyde düğün vardı. Horondaydı şimdi… Yüreği, elleri ve ayaklarından hareketliydi… Yanındaydı, horon tepiyorlardı… Yüzü aydınlandı birden. Bunca yıl, çoluk çocuk ve torun…Babaanne! Diye seslendi biri. Öteki Anneanne! Simidimin havası kalmadı, şişirir misin dedi. Öteki de kolluklarını gösterdi. Çektiler kucaklarına, yüzlerindeki tuzlu deniz sularını silip birer öpücük kondurdular… O anda gördüler birbirini bizimkiler… Yan yana oturmalarına karşılık, birbirlerinden habersizdiler… Birbirlerine gülümseyerek tanışmış oldular… Çocuklar çoktan kaynaşmışlardı…Deniz çarşaf gibiydi… Çocuklar şen… Plajda gümbür gümbür bir müzik çalıyordu…