Çökertme’den çıktım da Halil’im aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im aman koptu kıyamet

Arkadaşım İbrahim Çavuş Allahım’a emanet
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı
Yüreğime ateş saldı, dostlar kurşun yarası

Gidelim gidelim Halil’im Çökertme’ye varalım
Kolcular gelince Halil’im nerelere kaçalım

Teslim olmayalım Halil’im aman kurşun saçalım
Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı
Yüreğime ateş saldı dostlar kurşun yarası

Güvertede gezeriken aman kunduram kaydı
Çakır da gözlü Gülsüm’ümü Çerkez Kaymakam aldı

Burası da Aspat değil Halil’im aman Bitez Yalısı
Yüreğime ateş saldı dostlar kurşun yarası

Deniz üstü yüzen tahtamızla Çökertme’den çıktık bir sabah Halil, ben ve birkaç samimi denizci arkadaş. Kocadağ’a yelken açtık, bu kez Bitez Yalısı’na uğramayacaktık. Dümendeyken ben devamlı Kocadağ’ a baktım. Kocadağ bağ olamadı, çok içerledim…

Çökertme’ den Gökova’ nın tam karşı tarafı Kocadağ. Ahşap bir tekneyle rüzgar marifeti olmaksızın ve motoru zorlamadan üç-dört saatlik yol. Halil hep Gülsüm’ den bahsetti yolda. Gülsüm beş çocuk, on bir torun sağ taraftan kısmi felç, gözleri hala çakır. Çerkez kaymakam çoktan ölmüş.

Halil Gülsüm’ den sonra hiç aşık olmamış, Denizkızı Kerhanesinde çalışan Eftalya’ ya takılmış bir dönem, onu da etnik kökeni belirsiz, kundura tüccarı bir arkadaşı almış.

Kocadağ Gökova’ nın en yüksek tepesi. Bir denizci genellemesiyle en yüksek kıyı şeridinde oluyor denizin en derin yeri. Ve orkinoslar derin denizi seviyor. Kocadağ’ a varmadan bir saat önce ve neredeyse gün doğumunda yakılıyor mangal. Orkinoslar buralı denizcilerin sırtı dedikleri zokaları bırakıp tabaklara atlamaya başlıyor. İlk durağımız dört büyükçe orkinosu da kattıktan sonra tayfaya, Kocadağ’ ın bir saat uzağında ve salyangoz kabuğu gibi kıvrılarak içeri giren Löngöz koyu

Salyangozun merkezinde bir göl oluyor Ege. Elektriği olmayan ahşap balıkçı lokantasından başka hiç bir yaşam belirtisi yok… her nasılsa yaşam belirtisiz bu yerde anlıyor insan yaşadığını. Gece yine rakılar içiliyor, türküler söyleniyor geçmişteki kadınlara, herkes bulunduğu yere sızıyor teknenin kıçında.

Yine sabah, yine çok erken deniz kabarmadan alıyoruz demiri. Kıyıdan deniz haritasında kayaları ve fenerleri takip ederek ben, Halil’se haritayı hiç iplemeyerek sırayla dümen tutuyoruz. Birkaç saat sonra, girişinde, denizin üzerinde Eftalya’ nın heykeli olan İngiliz Limanına geliyoruz. Bu gece burada içilecek, muhtemelen Halil, Efatlaya’ nın heykeline yüzerek gidip önce yılların acısını çıkarırcasına sevişecek Eftalyayla, muhtemelen Halil’i birkaç turist geçerken görüp gülecek, fotoğrafını çekecek, muhtemelen Halil tekneye ağlayarak dönecek…

