Kadın elma soyuyordu. Adamsa bomboş gözlerle televizyona bakıyor ama muhtemelen onun yerinde koca bir duvar görüyordu.Bu bakışı tanırdı kadın. Görünmez ederdi baktığı şeyi. Kendisine de yönelmişti defalarca. Yerine bir boşluğu koyarak…Kadın soyulan elmaları doğrayıp iki tabağa böldü. Adamın önüne koydu tabaklardan birini. O duvarın önünde ne vardı kimbilir?! Geride kalan gerçeğin yerine neyi koyuyordu adam? Biri mi vardı yoksa orda? Bir kadın belki… Kendisi değil ama… Mümkün değil! Yoksa böyle görünmez hissetmezdi kendini.Kaç sene geçmişti sahi, akşamları iş dönüşü kapıyı O’na açtığında kendini dünyanın en özlenen kadını hissetmeyeli? Gözlerine nasıl da bakardı adam! Sanki tüm gün o büroda gözlerini görmeden geçirdiği her saniyeyi tek tek telafi etmek istercesine büyük bir susuzlukla… “Aşkım…” derdi. “Sensiz ölüyorum ben!””Ne yemek var?” diye sormazdı hiç. Bedenini doyurmak için aceleyle tıkıştırırdı bir şeyler boğazına. Bir an önce o aradan çıksın, ruhuna gelsin sıra diye…

Yemek faslı bitip de çatal kaşık sesleri kalplerininkini bastırmadan gerçekten başbaşa kalabildiklerinde, her anları birbirleriyle dolu olurdu. Televizyon açık olsa da bazen, böyle şimdiki gibi bir duvar olup dikilmezdi aralarına. Birbirlerinin varlıklarını unuttukları tek bir anları bile geçmezdi.Ama zamanla her şey farklılaşmaya başlamıştı ne yazık ki! Kural yine değişmemiş, “aşk” bir kez daha yenilmişti en büyük düşmanı zamana. “Evlilik”se diğer adıydı zamanın… Sevdiğin insanın yerine koca bir boşluğu koyar ya da o boşluğun ta kendisi yapardı seni.”Ben gidiyorum!” dedi birden. Oysa konuşmak değildi niyeti. Sadece içinden geçen kelimelerdi onlar. Ama kendiliğinden ağzından dökülüvermişlerdi işte! İçe sığmayacak kadar taşkınlaşınca duygular, içeride bir türlü tutulamıyorlardı demek ki. Sen sussanda onlar konuşuyor, can hıraş atıyorlardı kendilerini dışarı.Bu arada büyük bir mucize geçekleşti ve adam aylardan beri belki de ilk kez tekrar gerçekten görmeye başladı O’nu. Gözlerini bir an olun üzerinden ayırmıyor, O’nu görmeden geçirdiği onca zamanda kaybettiği ayrıntıları tekrar yakalamaya çalışıyordu sanki. Epey bir aradan sonra “Nereye gidiyorsun?” dedi.”Ne fark eder ki?! Çoktan gittim zaten senin için. Sadece önemsiz bir ayrıntıyı halletmek kaldı geriye. Ben de onu yapacağım işte! Bedenimi de göndereceğim senin beni çoktan gönderdiğin o yere.””O yer neresi?” dedi adam, kadının ta gözlerinin içine bakarak.”Neresi bilmiyorum.” dedi kadın. “Tek bildiğim, nereye gidersem gideyim sana buradakinden daha uzakta olamam.”Öncekinden de uzun bir sessizlik takip etti bu sözleri. Kelimelerin anlatabileceğinden çok daha fazlasını anlatarak…”Hadi, otur da elmanı ye.” dedi kadın, buruk bir gülümsemeyle. “Az önce koydum önüne. Ama hala fark etmedin bile.”