felix guattari’nin “üç ekoloji” adlı makalesinin ingilizce çevirisini bulamayınca mecburen türkçe çevirisini aldım. mecburen diyorum, evet, türk çevirmenleri yüzünden anadilimde kitap okuma hakkımdan mahrum kalıyorum. ali akay isimli zat-ı muhteremin çevirisi var elimde. (hil yayın, 1990) ya da çeviremeyişi diyelim. amcam fransızca biliyor mu emin değilim ama türkçe bilmediğinden eminim. guattari gibi kendine özgü kavramları olan bir yazarı, felsefi kavramlar sözlüğü oturmamış bir dile çevirmek zor, ama, imkansız değil. türkçe özürlü kişiler, hemen türkçe’nin yetersizliği mazeretine sarılırlar. guattari’nin ingilizceye çevrilmiş başka makaleleri var elimde, ali akay’ın türkçesinden daha anlaşılır olduğu kesin.söz konusu “türkçe” çeviride “flağrasyon” gibi (hem de yumuşak g ile) masmedya, “totalizan kısırlık” gibi akla hayale gelmeyecek ölçüde abuk sabuk kelimeler ve tamlamalar, köksap (rhizome karşılığıymış – botanikteki karşılığı bu olabilir ama guattari botanikçi değil.), tezgensel (katalitik demekmiş), erkekyandaşlığı (machismo mu, ataerkillik mi hangisinin karşılığı olduğu meçhul), yersizyurtsuzlaşma gibi sözde öztürkçeleştirmeler… bu “öztürkçecilik” de bir başka kanayan yaramızdır. dil bir insan topluluğunun iletişim aracıdır, her aklına esenin masa başında uyduracağı bir sesler dizisi değil. yersizyurtsuzlaşma kelimesini ele alalım: “deterritorialization” karşılığıymış- saçma, bir bölge veya ülkeye ait olmaktan çıkmak, basitçe yaygınlaşmak demek dururken, kel alaka bir anlam çağrıştıran (zorunlu göç gibi) bir kelime uydurmak niye? (gerçi guattari de bu kelimeyi çok seviyor ve türlü çeşitli anlamda kullanıyor. o da ayrı bir gıcıklıktır.)ey türkçe bilmeyen tüm çeviremeyenler, yersizyurtsuz kalın inşaallah! ey kendim, madem iyi kötü bir dil biliyorsun bir daha çeviri kitap alma inşallah.
yorumlar
Ali Akay’ın böyle bir çeviri yapmasına şaşmamak lazım. Bu insan tipinin derdi, orjinal metinleri türkçeye aktarmak değil, kendi varlıklarına bir şekilde vurgu yapmaktır. Etrafta küçük dölöz’ler veya gattari’ler gibi dolaşmayı seven bu insanlar, kitapların başına ‘nasıl bu çeviriyi yaptım, ne zorluklara katlandım, aslında yazar da şunu da demek istiyor’ gibi ukalalıklar döşenmeyi pek severler.Tabii öztürkçecilik de hakikaten kanayan bir yaradır. Hatta bazı çevirilerin yeni baskıları yapılarken uygulanan mantık, bazen şu tür sonuçlara bile yol açabilmektedir:’Ve Paris’teki isyanı bastıran Thiers Fransa’ya hakim oldu”Ve Paris’teki ayaklanmayı bastıran Thiers, Fransa’ya yargıç oldu’.Şaka değil yani; var.