İngiliz limanı yaz aylarının büyük bölümünü çok lüks ve konforlu yatların uğrak yeri olarak geçiriyor. Burada çok tekne olmasının ana nedeni Gökova’ da orta bir yerde oluşu ve seyir sırasında ıpıssız koylarda geçirilen günlerde biten buz, sigara, içki, yiyecek gibi maddelerin buradaki restoran ve marketlerden edinilebilmesi. Çok canınız sıkılırsa denizden, buradan tutacağınız bir taksi elli dolara sizi en yakın medeni mekan olan Marmaris’e atabiliyor. Ya da gece Marmaris’e gidip, bir barda eğlenip tekrar aynı taksiyle dönebiliyorsunuz İngiliz limanında bekleyen teknenize. Ama benim tavsiyem; oturun teknenizde en güzel bestenizi yapmaya, en güzel öykünüzü yazmaya Marmaris’te ne bok işiniz var.

Kleopatra adası diye de bilinen Sedir adası kumuyla meşhur. Plajdaki kumlar tekrar oluşması milyonlarca yıl alacak çok iri taneli, bira mayası gibi top top, yuvarlacık elde hoş bir his bırakıyor. Plajdan kum çıkarmak yasak, ayaklarınızı bile yıkayıp çıkıyorsunuz taş duvarla örülü kumsal sahadan. Saçlarımızda kumları saklayarak çıkıyoruz Halil’ le denizden. Halil bana adanın içlerindeki antik kalıntıları göstermek istiyor…. Çalılar, patikalar geçiyoruz antik tiyatroya geliyoruz “bak” diyor Halil “buralarda sevişirmiş antik şehrin insanları batan güne karşı”. Ben daha çok gördüğümüz zindanlarda yıllarını geçirenlerin düşleriyle sevişmelerinin burukluğunu alıyorum havadan… tek oda bir evin ocağında pişen antik kuru fasulyeyi kokluyorum.

Öğlen gibi yakın tatil merkezlerinden irili ufaklı tekneler, yüzlerce insanı günübirliğine buraya taşıyor, biz kaçıyoruz… Giderken “a be Kleopatra, a be kadın ülkemin tüm sahilleri senin adında mekanlarla dolu, Kleopatra güzellik çamuru, Kleopatra adası, Kleopatra hamamı, Kleopatra hay ebenin….” diye düşünüyorum.

Akbük dönüş yolunun ilk durağı. Sedir adasının karşısı, tekrar Gökova’ nın Bodrum’da başlayan kıyısı tarafında ve sonuna yakın, bir neredeyse karadan ulaşımsız, insan aklının bu kadar bakir kalmış olmasına inanamadığı yer. Bir de mangal başına toplanan arıları olmasa. Bu arılar bal yapmak için ette, balıkta ne ararlar ne bulurlar hiç anlayamam. Gün batınca yok oluyorlar neyse ki. Karaya arkamızı verip durduğumuzda sol tarafımızda dev bir tepe hiç sahilsiz yükseliyor denizden, sağ tarafımız balta girmemiş, girdiyse bile çok durmamış orman… kocaman bir koy, saçma sapan bir mavi, balıkçı teknelerinde yaşayan aileler, tahta iskele, huzurdan ölebilirsiniz burada.

Gece tam gündönümünde Halil zaten 80 yaşında, Akbük’te durup dururken huzurdan ölüyor. Nasıl seviniyoruz bilemezsiniz… 80 yaşında burada ölmek, bu huzurla, bana da kısmet midir acaba diye korkunç bir kıskançlık kaplıyor içimi.

Halil’i ait olduğu yere götürmek için hemen yola çıkıyoruz. Ören’ i geçerken termik santralin kapkara dumanları bile kirletemiyor Halil’in geçmişini…

Çökertme‘ye vardığımızda bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. İnip kalabalığı anlamaya çalışıyorum…

– Nedir bu? Ne oldu kızan?
– Dün gece gündönümünde rahmetli Çerkez Kaymakamın karısı Gülsüm vefat etti…

İki cenaze alayı birbirine karışırken, açıktan geçen Eftalya ve bir grup orkinos peşi sıra, Gökova’ yı dar ediyorlar kendilerine… biliyorum!