Her yer darmadağın yine. Evin her köşesinde içinde sigara söndürülmüş bardaklar, evin içini çiğ ve ekşi kokulara boğan ağzına kadar dolu kül tablaları, sağda solda fırlatılmış duran çoraplar, iç çamaşırları, mutfakta neredeyse haftalardır duran bulaşıklardan taşmış lavabonun küflü, çürümüş kokusu. Her yer darmadağın yine. Yine evim ruh halim, kafamın içi gibi.

Yıllardır uyudukları yerden yavaş yavaş ve hepsi bir arada, aynı anda çıkan, beynimin sağına soluna tıkıştırdığım korkularım, kimsenin kazanmadığı savaş sonrası manzaralarının kanlı, acılı manzarası; bitmiş aşklarımın kırıntıları. İçimde kötü adam kahkahası atan başarısızlıklarım, her yere saçılmış keşkelerim, pişmanlıklarım. Tümünün üzerinde oturduğu umutsuzluğum, geleceksizliğim.

Üç beş bir şeyler verip bir gündelikçi kadına bu evi tertemiz yaptırabilirim. Peki içimi temizletmenin bedeli nedir ki? Neleri tekrar vermektir karşılıksız? Neleri yeniden, umutla ve yıkılmasının doğa kanunu olduğunu bilmeden yine, baştan inşa etmeye kalmaktır? Hevesim geçtiğinde pişman olacağım hangi bedenlerde uyuşturmaktır beynimi, bir antidepresan gibi kullanarak anlık gülünçlükleri ve kokusunu asla benimsemeyeceğim tenleri, içime çekerek ne kadar dayanmalıyım? Ne kadar dayanırsam temizlenir kendi kendine? Ya da kime temizlettirilir iç? Psikolog demesin kimse…..

Eros’un bana kullanacak oku kalmadı artık. Dünyaya kalbimle baktıkça yaralanıyorum ve biliyorum ki, Eros’un hiç kimseye kullanacak oku kalmamak üzere. İlhamı kalmamış bir şair, kelimelerden korkan bir yazar, ağız tadı bitmiş, zafiyetten ölmeye yakın, otuzbeş kilo bir aşçı heyecanıyla başlarken her yeni güne, hiç kimsenin okundan medet ummayacak gücü nereden bulacağım ki? İçimin siperlerinde cephanesi bitmiş, korkuyla düşman taarruzunu bekleyen yaralı düşlerime, cesaretle ölümü telkin etmeli, ya da son bir gayrete teşvik edip “İleri ordular ilk hedefiniz Akdeniz!” diyip, bu şehri terk etmeliyim belki de!

Her yer darmadağın yine. Evim, sokaklar, ülkem, dünya, içim….