Evet, cevirmenlerin cevirdikleri eserlere herhangi saygilari yok, ya da dil bilmeyenleri yaniltmayi meslek edinmis sarlatanlar. Kusa cevirdikleri eserleri okumaya tahammul edemiyorum. Hadi kitaplar bir yana, film basliklarina, altyazilarina ne dersiniz? Turk insani bu rezalete daha ne kadar tahammul edecek?Ancak ikinci fikrine katilmiyorum. Diller yasayan olgulardir, zamanla degismek zorundadirlar, esnek ve kullanimi kolay olmalidirlar. Turk insanin kalin kafali oldugu, tuhaf bir sebepten dolayi algilamasinda nedense hep kor noktaya denk getirdigi bir gercek varsa o da Turk dilinin gercekten YETERSIZ oldugudur.Bakiniz Yunanistan’a. Dillerini gelistirmek icin o kadar cabaladilar ki eski Yunanca’yla ilgisiz bir dil haline geldi.Eger problem kabul edilirse, cozum bulmak mumkundur. ama Turk milleti bu gercegi gormemeye devam ettigi (inkar sahfasinda takili kaldigi) surece Turkce ilelebet sakat kalacaktir.Tabii ki yabanci kelimeler bu sekilde dile katiliyor, cunku bir islevleri var da ondan! Turkler o kadar caresiz ki kendileri uydurmak zorunda kaliyorlar. Acikca belli bir islev eksikligi oldugu.Turk dili su anda gecersiz para gibi, modern haberlesmeyi saglayamayan, tutarsiz kurallari ve konusulunca kulaga cok kaba gelen zavalli bir dil haline gelmemeliydi.Yunan dili simdi kulaga yumusak geliyor, nicin? Cunku yillardir dil uzerine cok yogun basarili reform calismalari yapildi, sesler yumusatildi, dil hem daha kullanisli hem de kulaga hos hale getirildi.Komsundan ogreneceksin medeniyeti.
Eski yunancayla modern helenika arasındaki farkı pek bilmem. Ama dil için bazı kriterler varsa, bunlar arasında ‘yumuşak olmak, kulağa hoş gelmek, esnek olmak, kullanımı kolay olmak’ gibi maddeler herhalde yoktur.Ayrıca şu an kullandığımız türkçe kadar da esnek bir dil olduğunu sanmamaktayım.Bu arada yıllarca tebaamız olmuş ‘kahbe yunan’dan da medeniyet öğrenecek değiliz.
o senin problemin. Sen dunyanin tersine gitmeye “medeniyet ogrenmemeye” devam et arkadas. Birden aydinlanirsin, ne olur ne olmaz.Bunca millet bosuna devlet butcesini dil reformuna harcamiyor herhalde!!!Ne sacma, irkci ve cahilce bir yaklasim.
burada
sende bana kulağa yumşak gelen kullanışlı lafımız “kolay gelsin” ‘i tercüme et bari hazır elin değmişken. Benim çalıştığım sektörde çok lazım oluyor.Tercüme edemezsen yabancıların çok vicdansız bir dile sahip olduğunu düşüneceğim.Muhabbetin Cem Yılmaz’ın Almanca esprilerine benzemiş tayf kardeşim.-Tuzluğu uzatırmısın Helga-Çok kabasın Hans
Bu dil konusunda sitemizde nice tartışmalar yaşanmıştır. Aklıma gelen bir örnek.Görülüyor ki, o vakit düzey daha yüksekmiş.Bırakın dilde reformu falan, karşı-devrimci olmamız gereken bir hal yaşanmakta. Ciddi şeyler yazamayız artık. ‘Kahbe yunan’la falan idare edeceksiniz. Evet, cahil ve ırkçıyım güzel kardeşim.
aaaa olmuyor ama siz şimdi ulusal düttürüyü de beğenmezsiniz
contra biraderim ‘sende’ derken ‘de’ ayri olcek. Dilbilgisi konusuyoruz diye soyleyeyim dedim, yanlis anlamazsin umarim.Kolay gelsin yerine e-mail’larda best of luck veya daha iyisi all the best veya yakinliga bagli enjoy tipi bitirisler gormuslugum var. En guzeli kisses OxOx ama pek profesyonel olmuyor
Ghostly bey dedikleriniz orovizyon icin gecerli olabilir sanirim. Yalniz bir anda hiddetlenip 2. tekil sahisa inmeniz bizi epey sasirtti. Hic gerek yoktu dogrusu.
