dedi ki,
tanrı bizleri yer küreye yollamdan önce yaşayacağımız hayatın tamamını film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçirirmiş.
dedim ki,
hiçbir kareyi atlamadan mı?dedi ki,
evet. ama ilk kez oksijeni soluduğunda, ciğerlerin yandığında hepsini unutuyormuşsun. her şey sıfırlanıyormuş yani.
dedim ki,
deja-vu budur diyeceksin birazdan. ben de sana deja-vu‘nun farklı bir formundan bahsedeceğim.
dedi ki,
aynen öyle. fakat nedir bu farklı olan?dedim ki,
insanlar gördükleri sahneleri yaşadıklarında, farkına varırlarsa; “aman tanrım dejavu oldum” diyorlar.
dedi ki,
peki ya sen?dedim ki,
ben yaşamadığım sahnelerin izlerini taşıyorum. almadığım yaraların izleri üzerimde. sevmediğim kadınların parmak izleri suratımda, gün geldiğinde tokat atacaklarını biliyorum. sevdiğim kadınların çektirdikleriyse kalbime kazılı, üstelik ben daha kimseyi sevmemişken.. sırtımda boydan boya, omurgamı takip eden dikiş izleri var, fakat bunu kimin yapacağına dair hiçbir fikrim yok.. bileklerimde jilet izleri, henüz hiç teşebbüs etmemişken.. sırtımda bıçak izleri, doğru düzgün hiç kimseye güvenmemişken.. dudaklarımda aromasız bir ruj tadı, daha dudaklarına dokunamamışken.. gözlerimde fer yok, kimsenin arkasından ağlamamışken.. ruhum bir hayli yorgun, yara bere ve kesikler içinde sanki. bazen bu izler sahiplerini bulduğunda ne yapacağım diye düşünüyorum. bunu düşünmemeye çalışıyorum..dedi ki,
bu kadar mı?dedim ki,
hayır. dahası var.. bazen rüyalarımda vücudumdaki yaraların nasıl oluştuğunu görüyorum. ama yüzler hep silik, hep bir buğu var. sanki tüm hikayeler suyun altında geçiyor. genelde o geldiğinde uyanıyorum. kalbimin en hızlı çarptığı zaman dilimleri onlar oluyor..başka bir şey demedi..
ben de sustum. uzunca bir süre konuşmadık.biliyorum ki hepsi sırayla vuku bulacak. puzzle‘ın parçaları gibi yara izlerimin üzerine aynı yaralar açılacak. ve ben sadece sahiplerinin gözlerinin içine bakacağım. hiçbir şey demeden..