Yorgun olmalısın, öfkende yorgun; bıkmış hatta kendinden, kızmayı bile unutmuşsun… Bu gece gülümseyerek dal rüyalara, inebilirsem göklerden yere, estiği kadar rüzgarların öperim alnından… Belki varlığım her şeyi silmez ama gözlerimin laciverte döndüğü kadar arş’ında lal olur yağmurlara seslenirim…Çok ağlayan mı çok yorulan mı kendisine sarılır. Her damla yaş her damla ter olgunlaştırır mı bu yüreği, zaman nasıl geçer terli coğrafyada koşarak bilemem, belki bir bakışımız olur dünya, sana çıkarım sensizlikten uzanıp uzun yolculukta. Gizli kapaklı yerlerime saklarım yaşasam da şu anda; başını sığdırdığın şehrin havasını soluyarak yüreğini yaşatırım büyük bir tutkuyla…Aşk çarptı yığıldım yere, gözlerimden hasret yaşları döküldü, üzerime bağlandı ne varsa şehirde… Adı güzel bir iklimden çıktım yeryüzüne, köpründen kıyamet günü geçtim canım acıdı.. Kimse kalmamıştı, ölmüştü yağmurlar yığın yığın seyirtiyorlardı gökyüzünde…Denilen gibi olmadı sessizce patladı yanardağ, lavları içine aktı.. Görülmeye değerdi acısı, yazgısı.. Vurdukça yüzüne susuyordu.. Göz gezdirmekse – olan olmayan- ölüp yaşayan bu bakışlar, dokunmaksa yitip giden aşka, o çoktan çarptı bana.. Kopmasa da kollarım başım, ruhum çıktı… Sessizce…