gecenlerde kitapcidan yeni bir kitap aldim. kapaginda fransizca aslindan ceviren sudur budur diye yaziyordu. ceviri veya dil anlama-yargilama bilgim oldugunu soylemem ama cevirmenin kurdugu dil yuzunden kitapta ilerlemem mumkun olmadi. oysaki kitabin okudugum kisimlarinin ingilizcesini bayila bayila okumustum. Turkcesini okursam daha da begenirim diye dusunmekte hata etmisim derken ayni kitabin 1960’larda Oktay Akbal tarafindan yapilmis cevirisini buldum. Su anda onu okuyorum. Gayet guzel gidiyor.
sahip olması gerektiğini düşündüğüm nitelikler:1. Ana diline hâkim olmalı.2. Çeviride kullandığı ikinci dile hâkim olmalı.3. Akıcı cümleler kurabilme, yani bir edebiyatçı gibi yazabilme yeteneğine sahip olmalı.4. (Çevirdiği metnin yazarıyla) empati kurabilme yetisi güçlü olmalı.5. Metnin yazarının yetiştiği kültürü de, çevirinin hitap edeceği kültürü de iyi tanıyor olmalı.6. Sabırlı, disiplinli, çalışkan, yalnız çalışmaya ve sosyal hayatından feragat etmeye hazır biri olmalı.Bu farazi kişi oldukça “kalifiye” biri gibi duruyor değil mi? Şimdi bu hayali arkadaşımızın, turist rehberliği ve öğretmenlik opsiyonlarını göz ardı ederek çevirmenlik yapmayı seçerse, ayrıca tez, senaryo, sinema, şirket yazışmaları gibi seçenekleri de bir kenara iterek kitap çevirmenliğinde karar kılarsa, yukarıda saydığım nitelikler sayesinde geçimini hangi koşullar altında ve standartlarda sağlayabileceğini biraz irdeleyelim.Ülkemizde bir kitap çevirmeni genellikle maaşsız ve sigortasız çalışır. Kendini kanıtlamış bir çevirmen değilse, normal bir insanı rahat yaşatacak miktarda ve düzenlilikte ödemeler alması neredeyse imkansızdır. Kendini kanıtlamış çevirmenlere verilen para da, kitap başına bir şirket müdürünün maaşı kadar bile tutmaz çoğu zaman. Bunun tek bir sebebi vardır: Okuyucu azlığı. Çevirmen isterse Wittgenstein veya Kant çevirsin, o kitap 70 milyonluk bir ülkede sadece 1000 adet basılırsa ve birinci baskısı bile tükenmezse (ki yurdumuzda çoğu çeviri kitabının başına gelen budur), alacağı para kendisini normal standartlarda bir, belki de iki ay geçindirmeye yetecek kadardır. Normal koşullar altında o kitap 1000 adet satsa, ikinci baskısı yapıldığında çevirmenin yeni baskı parası alması gerekir. Fakat bu durum gerçekleşmediğinde, eğer bu işi sadece bir hobi olarak sürdürmek istemiyorsa, geçimini sağlamak için bir-iki ay içinde yeni bir kitap çevirmesi gerekecektir. Böylece mesela 1 yılda son derece özenli bir şekilde yapabileceği bir çeviriyi 1-2 aya sığdırma zorunluluğu, çevirinin kalitesinde ister istemez bir düşüşe yol açacaktır. Ki burada profesyonel bir çevirmenden bahsediyorum. Amatörlerinse (onlar çok daha yaygındır, çünkü çevirmenlik çoğu insan için birinci tercih olarak görülebilecek bir kariyer değildir ülkemizde) bir kitabı çevirmekten çok rezil etmekten başka bir şey yapabilmeleri zaten küçük bir olasılıktır.Kısacası, okur çevirmenine ne kadar ilgi gösterirse çevirmen de okura o kadar ilgi göstermekte ve bu kısırdöngü karşılıklı soğutuşlarla sürüp gitmektedir.
kekse e-postalarda gorseydin.
Hatta IyI$kI da ayni anlama geliyormus. sanirim e-mail kelimesi bizlere o kadar da yabanci degil “draco” beycim.
