Alkol ve uyuşturucunun kollarında tam anlamıyla kendini bitirmiş bir zavallı adam olan babasıyla birlikte -paralı ağbinin yardımları sayesinde- yaşamaya çalışan Luke (Robert Sheehan), yakışıklı olduğu kadar -büyüdüğü çevrenin de etkisiyle- kabalıkta ve de asilikte sınır tanımayan genç bir oğlandır..Bu ‘nahoş’ özellikli arkadaşına karşın Malachy (Rupert Grint), hem derslerinde başarılı olan, hem de henüz başlayan yaz tatilinde bir spor salonunda çalışmaya başlamış, ‘akıllı uslu’ kontenjanından bir diğer oğlandır..

Yaşadıkları küçük şehrin imkânları dahilinde -diğer gençlerle birlikte- eğlencenin dibine vurmakta ellerinden geleni yapan bu iki kafadarın karşısına kader bir gün, Michelle (Kimberley Nixon) adında, yaşlarına uygun ve alabildiğine güzel öyle bir kız çıkarır ki zaten aklı bir karış havada dolaşan elemanları tut tutabilirsen..Michelle, Malachy’nin çalıştığı salonun sahibi olan Crilly (James Nesbitt)’nin kızıdır ve birlikte yaşadığı annesinin yanından ayrılıp, babasıyla oturmak için oraya gelmiştir..Spor salonuna geldiği ilk gün kendisiyle karşılaşan bu iki oğlanın aklını alıveren, güzel olduğu kadar da sorunlu olan kızımız, iyice havaya girmiş gibidir..

‘Aptal ve hâliyle de romantik’ Malachy, kıza deli gibi âşık olduğuna emindir.. ‘Sevgi yoksulu ve hâliyle de âsi’ Luke da, kızı bir an evvel yatağa atmanın telâşı içindedir..Yâni, bir kızın büyüsüne kapılmış iki erkeğin, onu tavlamak için yapabileceği cümle salaklıkları görmek için hazırsanız eğer, buyrunuz filmimize..

Luke’un ‘içler acısı’ yetişme şartlarını hâriç tutarak, gençliğin, hiç bitmeyecekmiş ve çok önemliymiş gibi duran, ancak daha sonra soğukkanlılıkla bakıldığında gayet ‘gerzekçe’ olduğu âşikâr, aile ve de gönül meselelerine İngiltere’den bir bakış..Afişin en tepesindeki ismi görüldüğünde de anlaşılacaktır ki Harry Potterfilmlerinde Ron Weasley’i canlandıran ‘kızıl oğlan’ Rupert Grint, bu filmin en büyük kozu..

Ortalama oyunculuğuyla elinden geleni yapan genç aktörün henüz ‘ateşi düşmemiş’ fanlarına yönelik bu yapımcı uyanıklığını, takdirle karşılayacak hâlimiz yok elbette..Yalnız, Luke’u canlandıran Robert Sheehan’ın oyunculuğunun daha dikkat çekici olduğunu da söylemek gerek..Lisa Barros D’Sa ve Glenn Leyburn’un birlikte yönettiği ilk uzun metraj olan Cherrybomb, öyle olması plânlandığı halde, beklenen ‘yıkıcı’ tesiri bir türlü gösteremiyor belki ama; temiz işçiliğiyle göz doldururken, çarpıcı finaliyle de seyirci üzerinde belli bir etki de bırakabiliyor doğrusu..