Nekahat devresinde bir hastaydı o şimdi. Kapıdan çıktığında yüzüne çarpan esinti savurabilirdi onu yere. Bedensel bir hastalık geçirmemiş de olsa, rüzgara karşı duramıyordu birtürlü. Ruhu çekip gitmişti bir yerlere. İçi boş bir beden bırakmıştı geride.O kadın giderken, ruhunu da götürmüştü yanında. Kapıya koşmuş, arkasından bağırmıştı “Geri ver!” diye. Ama bir kez olsun dönüp bakmamıştı kadın arkasına. Ruhsuz bedenine yeni bir ruh bulmanın sevinciyle daha da sıklaştırmıştı adımlarını.”Nasıl fark edemedim?” diye sordu adam kendine, yüzlerce kez sorduğu gibi. “O’nun sadece bir beden olduğunu anlamam için ruhumu mu kaybetmem gerekiyordu ille de?”Ama biliyordu, eninde sonunda dönecekti ona ruhu. Bir gün o kadının, kendisini nasıl da bir başkasından koparıp acımasızca aldığını o da fark edecek, gerçek yerini özleyecekti. Çalınmış bir ruh olmaya isyan edecek, o gün arkalarından bağıran o adama koşmak için çırpınıp duracaktı kadının içinde.Evet, bütün bunlar olacaktı günün birinde. Ruhu kendisine dönecek, o zalim kadını sadece bir beden olarak bırakacaktı arkasında. Aynen adam gibi boş bir çuvala dönecekti kadın. Aldığı her nefes, içindeki boşlukta yankılanıp duracak, ona ruhsuzluğunu hatırlatacaktı.Adamsa ruhuna kavuşacak, yine bu parka gelip bu çocukların koşuşmasını seyredecekti şimdiki gibi. Güzel bir kadın görecekti belki tam karşısındaki bankta. O zalim kadını hatırlayacak, hemen kaçıracaktı gözlerini. Sonra “Güzel bedenler ille de ruhsuz olacak diye bir kanun yok ya!” diyecek, bir umutla yeniden bakacaktı O’na. Gözlerine bakacaktı hep. O zalim kadının gözlerindeki o karanlık onlarda da var mı diye… Ama kadın öyle bir bakacaktı ki kendisine, ışığa boğulacaktı her yer. O zaman adam “Bu güzel bedenin ruhu da var!” diyecek, sevinçten haykırmamak için güç tutacaktı kendini. Yerinde duramayacak, çocuklarla birlikte koşmak için can atacaktı. Ama o güzel kadının kendisine yönelmiş gözleri durduracaktı bedenini. Ruhuysa koşturup duracaktı içinde. Kimsenin gücü yetmeyecekti onu durdurmaya.