Cem Yılmaz ya da markalaşmış haliyle CMYLMZ. Muhtemelen ülkemizde yaşayan herkesin adını en az bir kere duyduğu, seveni kadar sevmeyeninin de az olmadığı, karikatür aleminden gösteri dünyasına ardından sinemaya giriş yapan karikatürist, şovmen, oyuncu, senarist, yapımcı, yönetmen… Bu çok yönlülüğünü yakından takip edersek amatör müzisyenliğini de ekleyebiliriz. Hem de 5 yaşından beri! Kısaca Cem Yılmaz’ın biyografisini hatırlatmak gerekirse; 23 Nisan 1973 yılında İstanbul’da doğan Yılmaz, liseyi Turizm Meslek Lisesinde okuduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetiminde okumaya ve bu sırada mizah dergisi Leman’da karikatür çizmeye başlamıştır. 1998 yılında karikatürlerinin toplandığı bir kitapta basılacaktır.

Bu dönemde Cem Yılmaz mizahi yönünü daha etkili bir şekilde göstereceği alan olan sahneye adım atmış ve ”Leman Kültür”de stand-up denilen tek kişilik gösterilerine başlamıştır. Burada anlattığı hikayeler ve tarzıyla bir anda insanların ilgisini çekmiş ve kısa süre sonra (1995) Beşiktaş Kültür Merkezi’nde gösterilerini geniş bir kitleye sunmaya başlamıştır. Bundan sonra artık Cem Yılmaz, dilden dile dolaşan bir efsaneye dönüşmüş ve kapalı gişe oynadığı gösterileriyle Türkiye’nin günümüz şovmenleri arasında açık ara birinciliğe oynayan ismi haline gelmiştir. Öyle ki bir çok esprisi ve sahne replikleri dillere pelesenk olacak ve yıllarca arkadaş ortamlarından tutun da en ciddi ortamlara kadar her yerde söylenen şakalara dönüşecektir. Kaset ve cd olarak ses kayıtlarından oluşan gösterilerinin yanı sıra 2001 yılında 7 Bölümlük ”Bir Tat Bir Doku” ve 2008 yılında çıkan 3.5 saatlik C.M.Y.L.M.Z. gösterileri de görüntülü olarak piyasaya sunulmuştur. Tabii bu dönem içerisinde çeşitli reklam, dizi ve talk-showlarda gözükmüş, televizyon dünyasında da yer almıştır. Özellikle bir televizyon figürü olarakta son derece etkili olmuş ve yer aldığı tüm projelerde adını bir kez daha ön plana çıkarmıştır. Bu sırada magazin dünyasından da nasibini almış, ister istemez girdiği dünyanın içerisinde kendine hatırı sayılır bir yer edinmiştir.

Ama burada Cem Yılmaz’ın, sinemaya kattığı artı ve eksileri tartışmak istediğimden hakkında daha fazla bir şey söylemekten kaçınıyorum. Gelelim Cem Yılmaz’ın sinema dünyasına; bilindiği üzere Cem Yılmaz’ın profesyonel anlamda ilk olarak sinemada göründüğü yapım ”Her Şey Çok Güzel Olacak” filmidir. 1998 yılında Ömer Vargı tarafından yönetilen film, Türk sineması ve kendi içerisinde apayrı bir güzelliğe sahip olmasının yanı sıra Cem Yılmaz’ın filmografisine bakıldığı zaman hala da çok özel bir yere sahiptir. İki zıt karakterli kardeşin dramatik ve komik hikayesini anlatan film, hiçbir sahnede sulandırılmayan komikliği ve samimi havasıyla Cem Yılmaz hayranlarının yanı sıra sinemaseverler için de çok özel bir yerde duracaktır.

Bu filmden sonra sinemaya uzun bir ara veren şovmen, oyunculuğa 2001 yılında Yılmaz Erdoğan ve Ömer Faruk Sorak ortaklığında çekilen ”Vizontele” filmiyle tekrar dönüş yapacaktır. Burada kısa ama etkileyici bir rol olan düzenbaz Fikri karakteriyle karşımıza çıkan oyuncu başta ”Zeki Müren’de bizi görecek mi?” repliği olmak üzere yine bir çok replik ve performansıyla akıllarda yer edecektir. Cem Yılmaz’ın sinemada dizginleri eline alacağı ve her yönüyle yapımına el atacağı film ise 2004 yılında Ömer Faruk Sorak tarafından yönetilen ”G.O.R.A” filmi olacaktır. ”G.O.R.A”, Sorak’ın yönettiği film olmasına rağmen Cem Yılmaz’ın yazdığı, başrolünü oynadığı ve her sahnesi ve tasarımına hastalıklı bir titizlikle birebir müdahale ettiğinden dolayı ‘Cem Yılmaz filmi’, kavramının oluştuğu ilk yapım olma özelliğini de taşıyor.