Bu konuda konuşmak, atıp tutmak inan ki çok kolay Ghosty kardeş. Ama sen görüyorum ki ‘avam’ bilgiden ibaret belleğinle atıp tutuyorsun. Senin tavrına, yani ‘Türkçe kısır bir dil. Bakınız şu dile, bu dile. Orada öyle mi?’ tavrına ben ‘aşağılanma duygusu’ dendiğini hatırlıyorum. (Ama ‘Hellenist’sen bu övünme oluyor, tabii.)
‘Dünyada bir Türklerde var böyle şeyler’ de demiyorum. Birçok fakir (buna zengin ülkeler bizi incitmemek(!) için gelişmekte olan diyorlar) ülkede bu şapşal sendrom yaşanıyor. Bunun bir adım ilerisi Kore’de olduğu gibi Korenglish/konglish tarzı PIDGIN‘lerin doğması. (Bu iş daha da sarpa sarabiliyor. Bir çocuk ikinci dil olarak bir ‘pidgin’ öğrenirse buna da ‘creole’ deniyor. Diğer ‘pidginler singlish, chinglish, japlish, ve Denglish ve hanimiş Türkenglish. Liste uzayıp gider. Anlamak için de “…The Dinkum Dictionary gibi özel lugatlara…” ihtiyaç duyarsınız.)
Unutmayın! İnsan tanımlayabildiği kadar düşünebilir. Dillerin temelinde de varlıkların tanımları olan kelimeler yer alır. Yani kısaca ne kadar kelime, o kadar düşünce…Kısırdöngü‘nün ne olduğunu o kelimenin varlığı ile bilebilirsin ancak. Ya da o kelime sen o kavramı bildiğin için vardır. Bu kavramı sen düşünüp bulamıyorsan haliyle senden önce düşünüp bulmuş dillerden aynen alırsın. Bu elbette en kolay yol. Eğer dilin hâlâ üretme ve hayatta kalma kabiliyetine sahipse yeni kavramlar ve buna bağlı olarak kelimeler bulabilirsin.
Neyse, böyle beylik lafları etmek de kolay ama bir İngilizce Öğretmeni ve aynı dalda devam eden bir öğrenci olarak kendi dilimiz karşısındaki durumumuzu ‘salakça’ buluyorum. Bir de bir haber vereyim. İngiliz dilinin asıl konuşucularından bir çok İngiliz dilbilimci, birçoğumuzun aksine İngilizce’nin hareket kabiliyetinin iyiden iyiye kaybolduğunu, artık diğer dillerden aldığı kelimeleri ‘ingilizceleştiremediği’ tartışıyorlar. Kimin söylediğini hatırlayamıyorum ama bir dilbilimci şöyle demişti: “Bir dil kısaltmalardan kelimeler üretiyorsa o dilin üretme kabiliyeti, yaşama kabiliyeti sona ermiştir.” Bunu İngilizce’de bol bol görüyoruz. Oradan özentiyle bizde de her birşeyi kısaltma çabasına girdik şimdilerde. ‘Ar-ge’ gibi piç bir kelime hangi fikrin çocuğudur? Soruyorum.
Dileyenlerin aynen devam edip ‘Ay! Bu disgusting dili immediately terkedelim men!‘ demelerini öneririm. Zira onlar olmasa aklı başında insanların farkına varamayız.
En nitelikli çevirmenlerden olan Can Yücel’in bu kadar küfürbaz oluşunu anlayışla karşılamak lazım. (Bİlindiği gibi kendisi ‘anama avradım olsun’ küfrünün de mucididir 🙂 O hayatta olsa belki bu insanların en mahrem yerlerini okkalı bir küfürle süslerdi.