”G.O.R.A”, uzaylılar tarafından kaçırılıp G.O.R.A. gezegeninde esir edilen kurnaz (geçinen) Arif’in hikayesini anlatan bir film olarak hem gişede hem de eleştirel olarak olumlu tepkiler aldı. Özellikle Türk sinemasında alışık olunmayan set tasarımları, kostüm, efekt çalışmaları ve tiplemelerle birlikte bilimkurgu öğelerini mizahi de olsa içinde barındıran bir film olarak kendine özgü bir yapım vardı karşımızda. Ancak filmin eksileri de az değildi. En başta Cem Yılmaz’ın artık gişe sinemasına girdiğini gösteren ve reklamdan geçilmeyen bir film olarak G.O.R.A. sinemada samimiyetini fazlasıyla yitiriyordu. Filmdeki esprilerin özellikle göndermelerin kalitesi, aynı türdeki bir çok Türk filmine göre üst düzeyde olmasına rağmen kimi zaman yerlere inecek şekilde seviyesizleşiyor ve bu da çelişkili bir durum yaratıyordu. Oyunculuklar ise özellikle Cem Yılmaz’ın bir çok karakteri canlandırması ve diğer karakterlerin sadece yardımcı rollerde olması nedeniyle kimi zaman skeç havasını andırıyordu. Burada bir parantez açmak gerekir ki, Cem Yılmaz’ın yıllardır gösterilerinde bahsettiği Türkler uzay’da esprisi bu filmde gözle görülür hale geliyordu. Bu ilhamın başlıca kaynakarlarından biriyse Yılmaz’ın çocukluğundan beri hayran olduğunu belirttiği Sadri Alışık ve Turist Ömer tiplemesiydi.

Yine de G.O.R.A. gişeden alnının akıyla çıkmasını başardı ve Cem Yılmaz büyük prodüksiyonla bir başarıya daha imza atmış oldu.

2005 yılında oyuncuyu yine bir Yılmaz Erdoğan filmi olan ”Organize İşler”de Müslüm adlı mafya babası rolünde izledik. Bu filmde Yılmaz, şimdiye kadar gördüğümüzün aksine hiç gülmeyen, son derece ciddi bir karakterle kısa ve yine akılda kalıcı bir performans sergiliyordu. 2006 yılında ise Ali Taner Baltacı’yla birlikte yönetmenliğini yaptığı, senaryosunu yazdığı ve başrolünde oynadığı ”Hokkabaz” filmiyle seyirci karşısına çıktı. ”Hokkabaz”, Yılmaz’ın belki de en az ses getiren ve ”G.O.R.A.”yla, ”Her Şey Çok Güzel Olacak” arasında kalmış filmi olarak akıllarda yer etti. Bu sefer, başarısız bir hokkabaz ve yardımcısının başından geçenleri hem komik hem dramatik bir şekilde yansıtan biraz daha kendi halinde bir filmle karşımıza çıkıyordu. Film, eleştirel olarak olumlu tepkiler aldı ve ödüller de kazandı. 2007 yılında Arı Filmi’nde başrolde orijinalini Jerry Seinfeld’in seslendirdiği Arı Barry’i seslendiren Yılmaz bu eğlenceli animasyona da kendi ruhunu katarak ayrı bir hava katıyordu. 2008 yılında ”G.O.R.A.”nın devamı niteliğinde olan ”A.R.O.G.”la seyirci karşısına çıkan Yılmaz, Ali Taner Baltacı’yla yönettiği bu filmde uzay çağından sonra, taş devrine zamanda yolculuk yapan Arif’in hikayesini anlatıyordu. Daha önce de bahsettiğim üzere Yılmaz’ın şovlarında kullandığı Türkler Uzay’da anlayışının ikinci filmi olan A.R.O.G., öncülü G.O.R.A.’dan sonra kendini tekrar eden yapıda görünse de gişede yakaladığı başarı, yine özenli set ve kostüm tasarımı gibi özelliklerle belli bir ilgiyi hakediyordu.

Ne de olsa daha önce bizzat kendi tarafından yapılmış olmasına rağmen bu sefer seyirci, o kadar özgün bir filmle karşı karşıya olmadığını görebiliyordu. Özellikle abartılan reklamlar filmin tadını kaçırır nitelikte devam ediyordu. A.R.O.G. hemen hemen G.O.R.A. çizgisinde seyreden bir film olarakta görülebilir. Bu filmden sonra yeni filmin çalışmalarına başlayan Yılmaz, 1800’lerin Amerika’sı vahşi batıda geçen bir dönem komedisi çekme planının olduğunu söyledi. Ve kısa sürede çalışmalara başlayan oyuncu, daha önce çalıştığı bir çok oyuncunun da içinde bulunduğu ”Yahşi Batı” projesini hayata geçirdi. Yahşi Batı, 1880 yılında geçen, dönemin Osmanlı padişahının Amerikan başkanına özel bir hediye göndermek amacıyla tuttuğu iki devlet görevlisinin hikayesini anlatan bir film olarak karşımıza çıktı. 1 Ocak 2010’da gösterime giren film, gişede başarı göstermiş ve hala sinemalarda oynamaya devam etmektedir. ”Yahşi Batı”, yine Cem Yılmaz filmi yaftasından kurtulamamış, ve şovmenin istemediği üzere ”Türkler Vahşi Batı”da tanımlamasına bir çok yerde maruz kalmıştır. Tabii bu düşünceye bir noktada katılmamak elde değil. Bu filmde de ”G.O.R.A” ve ”A.R.O.G.”ta gördüğümüz üzere Türk kültürü üzerinden bir çok espri çıkarılmış, bir çok tipleme karikatürize edilmiş ve Türkleştirilmiş.

Komik görülür, görülmez ama Cem Yılmaz’ın bir çok filminde eleştirilen bir diğer unsursa argo ve küfürlerin fazla olduğudur. Gösterilerinde bunu abartılı bulmasam da sinema filmlerinde bazen aşırı ve gereksiz olarak görüyorum. ”Yahşi Batı”da da karşımıza çıkan durum tam olarak bu. Kimi zaman neden edildiği bile anlaşılmayan küfürler yüzünden, filme konsantre olmak zorlaşıyor. Tabii küfüre ve argoya takmak fazla ciddi bir durum teşkil etmiyor. Sansürdense küfür ve argoyu her zaman tercih edenlerden biri olarak buna filmin küçük sorunlarından biri olarak bakıyorum. Bu sefer filmdeki kadın karakterin etkisizliği de göze çarpıyor. Demet Evgar, kötü bir oyuncu olmamasına rağmen sanki ”Yahşi Batı”nın havasına girememiş izlenimi veriyor film boyunca. Ancak tüm bu yönlerine rağmen, filmdeki görsel ayrıntılar (dekor, kostümler, jenerik vs…) ve müzikler üzerinde titiz ve özenli bir çalışma yapıldığı da gözlerden kaçmıyor. Özellikle dönem filmi olarak bakıldığında çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. ”Yahşi Batı”da da yine bir çok Amerikan filmine ve Türk sinemasına yapılan incelikli göndermeler bulunuyor. Türk sinemasında 80 öncesinde çekilmiş onlarca western filmde rol almış oyuncular olan Süleyman Turan ve Yılmaz Köksal gibi isimleri bu filmde görmek ayrı bir güzellik unsuru.

Yine de ben, ”Yahşi Batı” filminden sonra Cem Yılmaz’ın artık şovlarında anlattığı ve dalga geçtiği Türkler uzayda, Türkler antikçağlarda vs. Türklerin olmadık zamanda olmadık yerlerde geçen hikayelerini seri halinde farklı filmlerle göreceğimizi düşünmeye başladım. Aslında bir açıdan Cem Yılmaz’ın büyük hayranı olduğu Sadri Alışık (Turist Ömer) etkileşiminin sinemaya yansıması da diyebiliriz buna. Ama bir yerden sonra her ne kadar filmlerindeki farklı zaman ve mekanların yansıtılması çok iyi olsa da sanki hep aynı filmi izliyormuş hissi vermeye başlıyor. Oyuncu kadrosu genel olarak aynı, bolca reklam var (filmlerin en kötü yanı denilebilir), karakterler aynı çizgide seyrediyor, senaryo kötü olmasa da kimi zaman sinema filminden çıkıp televizyon skeci basitliğine iniyor. Tüm bu özelliklerine rağmen Yılmaz’ın gösteri dünyasından yavaş yavaş elini eteğini çekeceğini ve sinemaya biraz daha yöneleceğini söylediği zamanlarda, yeni projelerinin merakla bekleneceği de kesin. Yazıda bahsettiğim rahatsız edici özelliklerin dışında Cem Yılmaz’ı ve filmlerini seven biri olarak yeni projelerini ben de merakla bekleyeceğim. Ama Yılmaz’ın filmleri kendi şovlarından biraz daha arındırdığı, biraz daha sinema için çekilen, hikaye anlatma derdi olan, yeniden ”Her Şey Çok Güzel Olacak” gibi filmlerle beyazperdede görünmesini tercih ederim…