Ancak tanimadigin insanlara kufretmeden (ya da kufretmesini uygun buldugun insanlar tarafindan kufredilmesini dilemeden once) biraz sakinlesip dusunmeni temenni ederim.Grikedi, yazdiklarin cok onyargili. Dogru, sen de linguist degilsin ben de degilim. Senin tartismanda dil reformu ile hibrid dilleri karistirdigini goruyorum. En cok onyargin da insanlarin “ozenti” olsun diye kisaltmalar kullandigini one suren iddianda. Halbuki bu bir gereksinme, cagdas yasam insanlari daha verimli olmasini, kisa kelimelerle kendini (tam olarak) ifade etmesini gerektiriyor. Turkce kullanarak teknik bir kilavuz ya bilimsel bir makale yazmaya calissaydin yetersizligin dramatik olculerinin farkina varirdin.Ikimizin ortak noktasi Turkce ve Ingilizce olsa gerek. Ben omrumun yarisini yurt disinda gecirdim, Turkce haric dort dil ogrenmek durumunda kaldim. Ingilizce benim ikinci dilim ancak muhtemelen bu konuda senin uzmanlik bilgilerin daha yogundur.Beni pro-Hellenist diye suclamanin, savunmaya gecmenin neden gereksiz oldugunu aciklayayim. Turk dili yeni dil teorilerine gore “Ilk dil”lerin yapitasi olan dort dil grubundan birisi. Bu kadar zengin bir mirasimiz varken nicin asagilik kompleksimiz olsun? Zengin ama tozlar icinde yatan bir miras. Ama Turkler “dilimiz zaten ustun nitelikleri varmis, en eski dilmis” dedikleri anda dillerini gelistirmeyi, modern hayata uyumlu hale getirmek icin reform etmeyi birakirlarsa o dil ne ise yarar? Yerin dibinde yatan, islenmeyen bir elmas madeni gibi bizim gereksinmelerimize cevap veremez dogal olarak.Tavsiye ederim, bir dilin yetersizligini anlayabilmek icin herseyini birakip dilini konusmadigin bir ulkeye yasamaya git (turist olarak degil, yasamak icin). Yeni dili bir cocuk gibi sifirdan ogenmeye basla. Iste o zaman diller arasindaki farklari, verimlilik/kullanislilik vs acisindan elestirmeye baslarsin. Yani demek istedigim, bu konuyu bir universite okuyarak tez surmek ile o dili yasayarak ogrenmek arasinda daglar kadar fark var. Senin “kisi tanimlayabildigi kadar dusunebilir” olgusu dogru ama sadece “yerinde duran” insanlar icin gecerli. Hayati boyunca degisik ulkelerde yasayan insanlar ise “yasayarak” dusunuyorlar, ve yasadiklarini ifade etmeye calisiyorlar yeni kelimelerle. Ama bu insanlarin hepsi linguist olmadigi icin kelime uretemezler . Bu is TDK’nin isidir. TDK uzmanlari bu “yasayarak farki ogrenme” olgusunu bilmeden nasil uretken olabilirler, nasil eksikleri giderebilirler?Ingilizce’nin cikmaz sokaga girdigi dogru ama garanti bundan sonraki 20 yil icinde internet sayesinde hala konusulan bir dil olacak. Nedeni cok “kullanisli” olmasi ve devamli gelistirilmesi. gelismekten bahsederken Pidgin/canto-english/ vs dillerinin disindaki gelismelerden bahsediyorum. Ozellikle bilimsel ve teknik alanlarda kullanilan Ingilizce hizla gelisiyor (Nerdspeak mesela). Bilimsel makalelerin cogu Ingilizce dili ile yazilmistir. Ne yazik ki dil engeli bir bilgi engeli durumuna donusmustur. Avrupalilar bunun farkinda olduklari icin cocuklarini en az uc-dil bilen olarak yetistirmeye calisyorlar (Ingiltere haric). Multi-linguism Avrupa’da yasayanlar icin bir gercek, bir gereksinim.Daha sonraki yillarda, hepimiz Cince ve Hintce ogrenecegiz. 50 yil icinde dunyanin efendisi Cin olacak da ondan.Belki su link senin ilgini cekebilir.
yuksek sesle turkce konusanlari dinleyenlerin yuz ifadesine bakarsan anlarsin.Dilde tabii ki estetik olacak, nicin kaba olmasi gerekiyor ozellikle? Diger ulkelerin dil kurumlari nicin dil akiciligi, konusma kolayligi ve kulaga hos gelmesi icin ugrasiyorlar o zaman?Cok kalipsal dusunceler, tipki bahsettigin Cem Yucel’in iddialari gibi.Yapilan aptalca reform hatalari da reformun degil onu yapmaya calisan uzmanin yetersizliginin belirtisidir.
Cevirme isinin yeterlilik/uzmanlik disinda ekonomik boyutu cok dramatik sonuclar dogurabiliyor.Degindigin noktalar cevirmenin Turkiye ekonomisi icindeki konumunu cok guzel aciklamis, tesekkurler.Ayrica bu cevirileri okuyan halkin beklentileri de one gore degisiyor. Nasil sokakta denetimsiz saticilardan kalitesiz Cin yapimi oyuncak aliyorsak bu kotu cevirilere goz yumuyoruz. KALITE aramiyorsak biz de bu sucun bir parcasiyiz.
“Önyardı çok insancıldır.” demişti biri ama hatırlayamıyorum yine kimdi diye. Yazıdaki tavrımı ben de şimdi okuyunca fazla heyecanlı buldum.
Çoğunlukla küfür etmem. Yazıda da etmek istemedim Ghosty. Senin hedef olduğun birşey yoktu orada. Ayrıca, kendi dilini bilmeyen dolayısıyla beğenmeyen, bunun sonucu olarak senin söylediğin “kalın kafalılığı” ve dilini “yetersizleştirmeyi” başaran insanlara kızgınım. Yukarıdaki ilk yazının içeriğine tam karşı değildim. Ama Yunanca ya da başka bir dil, yükselen popüler kültürle etkisi altında dönem dönem kaldığımız diller karşısında refleksiz davranıp savunması düşen kişiler görebildiğim kadarıyla en kolayına kaçıp kendi dillerini yetersiz buluyorlar. Sen onlardansın ya da değilsin. Buna elbette karar verebilecek biri değilim.
Yaşayarak öğrenme konusunda kesinlikle hemfikirim. İngilizce’yi tamamıyla Türkiye’de öğrenmiş bir insanın o dil hakkında keseceği ahkamlar, konuşulduğu ülkesinde ‘ikinci dil’ olarak öğrenmiş biri karşısında kısıtlı kalabilir. İngilizce dışında başka dilleri de öğrenmeye çalıştım. (Bu öğretmenliğim için de yararlı oldu ayrıca)
‘Baba be aslında var ya en eski dört dilden biri Türkçe. Var mısın o günlere dönelim. Şöyle dünyanın dört bir yanında Türkçe sesler yankılansın. Haydi abi sen de söyle. Çıııktık açık alınlaa…’ demiyorum. Birçok tarihçi de Osmanlının sahip olduğu kültürü dünyanın altı büyük medeniyeti arasında sayıyorlar ama ne yazık ki hepimiz ‘şimdiki zaman’da yaşıyoruz. Bu olayda Kürtçe, Lazca gibi yeni yeni yasal olarak kursu açılacak yabancı dillerde de aynı şeyi yaşayarak göreceğiz. Acaba onlar da ‘ölen’ dillerden mi olacak, ya da yozlaşacak veya yenilenip yaşayacak.
TDK’nın hepimize gülünç gelen ‘yeni kelimeleri’nde senin söylediğin ‘yapaylık’ın önemi büyük. Masabaşı dilciler gerçekten de sokakta konuşulan, edebi eserlerde yazılan dilleri yoksayıyor. Metin Kaçan kendini argonun yılmaz savunucusu ilan etmişti. Diyordu ki:”Argo dilin en canlı yapısıdır. Yaşar, üretir, icat eder.” Yani argoda ağız dolusu yepyeni ve herkesin ‘çakabileceği’ bir küfür edebilirsiniz. (Tabii ki sadece küfür değildir, argo.)
Sonuç olarak küçümsemeyelim dilimizi ve iki, üç ve belki daha da fazla dilli insanlar olarak yetişelim, yetiştirelim. Korkmayalım ‘elin gavurunun’ dilinden, kendi dilimizi bozar diye. Biri bozacaksa biz bozarız dilimizi.
Onyargilarimizla, heyecanimizla insaniz. Dediklerine cok hak veriyorum.Ben dil yetersizligini ozellikle uzmanlik sahamda cok hissettim. Ama bu bir kolaya kacma, ya da asagilik kompleksinden gelmiyor.Turk dili eger dillerin yapi tasiysa ben buna cok sevinirim. Cunku Turklerin uzaydan gelmedigine, “mahluk” olmayip dunya kulturunun temeline bir katkida bulunduklarina dair bir kanit olmus olur. Ne yazik ki bizim tarafimizdan olaganustu bir caba gostermemiz gerekiyor. Bir Dilbilimsel Mukemmelik Merkezi kurup un yapmis dilbilimcileri cagirip Turkce calismalari yapilmasi taraftariyim.Boyle bir bulgu beni asiri kalipsal milliyetcilige itemez, cunku beni daha iyi bir insan yapmaz. Ben kendi yaptiklarimla iyi veya kotu bir vatandas olurum. Ancak en azindan bizi AB’de “film ekstrasi” gibi goren, mirin kirin eden, tum devletin yapisini bozup Bruksel’e kole etmeye calisan AB zorbalarina ” Hey biz size, tarimi, Hristiyanligi ve hatta konustugunuz dili verdik” deyip susup dusunekalma ayricaligini tanimayi istemezmiydik?Uzerimize yuklenen bu agir “asagilik kompleksi”ni yenmenin caresi bilimsel arastirma ve reform ile, BASKA ULKELERIN BIZE KIMLIK GIYDIRMESINE izin vermeden, kendimizin KIM oldugunu cok iyi ogrenmek ve dunyaya anlatmaktir. Bence bu yolda cok firin ekmek lazim, ama yeter ki niyet olsun.Son paragrafina da 100% katiliyorum.
Nasilsin? Iyi misin?
Calisma olayinin bir gereksinme olarak goruldugunun kanitidir. Tabii ki kolay gelecek, hele bir gelmesin, isinden olabilir. Mecburdur kisi calismaya.Turkiye’de “calisma = zor durumda kalma” kulturu hakimdir. Herhalde Imparatorluktan kalan bir mirastir. O yuzden calisan kisilere zavalli, ezilen, hastalikli gibi davranilir. Onun acisini “paylasmak” isteriz. O yuzden “Kolay gelsin” deriz cunku yerinde olmak istemeyiz calisan kisinin.Galiba aciklamasi bu. Gene de kulturler-arasi is kontaklarina proje basinda “Best of luck”, “Good luck” vs dendigini duydum.Bu kulturlerarasi farklardan dolayi, tipki “namus” olgusunun tam cevirelemedigi gibi. Ancak namus kelimesi gunluk yasamimizdaki vurgusu azaldigi icin en azindan modern Turk insaninin hayatini daha az etkiliyor. Yani cevirilememesi buyuk kayip degil.
Ah ah Ghostly kadar kadirsinas kac uye kaldi su internet alemlerinde ? Tesekkkur ederim Ghostly, mesajin ve kaavem ve keyfim ayni anda yerine geldi. Hurmetlerimle
daha daha ne var ne yok?anlat dinleyelim kahven soğumadan
Sizi kiniyorum contra beycim, yaptigimiz kaave muhabeti gibi gozukebilir ama son teshiste bizaati siz keyfimi kacirmaya calisiyorsunuz. Kina yakin diyecem ama kinayi uygulayacaginiz yuzey konusunda cekincelerim var 🙂 (smiley girmeyen ahkama seytan girer)Garsooon, contra’ya da bir kahve alabilir miyiz ?